Dr. Yaşar Yiğit
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
İnanma ya da inanmama, insana özgü temel bir olgudur. Tarihsel süreçte insanlardan belli bir kısmı, inanmış ve mümin olarak nitelendirilmiş, diğer bir kısmı da mümin oluşu reddetmiştir. Tabii, doğal olarak bireysel ve toplumsal ilişkilerde bu inanma ya da inanmamaya göre şekillenmiş, bu bağlamda kendilerine, mebde ve meada yönelik sonuçlar/sevap/ıkab bağlanmıştır.
Şüphesiz aşkın olan varlığa inanmama bir tarafa, O’na iman çerçevesinde şekillenen inançlar ya da inanç odaklı dinî ritüeller de oldukça farklılık arz eder konuma gelmiştir. İnsanlığın dünü ve bugününe bakıldığında aşkın olana iman ekseninde şekillenen inançların, üzülerek ifade edelim ki, büyük bir bölümünün asıl rotasından çıktığı, orijinalitesinin bozulduğu, âbid ile mabud arasına hicabların girdiği açıkça görülür.
Öyle ki, kutsal adına benimsenen sapkın inançlar ve içi boşaltılan kutsal değerler bütünü, yabana atılamayacak boyuttadır. Oysa bu inanç ve iman sapması ve de değerler erozyonu, tarih içinde peygamberler aracılığıyla yapılan ilâhî müdahalelerle rayına oturtulmaya çalışılmış, doğru ve Yüce Yaratan’a giden yol, bu kutlu elçiler tarafından tebliğ edilmiş, öğretilmiştir. Bütün bu ilâhî müdahalelerin odak noktasını, kısa, özlü ve bir o kadar da kapsamlı bir kelime olan“Tevhit” sözcüğü teşkil etmekteydi.
Kulluk ve özgürlüğün zemin ve anlam bulduğu bu sözcük, âdeta seçkin elçilerin parolası ya da kilit kavramı konumundaydı. Bir olan Yüce Allah’a iman, “Yalnız sana ibadet eder yalnız senden yardım dileriz…” (Fatiha, 5) formunda ifadesini bulan O’nun dışında her şeye kulluğu red, bu sözcüğün oturduğu ana zemindi.
İşte bu zemin üzerine kurulan inanç sisteminin adı İslam bağlıları da “Mümin” ya da“Müslüman” olarak isimlendirilmekteydi.
Şüphesiz iman, her müminin dünyasında önemli bir yere sahiptir. Öyle ki iman, bir müminin olmazsa olmazlarındandır. İşte hayatımızda önemli bir yere sahip olan komşuluğu böylesine önemli bir eksende okumaya ve değerlendirmeye çalışacağız.
Tabii bu değerlendirmemizin zeminini, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin, “Komşusu şerrinden emin olmayan kimse (iman etmiş olmaz).” (Buharî, Edeb, 29; Müslim, İmân, 73) hadisi teşkil edecektir.
Çeşitli yeteneklerle donatılan insan, yaratılışı ve ihtiyaçları gereği toplum hâlinde yaşamaya mecburdur. Çünkü o, ihtiyaçlarını bireysel olarak karşılama istidadına sahip değildir.
Çoğu yazar ve bilim adamı tarafından onun sosyal bir varlık olarak nitelendirilmesi bu gerçeğin formüle edilmiş şekli olsa gerek. Aslında evrene ve onun gizemlerle dolu içeriğine şöyle bir göz atıldığında toplu halde yaşamanın sadece insana özgü olmadığı aynı familyaya mensup diğer canlıların da toplu halde yaşadıkları görülür.
Belki de bu muhteşem birliktelik, ilâhî bir plânlama kodu ya da yönlendirme modunun varlığının tabii yansıması şeklinde açıklanabilir. İnanan bir insan için böylesi bir kabul hiç de zor değildir. Zira mümin, evrendeki yada kozmik sistemdeki hiçbir şeyin tesadüfî olmadığı inancındadır ki, doğru ve makul olanda budur.
