UFUK İLVER
Her ekonomi sisteminin referans aldığı kaynaklar vardır. Beşeri sistemler, insanların, filozofların veya düşünürlerin ifadelerini, yorumlarını kendileri için esas kabul etmiş ve referans kaynağı olarak görmüşlerdir. İslam medeniyeti, İslam toplumu ve İslam iktisadı ise sistemini ortaya koyarken kendisine Kuran ve Sünneti referans kaynağı olarak görmüş ve kabul etmiştir.
Referans kabul edilen düşüncelerin, fikirlerin, ölçü olabilmesi neye bağlıdır? Bir şeye, kabul edilmesi gereken örnek veya ölçü diyebilmemiz için hangi şartlara haiz olması gerekir? Yani her düşünce ölçü olabilir mi? Veya kendisine taraftar bulan her fikir ölçü niteliği taşır mı? Veya kendi içerisinde belli seviyede doğruluk veya tutarlılık sahibi ise yine ölçü olarak nitelenmeli midir? İşte bütün bu sorulara cevap olarak rahatlıkla hayır diyebiliriz. Birilerinin bu fikirleri, ölçü olarak kabul etmiş olmaları, hayat adına kurtuluş reçetesi şeklinde sunuyor olmaları, bu fikri ve kanaati değiştirmeyecektir.
Öyleyse bir şeyin ölçü olabilmesi için
- Kendi içinde tamamen, bütünüyle tutarlı olması gerekir.
- Kurallarından biri yekdiğerini yok saymaması veya diğer bir kuralla çelişmemesi gerekir.
- Belirlemiş olduğu kurallar manzumesi ile bütün insanlığı kucaklaması ve bütün insanlara reçete olabilecek bir hüviyet taşıması gerekir.
- Bütün insanları kucaklarken den kasıt, diğerlerine göre birilerine imtiyaz tanımamasıdır.
- Adil olması gerekir.
- Zamana bağlı olarak eskimemesi, pörsümemesi ve geçerliliğini yitirmemesi gerekir.
- İnsanların fikirlerinden müteşekkil olmaması, yani beşeri olmaması gerekir.
- Vahiy eseri, yani insanı insandan daha çok iyi bilen, insanın her hususiyetine aşina olan bir Zatın yani Allah’ın koymuş olması gerekir.
Kısaca yukarıda ifade edilen özellikleri taşıyan bir şey, ancak ölçü özelliklerini taşıyabilir. Aslında insanlık tarihi de bunun sağlamasını fazlasıyla yapmıştır. Zira insanların, bir takım filozofların fikirlerini kendilerine şiar edinenlerin, toplumları nasıl kaostan kaosa sürüklediklerine bu tarih şahittir.
Kendi fikirlerine, kirli emellerine uygun bir takım düşünceler, düşünürler bulduklarında onlara sarılır ve kendi emellerini bu fikirler üzerinden uygulamaya çalışırlar. Aslında ortaya atılan bazı sistemlerin temel de böyle bir problemi vardır. Yani amaç ve önemli olan, toplumun mutluluğu değildir, kişilerin kendi isteklerinin uygulanmasıdır. Hayatı ve toplumu yapboz tahtasına dönüştüren gücü elinde bulunduran bu insanlar, mutluluk ve kurtuluş adına çıkmış, insanları tam manasıyla hezeyanlara sürüklemişler ve acıların büyüklerini yaşatmışlardır.
Belirlemiş oldukları sistemlerini kabul ettirmek için icbara başvurmuşlar, eziyet etmişler, toplama kampları kurmuşlar ve en nihayetinde binlerce, milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuşlardır. İşte bütün bunları yapanların esin kaynakları bir takım filozofların saçma sapan düşünceleridir. Toplumun fıtri olarak benimsemediği bir şey fıtrat dışıdır. Makul olmayan her fikir akıl dışıdır.
Aslında toplum, iyi bir test edici ve not verici durumundadır. Fıtrata ve akla uygun olmayan fikirleri ve sistemleri kabul etmiyor, benimsemiyor ve kapı dışarı atıyor. Hal böyleyken koskocaman yüzyıllar, böyle acılar içinde geçti. Özellikle Avrupa toplumu bu acıları fazlasıyla yaşadı. Hiçbir mükemmeliyet özelliği taşımayan, kendi içinde tutarsız, toplumun her kesimini kuşatamayan sistemler yüzünden Avrupa toplumu yıllarca kendi içlerinde savaşlar ve acılar yaşamış oldu. Sanayi devrimini yaşayan Avrupa, sermaye sahipleriyle tanışmaya başlamış oldu. Sonrasında sanayi devriminin gerçekleşebilmesi için ciddi bir iş gücüne ihtiyaç hâsıl oldu. Böylece hiçbir nizam ve ahlaki bir kural olmaksızın işçi olarak çalışanların çoğu kadınlar ve çocuklar idi.
Bu ağır şartlar içerisinde çalışmaya mecbur olan bu sınıf, bu uğurda fazlasıyla zayiat verdi. Ne denli sonraları işçilere bir takım haklar verelim düşünceleri ortaya çıktı. Derken kapitalizm, komünizmi doğurdu.
Komünizm ise özel mülkiyete savaş açtı, işçi sınıfının haklarını koruma altına aldığını iddia etti. Öyle düşündü ama fıtrata ters olarak çalışanın çalıştığının hakkını vermedi ve özel mülkiyeti yasakladı her gayreti ve semereyi devlet bünyesinde toplamaya başlayıp kendince adalet dağıtmaya ve herkese eşit miktarda bir pay vermeye başladı.
Neticesinde hüsnü kabul görmedi. Tarih sahnesinden silinip gitti.
İşte tafsilatıyla anlatılabilecek bu meseleden anlaşılan, referans kaynaklarının önemli olduğu idi. Zira bu referans kabul edilen ölçülere göre sadece ekonomik sistemin değil, hayatın bütününün şekil aldığını görebilmekteyiz.
İşte yukarıda kısaca örneklendirmeye çalıştığımız meselenin hülasası da kapitalizm ifratı, komünizm tefriti temsil ederken, İslam ise kaynakları ve hayata sunduklarıyla tamamen istikameti ve orta yolu temsil etmektedir.