Prof. Dr. Yılmaz ÖZBEK
Edebiyat Fakültesi Dekanı
//YALAN BİR ÇIKIŞ YOLU MUDUR?
Büyüklerden böyle öğrenmişti, yalan her zaman bir çıkış yolu olarak önünde duruyordu.
Yalanı şimdi, bu illeti ona bulaştıranlara karşı kullanıyordu.
Çocukları yetişkin yaşamına hazırlamak, onları kendilerine benzetmek demekti.
İleride büyük sorunlar yaratacak da olsa yalan geçici bir rahatlama sağlamıştı anlatıcıya:
"Böylesi durumlarda çokluk en iyisi hastalanmak, kusmak ve yatağa yatmaktı.
Böyle yapıldı mı, bazen zararsız atla alabiliyordu durum.
Anne ya da kız kardeş çıkageliyor, çay pişirip veriyor, sevecenlik taşan bir özenle sarılıyor çevre, insan ağlayabiliyor, uyuyabiliyor ya da iyileşmiş ve neşesi yerinde, baş aşağı değişip esenliğe kavuşmuş, aydınlık bir dünyada yeniden gözünü açıyordu, "s. 102
Babasının baskıcı tutumundan başka bir şey değildir onu yalana, yeni suçlara iten.
Suçluluk duygusu onu eziyor ve vicdan azabı duymasına neden oluyordu.
Nasıl kurtulacaktı bu azaptan.
Kaçmanın kurtuluş olmadığını anlamıştı.
Nereye gitse onu yalnız bırakmıyordu korkulan.
En iyisi korkunun üzerine gitmekti.
İslediği suçu itiraf edecek ve bağışlanması için babasına yakaracaktı.
Bağış söz konusu değildi, cezasını çekecekti.
Baba böyle ortamlar yaratarak bundan yararlanıyor, yarı tanrı tavrını sürdürüyordu.
Onu kendine ancak böyle kul, köle, yani bağımlı yapabiliyordu.
//BABANIN İLKELERİYLE UYUM
Anlatıcı yaşama tutunabilmenin yolunun babanın ilkeleriyle uyum içinde olmaktan geçtiğini anlamıştı:
"Kendisinden ne kadar korkarsam korkayım, bazen babama başvurup, işlediğim kabahatleri yalvarıp yakararak ona bağışlatmak rahatlatıyordu beni.
Ama babamın ağzından çıkacak yatıştırıcı sözler daha değerliydi benim için, yargılayıcı vicdanımla bir barışma demekti bu. Sıkıcı sahneler, soruşturmalar, itiraflar ve cezalandırmalardan sonra babamın odasından çokluk düzelmiş ve arınmış olarak çıkıyordum.
Cezaya çarptırılıyor, korkutma ve uyarmalara konu yapılıyordum gerçi, ama ruhun yeni karar ve niyetlerle doluyor, hain kötüye karşı, güçlünün dostluğunu kazanıp güçleniyordum " s. 102
Anlatıcının kendine aykırı olan şeylere direnecek gücü yoktu.
Hem bu acı veriyordu.
En iyisi yetişkinlere benzemekti.
Yetişkinler ne yapıp yapıp çocukları kendilerine benzetirlerdi.
Bundan böyle anlatıcıya anormal görünen şeyler normal olacaktı.
Artık acı duymayacak, vicdan azabı çekmeyecekti.
Çünkü sıradanlaştı, topluma uydu.
Bundan böyle toplumun yaşam diye sunduğu her şey ne olursa olsun, nasıl olursa olsun ona doğal gelecekti. Sürüden ayrılmanın tehlikeli olduğunu anlamıştı.
//YOK OLMAKTANSA SAĞLIKSIZ KALMAK
Yok olmaktansa sağlıksız olmayı yeğlemişti, içinde yaşadığı ortam onu korkak, ürkek, güvensiz, sürekli kompleks altında ezilen biri yapmıştı.
Sürekli bir yargılanma süreci yaşıyordu.