Şüphesiz her varlığın yaratılışında, bir hikmetler mevcuttur. Çoğu bilim ve düşünce adamının değişik vesilelerle dile getirdiği gibi inanan insanın, inkâr edene nispetle daha az delile ihtiyacı vardır. Daha öz bir deyişle inkâr, inanmaktan çok daha zordur.
İşte her familyada olduğu gibi insanlardan müteşekkil toplumlarda da inanç, sosyal ve kültürel yapı her ne olursa olsun, bir arada yaşamanın insana yüklediği, dinî, ahlâkî ve hukukî birtakım sorumluluklar vardır. Hangi zeminden neşet ederse etsin her sorumluluğun ifasının, bireysel ve toplumsal bazda bir kazanım ya da maslahat, ihlâlinde ise zarar ya da daha eskilerin deyimiyle mefsedet söz konusudur.
İmtihan alanı olarak nitelendirilen dünya hayatında insan, hemen her an sıkıntı ve problemlerle karşı karşıya kalabilmektedir. Bu sorunlar, kişisel gayret, imkân ve yeteneklerle aşılamayabilir. İşte bu noktada, farklı imkân ve yetenekleri bir arada barındıran topluma olan ihtiyaç ortaya çıkmaktadır.
Ailemiz ve akrabalarımızdan sonra problemlerimizin çözümünde yardımına başvurabileceğimiz en yakın dostlarımız, şüphesiz komşularımızdır. Komşu; genellikle birbirine yakın meskenlerde yaşayan kişilerin ve ailelerin her birini ifade eder. Ayrıca aralarında meslek, iş yeri, arazi v.b.yönlerden yakınlık bulunanlar hakkında da kullanılmaktadır. Yüce Kitabımız Kur’anı Kerim’de komşuluk anlamına gelen “câr” kelimesi terim anlamıyla bir ayette iki defa tekrar edilmiştir. (Nisa, 36)
Sosyal hayatın aileden sonraki halkasını komşular oluşturduğundan herdin ve kültürde komşuluk ilişkilerine dair kurallar yer almaktadır. (Bkz. Çağırıcı, Mustafa, “Komşuluk”, DİA) İslâm dininde komşu hakları genel olarak kul hakları veya insan hakları ekseninde ele alınır ve bu haklarla ilgili emir ve yasaklar komşuluk ilişkilerinin şekillenmesinde önemli bir yer tutar. Öyle ki Kur’anı Kerim’de Allah’a imanı emreden ve şirki yasaklayan ifadelerin hemen arkasından sıralanan ahlâkî emirler silsilesinde ana babaya güzellikle davranmaktan sonra komşuya iyiliğin yer alması dikkat çekicidir. (Çağırıcı, “Komşuluk”,DİA)
İslâm bilginleri tarafından komşuluğun sınırlarını tespit çerçevesinde yapılan yorumlar bir tarafa burada örf ya da geleneğin, asıl belirleyici unsur olduğu söylenebilir.
Buna göre komşu kavramının içeriği ya daneliği, hemen her milletin ya da toplumun örfünün şekillenmesinde etkin olan kültürel kodlara göre belirlenir veya tespit edilir.
Bu tespit, İslâm’ın komşuluk ya da insana davranış biçiminin belirlenmesinde o kadar da önem arz etmez. Tabii bunu söylerken komşuluk gereği özel ilkeler ve haklar olduğunu göz ardı edemeyiz.
Şu kadar var ki, genel olarak insana davranış biçimleri açısından bakıldığında dinimize göre, her insana onun saygınlığına halel getirmeyecek onun hak ve hukukunu ihlâl etmeyecek bir tutum sergilemenin gereği üzerinde hassasiyetle durulduğu görülür. Allah’a ve O’nun dinine gönülden bağlanmış kimseye “Mümin” kelimesinin kullanılması da zaten bu tür bir yaklaşıma zemin hazırlamaktadır.
