Ufuk İLVER
Geçen hafta beşeri iktisadi sistemlerin düşünce olarak beslendikleri arka planı görmeye çalışmıştık. Yani bütün dünyada geniş bir şekilde geçerliliğini koruyan kapitalizmin arka planında aslında hümanizm düşüncesi ve onun arka planında ise kilisenin yanlış tutumlarından kaynaklanan kilise bahane edilerek Allah’a (Tanrıya) bir başkaldırı söz konusudur.
Hümanizm ile yüceltilen ve her şey olarak görülen insan artık tarih sahnesinde baş aktör olarak değerlendirilmiştir. Ve artık insan vardır. Bu insan Tanrının da yerini almak için vardır. İnsan tanırlaştırılmıştır. Ve mülkün gerçek sahibi insan olarak gösterilmiştir. Ve bu düşüncenin paralelinde ise her şeye müdahale etme hakkını kendilerinde görmüşlerdir. Artık tanrılaşan ve kendisine üstün sıfatlar ve meziyetler yükleyen insan, tarih sahnesinde baş aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve bu düşünceye paralel olarak hâkimiyet kurma düşüncesini bir takım yeni ideolojilerle desteklemiş ve bu ideolojileri de kullanarak yeni ilim dalları ortaya çıkarmış ve kendisini yegâne güç olarak gören insan tarih sahnesine aynı zamanda hükmeden ve sömüren bir görüntü ile çıkmaya başlamıştır.
İşte bu düşüncelere paralel olarak her şey üzerinde sınırsız kullanım, sınırsız elde etme hakkı olduğunu düşünerek her noktaya ellerini uzatmışlardır. Karşılarında eğer bir direnç mekanizması gördüklerinde ilk önce cebri bir karşılık koyma zorunluluğu hissetmişlerdir. Zira yegâne hâkim kendileri olduğundan dolayı kendisi dışındakiler kendilerine mahkûm olma durumunda olduklarını düşünmüşlerdir. Durum istenildiği gibi gitmeyince kendilerinde var olan hâkimiyete kılıf arama yoluna girişmişlerdir. Bu kılıf yıllarca bir takım kelimeler ve tarifler arkasında yapılmıştır. Öyle ki bunlar daha sonraları karşımıza bir ilim dalı olarak çıkacak ve birçok okullarda okutulan ve öğrenilen ders olarak müfredata girmiş olacaktır. Bu ilimler tamamen sömürü anlayışının kılıfı durumundadır. Kendi kendilerine bir kısım unvanlar vererek kendilerini seçkin addederek ve bunu kendi başlarına karar vererek, kendi dışındakileri de öteki telakki ederek, kendileri dışındaki bütün insanlığa müdahale etme hakkını kendilerince kendilerine vermiş olmaktadırlar. Ve neticesinde insanların dinlerinden tutun da ellerindeki sermayelere veya ülkelerindeki bütün gelir kaynaklarına, hatta işgücüne de el koymak suretiyle tamamen kendileri dışındaki topluma mahkûm ve sömürme politikası gütmüşlerdir ki, bu hala geçerliliğini devam ettirmektedir.
İşte bütün insanlığa müdahale etme hakkını kendilerinde görme düşüncesinin temeli insanın yüceltilmesi, mülkü idare etme isteği ve ellerine geçen gücü bu istikamette kullanmaları ve dini tamamen sosyal hayattan çıkarma istekleridir.
İslam iktisadının temel düşüncesi ise mülkün gerçek sahibi Allah’tır. Ve hâkimiyet sadece O’na aittir. O, dilemiştir. İnsanı yaratmıştır. O, dilemiştir, bu mülkün tasarruf hakkını insana vermiştir. O, dilemiştir, insanı yeryüzünde kendisine vekil, halife tayin etmiştir. O, dilemiştir, bütün bu işi yapmada kendisine yardımcı olacak bir takım hususiyetler yüklemiştir ki, insana akıl vermiştir, irade vermiştir. İşte bütün bunları Allah bizzat kendisi dilemiş ve yaratmıştır. Zira tek hâkimiyet sahibi Allah’tır hem mülk üzerinde hem insan üzerinde… Dolayısıyla bizim sahip olduğumuz şeyler hep O’nun dilemesiyledir. Öyleyse O bize bu mülk üzerinde tasarruf etme hakkını verdiğinden dolayı insanlar mülk üzerinde tasarruf edebilmektedirler. Dolayısıyla madem mülkün sahibi O’dur.
Öyleyse elbette bu mülkün tasarrufunda hangi ölçülere bağlı kalmamız gerektiğini de ifade edecek O’dur. Yani kazanırken nelere dikkat ederek kazanmalıyız. Harcarken nelere dikkat ederek harcamalıyız. Madem Allah adına mutasarrıf rolündeyiz. Öyleyse buna dikkat etme durumundayız. İslam’da kapitalizmin öngördüğü kazanma da her yol meşrudur mantığı yoktur. İslam da meşru kazanç noktaları ve helal kazanç noktaları vardır. Bu sınırlar aşılmamalıdır. Aşıldığında kişi kendi hakkından öte başkalarının hakkını yeme durumunda kabul edilmiştir ve kesinlikle buna da müsaade edilmemiştir.
Ve yine kapitalizm de asıl hedef ve amaç paradır, sermaye sahibi olmaktır. Hâlbuki İslam da ise asıl amaç Allah’ın rızasını ve memnuniyetin kazanmaktır. Para ve ekonomi ise bu amaca hizmet eden vesilelerden sadece birisidir. Önemli olan O’nun bizden memnun olması ve şu kısa ve fani olan dünya hayatında imtihanı kazanabilmektir. Yani İslam’da para ve sermaye sahibi olma hiçbir zaman hedef ve amaç olmamıştır, sadece amaca giden yolda bir araç hükmündedir.
İşte zihinlerdeki eksik hayat anlayışı, yanlış mülahazalar insanı kâinat üzerinde hangi konuma getirmektedir. Kullukla Allah, insana kâinatın tasarrufunu, tabiri diğerle kâinatın anahtarlarını vermiştir. Kendisine verilen bu liyakati ve meziyetleri insan kendinden bilmeye başlamasıyla kaybetmeye başlamış, kendisine ihraz edilen rolü kabullenmemiş ve kendi sahibine, kendini yarattığını ve kendi yaratılışını unutarak yaratanına baş kaldırmıştır.
Ve böylece Allah’ın koymuş olduğu ölçülerle değil de kişinin kendi düşüncelerini ölçü kabul ederek dünya üzerinde hâkimiyet kurma çabası ve nefsin istek ve arzularının ön plana çıkma gayreti olmuştur kapitalizm…
Ve netice de kapitalizm düşüncesi, maalesef dünyaya huzur getirmemiştir ve getiremeyecektir de…