Babasının kurduğu mahkemede yargılanıyor, yaptırımlarla yüz yüze kalıyordu. Yargılandıktan, suçunu çektikten sonra bir süre iç huzura ulaşıyordu.
Ama bu onu tatmin etmekten uzaktı.
Sarayında krallar gibi saltanat süren babasının bu tavrı ona huzur vermiyordu:
"Korkuları ve vicdan azaplarını yüzlerce kez yukarılara taşımış,inatları ve hırçın öfkeleri yukarılara götürmüş, çok vakit esenlikler ve yeni güvenlerle inmiştim aşağı.
Evimizin alt katı, annemle benim barınağım dı; masum bir hava eserdi burada.
Yukarısını ise güç ve zeka kendine yurt edinmiş, yukarıya mahkeme, tapmak ve «baba saltanatı» yuvalanmıştı, "s. 102
Şartlı salıverilmiş bir hükümlü gibi yaşamı sürekli denetliyordu.
Daha doğrusu o böyle sanıyordu.
Bu duygunun unda eziliyordu.
Ne yapsa, ne etse suçlu hissediyordu kendini.
Aşağılanmanın, azarlanmanın, cezalandırmanın korlardan, vicdan azabından kurtulma yolu olduğunu, bu eğitim anlayışının toplumda kökleşmiş olduğunu artık biliyor
Acılar içinde öylesine kıvranıyor, baskılar altında öylesine iliyor ki bir an önce ceza ve şiddetin barınağı olan yetişkinin dünyasına sığınmak istiyordu.
İçindeki şeytana uyuyor kahramanımız ve incirleri çalıyor.
//KURALI GÜÇLÜ OLAN BELİRLER
Elbette, neyin suç, neyin olduğunu yetişkinler karar verir.
Kuralları onlar belirler.
Her şey onların insafına kalmıştır.
Eğer kendisi de böyle yetişirse, aynı yoldan yürüyecektir.
İçindeki şeytan nedir, nereden gelmiştir?
Yetişkinlerin dayatmalarına karşı çocukta gelişen direnç, kin ve nefret fil midir şeytan? Toplumun ürettiği, insana bulaştırdığı |an başka nedir şeytan?
Anlatıcı da şeytana uyduğunu suç ediğini benimser hale gelmiştir.
Şeytanı yaratan, 10 yaşındaki bir çocuğun içine yerleştiren toplumdan, yetişkinlerden başka kimdir?
Yazar öykü boyunca okurun vicdanına seslenerek onlarda çocuklara karşı bir duyarlılık oluşturma ve kendilerini sorgulama olanağı veriyor.
Anlatıcının şu yakınmalarına hangi yürek duyarsız kalabilir:
'Bir gelip kurtaran çıkmıyor beni, içimdeki şeytanın istemden başka türlü davranamıyordum. Suçluluk duygusu midemi, kasıp büzüyor, parmak uçlarımı soğutuyor, yüreğim korkuyla pır pır ediyordu.
Henüz ne yapacağımı ne edeceğimi bildiğim yoktu.
Bildiğim tek şey, kötü bir durumdaydım." s. 103-104
Anlatıcı ölümü bir kurtuluş, yetişkinlerin soğuk, ürkütücü, iğrenç, sahte dünyalarından bir kaçış olarak görmeye başlıyor:
"Zehir içmek, evet, en iyisi buydu, ya da kendimi asmak.
Zaten ölmek yaşamaktan yeğdi.
Çünkü her şey öylesine uydurma ve iğrençti kil Kitaplığın önünde dikiliyor ve düşünüyordum, "s. 107
Anlatıcı kendini işe yaramaz biri olarak görmeye başlıyor.
Çevre ona ne güven duygusu vermiş, kendini geliştirmesine olanak tanımış, ne de ruh sağlığı için gerekli olan sevgiyi, ilgiyi göstermişti.
Onun bu dünyada bir yeri, bir önemi olduğunu ona hiç kimse duyumsatmamıştı.