Kavramsal açıdan mümin malum olduğu üzere, inanç ve kulluğunda, eylem ve söyleminde, bireyler ve Yüce Mevlâ açısından “emin, güvenilir, sadık, samimi” kimsedir. Peygamberimizin de “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir...” (Buharî,İman, 45, Rikâk 26; Müslim, İman, 6465) buyurması, bir müminin ana niteliğini dile getirmesi açısından dikkat çekicidir.
Hadis ekseninde düşünüldüğünde mümin, diğer insanların kendisinden eylem ve söylem nitelikli her türlü zarar veya mefsedetten uzak olduğu şahsiyettir. Dolayısıyla müminin komşuluktan öte genel olarak diğer insanlarla ilişkileri, “güzel geçim, insanî ilişkiler” zeminine oturtulmuştur.
Yaşantımızda kaçınılmaz bir gerçek olan komşuluk da öncelikle bu zemine oturmalıdır.
Şüphesiz ahlâkî erdemlere sahip, insanî değerlere saygılı,başkalarının haklarını, namus ve şerefini en az kendi hakları, namus ve şerefi kadar kutsal ve dokunulmaz kabul eden güvenilir, dürüst komşu, dünya hayatının önde gelen nimetlerindendir. İnsanın, sevincini paylaşabileceği, keder ve üzüntüsüne ortak görebileceği komşularının olması gerçekten büyük bir bahtiyarlıktır.
Zira iyi bir komşu, yerine göre şefkatine muhtaç olduğumuz annemizdir, yönlendirmelerine her dem ihtiyaç duyduğumuz babamızdır, kendisiyle huzur bulduğumuz evladımızdır.
Hayatın bir realitesi olarak en yakınımız olan evladımızdan, anne babamızdan, yakınlarımızdan, yurdumuzdan uzak düşmekteyiz. Böylesi bir durumda anne babalar, bütün ümitlerini bağladıkları evlâdından önce hemen yanı başında komşusunu bulmakta, evlat da anne babasından önce yaşadığı yerde komşusuna müracaat etmektedir. Bütün bunlar, komşunun ve komşuluğun hayatımızda ne derece önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir.
Bu itibarla, geçimsiz, güven vermeyen, ahlâkî erdemlerden yoksun bir komşu, hemen hiçbirimiz tarafından arzulanmaz. İslâm dini, fert ve toplum olarak hayatımızın hemen her kesiti ile ilgili hayat ve fazilet yüklü ilke ve mesajlar içermektedir.
Hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan komşuluk üzerinde dinimiz, hassasiyetle durmuş ve komşuluk ilişkilerine dair hayatî prensipler getirmiştir. Kur’anı Kerim’de, “Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara,yakın komşuya, uzak komşuya,yakın arkadaşa, yolcuya, idare ve himayeniz altında olanlara iyi davranın…” (Nisa, 36) ayeti, YüceYaratan’a kullukla beraber başta ana baba olmak üzere toplumun diğer kesimleriyle birlikte komşularımızla da iyi ilişkiler kurulmasını bir görev olarak vurgulamaktadır.
Bu bakımdan komşuya iyilik etmek, sevinç ve üzüntüsünü paylaşmak, ondan gelebilecek bazı sıkıntılara sabredebilmek, onları olgunlukla karşılamak dinimizin gereğidir.