Her şeyle uğraşıyor, ama hiçbir şeyin üstesinden gelemiyordu.
Yeteneklerini ortaya çıkaracak, ilgisine göre yön bulacak bir ortama hiç sahip olmamıştı. Yüzleştiği her başarısızlıkta bunun acısını duyuyor ve şöyle yakınıyordu:
"Bense, hangi işi verseler elime yüzüme bulaştırıyor, hep acele ediyor, hiçbir şeyi gereği gibi kıvıramıyordum.
Tahta işlerinde böyle, yazdığım yazılarda, yaptığım resimlerde böyle, kelebek koleksiyonumda böyle, başka ne varsa hepsinde böyleydi durum. "s.107
Kendini işe yaramaz gören, her fırsatta aşağılanan, horlanan, bu gelişme çağında psikolojik gereksinimleri karşılanmayan çocuk için bir yol kalmıştır; büyüklerin ilgisini çekmek, bende varım demek.
//VİCDAN AZABI OLUŞTURMAK..
Bunu yetişkinlerin kurallarını çiğneyerek, yahut da kendisine zarar vererek gösterecektir. Öykü kahramanımız da bu yoldan gitmeyi düşünmektedir, kendine zarar vererek intikam almak, bu yolla onlarda vicdan azabı yaratmak istiyor:
"Derken bardak taşacak, o zaman her şey tüyler ürpertici biçimde sona erecekti.
Günlerden bir gün, tıpkı bugünkü gibi bir gün boylu boyunca kötünün batağına gömülecek, yaşamın saçma katlanılmazlığından ötürü inat ve hırsa kapılıp dehşet verici ve kesin bir adım atacaktım; dehşet verici ve kurtarıcı bir adım, korkuları ve işkenceleri sürekli silip atacak bir adım.
Nasıl bir adım olacağı belirsizdi hani; ama buna ilişkin hayaller, buna ilişkin inatçı düşünceler, birçok kez beni serseme çevirerek zihnime üşüşmüştü; öyle canice düşünceler ki, dünyadan hıncımı almamı, kendimi feda edip yok edebilmemi sağlayacaktı, "s. 108
//KALIPLAŞMIŞ KURALLAR
Hesse toplumun gelişi güzel tavırlarının, kalıplaşmış, değişmez köhnemiş kuralların peşine takılmasının bir çocuğu bile hangi noktalara getirebileceğini bu öykü aracılığı ile okurla paylaşmak ve onda duyarlılık yaratmak istiyor.
Öykü kahramanı bu toplumsal düzen içinde o kadar itilmiş, o kadar soyutlanmıştır ki sorunlarını paylaşacak, içini dökecek hiç kimse yoktur çevresinde; Ne bir arkadaşı, ne bir öğretmeni, ne de ailesinden bir kişi.
Dünya onun için bir cehenneme dönüşmüştür, topluma, tanrısal düzene isyan etme noktasına gelmiştir.
Bu toplumsal düzen içerisinde 10 yaşında bir çocuğun yapacağı bir şey yoktur.
Çocuk isyan etme, intikam alma hırsı ile yanıp tutuşmaktadır, intikam planlarını eyleme dönüştürme yerine, bunları aklından geçirerek bir rahatlamaya ulaşmaktadır:
"ipe çekilip öldüm de, öbür dünyayı boylayıp o ezeli yargıcın önüne çıkarıldım mı, asla boyun eğmeyecek, asla onun otoritesini benimsemeyecektim.
Hayır, hayır! Tüm melekler gelip dizi dizi çevresini kuşatsa, tüm kutsallık ve görkem bu yargıçtan ışın ışın etrafa saçılsa, yine yapmayacaktım böyle bir şey. isterse beni cehenneme yollasın, isterse katran kazanlarında kaynatsınlar..
Asla yargılama dilemeyecek, tenezzül edip bağışlanmamı istemeyecek yaptıklarımdan hiçbiri için nedamet getirmeyecektim.