Sözleri ve örnek yaşantısıyla bizlere hayat veren, insanlık ve kulluk bilincimizi güçlendiren Sevgili Peygamberimizin, “Cebrail komşuya (iyilik konusunda) o kadar çok tavsiyede bulunuyordu ki, ben komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” (Buharî,Edeb, 28; Müslim, Birr, 140141)“Kim Allah’a ve Resûlüne iman ediyorsa, komşusuna iyilikte bulunsun…” (Müslim, İman, 77), “Ey Ebû Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını gözet!” (Müslim, Birr, 142),“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin…” (Buharî, Edeb, 31, 85;Müslim, İman 74, 75) hadisleri, zihin ve gönüllerimizde yer etmelidir. Rahmet Peygamberi (s.a.s.) bir hadislerinde de üç kere; “Vallahi iman etmiş olmaz…” buyurdu. “Kim Ey Allah elçisi? denildi.O da “Komşusu şerrinden emin olmayan kimse (iman etmiş olmaz).” (Buharî, Edeb, 29; Müslim,İman, 73) şeklinde cevap verdi.Bu hadis temelli düşünüldüğünde, canı, namusu, malı gibi hususlarda komşusunun güvenini kazanamamış bir kimsenin, kamil/ideal anlamda bir mümin olamayacağı söylenebilir. Buna göre komşusunun malına, namusuna göz diken, onun kaybında varlığı, hüznünde süruru bulan kimselerin, haleti ruhiyelerini/gönül dünyalarını bu hadis ekseninde bir daha dikkatlice ve ciddiyetle okumaları gerekmektedir.
Başkalarına güven vermeyen diğer insanlardan da güven içinde olamayacaktır.Oysa mümin, inandığı Yüce Yaratıcının, dışa yansıyan söz ve davranışlar şöyle dursun kalpten geçenleri, bakışların arkasında hangi anlamların yüklü olduğunu gayet iyi bildiği inancındadır. Bu inancın temelini, “Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.” (Mümin, 19)ayeti teşkil etmektedir. Müminler, kadın erkek namuslarını korumak durumundadır.
Namus olgusu, cinsiyet odaklı ve cinsiyete göre değer kazanan bir kavram değildir. Namusun korunuşu, sadece kişinin kendi namusuna başkaları tarafından verilecek zararın önlenmesi ile değil aynı zamanda başkalarının namusuna zarar verecek eylemlerden de uzak durmakla olur.
Zira Kur’an’da, “Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar…”(Nur, 30) buyrularak, kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın namusun korunması emredilmektedir.
İşte genelde diğer insanların özelde de komşularımızın namusunu bu ölçütler çerçevesinde görmemiz gerekmektedir. Dinî ve kültürel değerlerimizden uzaklaşmamızın sonucu birbirimizle ilişkilerimizin zayıflayıp hatta kaybolma noktasına geldiği çağımızda kalabalıklar içinde gün geçtikçe yalnızlaştığımız bir gerçek. Komşularımız ve akrabalarımız ve diğer insanlarla ilişkilerimiz daha da zayıflıyor. Kendimizin dışındaki insanları ve onların problemlerini gün geçtikçe umursamaz oluyoruz. Huzuru, sevinci, üzüntüyü, varlığı, yokluğu bireysel bazda yaşamaya doğru hızla ilerliyoruz.
Oysa problemler, üzüntüler paylaşıldıkça hafifler, aynı şekilde sevinçler de paylaşıldıkça daha bir anlam kazanır. Ahlâkımız, ticaretimiz, sanatımız, dinlenme ve eğlence kültürümüz, insanî ve komşuluk ilişkilerimiz gittikçe yozlaşmaktadır. Babanın, evlâdından, evlâdın aile ocağından, komşunun komşudan kaçmaya çalıştığını üzüntüyle müşahede etmekteyiz.
Halimizi soracak, bir nebze olsun dertlerimizi paylaşacak babaları, evlâtları, komşu ve dostları her zaman ararız.
Derya içinde susuzluk çekmek misali, kalabalıklar içinde yalnız kalmak ne kadar da acıdır. Birbirimizin derdini dert edinmediğimiz, huzur ve mutluluğumuzu umursamadığımız günümüzde, mesajları ile paylaşımı, feragat ve diğerkâmlığı, komşularla iyi ilişkiler kurmayı imanımızla temellendiren, “Ben”i “Biz” yapan dinimizin, rahmet kaynaklı çağrılarına kulak vermekle yetinmeyip, onları hayatımıza yansıtmak durumundayız.
Not: Bu yazı Diyanet aylık Dergisi’nin Kasım 2006 tarihli nüshasından, yaklaşan Kurban Bayramında komşuluğun önemini içermesine binaen alınmıştır.