Bana: «Şunu, yaptın mı?» diye sordu mu: «evet yaptım!» karşılığını verecek, hatta daha da ileriye gidip: «yaptığım için de pişman değilim, elimden gelse yine yaparım » diyecektim. «Adam öldürdüm, evleri ateşe verdim.
Neden mı? Hoşuma gidiyordu da, ondan.
Seninle dalga geçmek, seni kızdırmak istiyordum da, ondan.
Evet, çünkü senden nefret ediyorum ve işte yüzüne tükürüyorum senin.
Bana eziyet ettin, yapmadığını koymadın, kimsenin uyamayacağı yasalar çıkardın karşımıza: büyük insanları yarattın ki, küçüklere yaşamı zehir etsinler.» Bütün bunları açık seçik kafamda tasarlayıp, tıpkı düşündüğüm gibi davranacağıma ve konuşabileceğime kesinlikle inandım mı, kendimi bir süre tekin sayılamayacak bir rahatlık içinde buluyordum.
Ama çok geçmeden eski kuşkular yeniden sesini duyuruyordu içimde:
Acaba yumuşamayacak mıydım?
Yılmayacak, boyun eğmeyecek miydim gerçekten?
Diyelim ki, inatçı irademin buyurduğu gibi yaptım her şeyi; acaba Tanrı bir çıkış yolu bulup, yetişkinlerin ve güçlülerin her vakit becerdiği bir oyuna başvurmayacak mıydı?
Elinde bir kozla çıkıp gelerek, sonunda insanı utandırmayacak mıydı?
Dedikleri üzerinde pek durmayarak, o kahrolası iyilikseverlik maskesi altında insanı rezil ve kepaze etmeyecek miydi?
Ne yazık ki, bütün işin böyle biteceğin kuşkusuzdu.
Kafamdaki düşünceler bir o yana bir bu yana gidip geliyor, bazen benim, bazen Tanrı 'nm yenik düşmesine yol açıyor, kimi boyun eğmez bir cani aşamasına yüceltiyor beni, kimi bir çocuk ve güçsüz bir kişi duruma sokuyordu, "s.109-110
//ÇOCUKLARIN CEZALANDIRILMASI
Okul da kahramanımıza göre çocuklara ceza verilen, işkence edilen yerdi.
Çocuklar için hiçbir çekiciliği yoktu; okuldan soğumuştu; gitmemek için bahaneler arıyordu. Çocukların eğitiminden sorumlu okul, kahramanımızın gözünde önemini çoktan kaybetmişti:
"Yarın sınıfta adım okunacak, paylanıp azarlanacaktım
En iyisi derse gitmemekti; nasıl olsa bir işe yaramayacaktı gidişim.
Ama iyi düşünülmüş, ustaca düzenlenmiş ve inandırıcı bir özürle gidilirse, belki o zaman ...gelgelelim, yalan söyleme bakımından okulda ne kadar iyi yetiştiriliyorsak da, şu an bu türden hiçbir özür gelmiyordu aklıma.
Şu an yalan atacak, kafamdan bir şey uydurup çıkaracak durumda değildim.
En iyisi hiç okula uğramamaktı, "s. 111
Babası adeta bir fildişi kulesinde yaşıyordu; ayrıcalıklı bir konumu vardı.
O ne derse o olurdu.
Kimse buna karşı çıkmazdı.
Onun dünyasına sokulabilmek olanaksızdı.
Hatta suçtu. Birde, bütün ailesinden esirgediği, kendisine sakladığı, yalnız kendi tükettiği incirlere musallat olmak daha da büyük suçtu.
Kahramanımız babasının bu tutumunu şöyle yadırgıyordu:
"Ama babamın da komodinin gözünde böyle kuru incirler saklamasının ne gereği vardı, bilmem?"s. 111
Babasının bencilliği aile bireyleri arasındaki ilişkileri soğutmuştu.
Bazı maddi şeyler dışında paylaşacak bir şeyleri yoktu.
Her şey güçlüden yanaydı, her şey güçlü içindi.
DEVAM EDECEK