Dr. Hatice K. Arpaguş
Marmara Üniv. İlahiyat Fak
Popüler kültür ilk anda gündelik hayatın kültürü olarak anlaşılmaktadır. Aslında o, yöneten sınıfların belli kültürel değerleri ve gelenekleri yeni formüller altında ve egemen ideolojiler vasıtasıyla büyük çoğunluğa yansıtmaları sonucunda oluşturdukları kültür manasına gelmektedir. Söz konusu kültür amacı açısından incelemeye alındığında dar anlamda eğlendirmeyi, güzel vakit geçirtmeyi ve belli bir eğitim vermeyi hedeflediği söylenebilir. Ancak daha geniş bir perspektiften bakıldığında bu kültürün belirli bir hayat tarzının üretilmesini hedefleyen bir süreç olduğu anlaşılmaktadır. (Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Ankara 1999, s. 591; M.Ali Kirman, Din Sosyolojisi Sözlüğü, İstanbul 2004, s. 130)
Meselâ popüler kültürün oluşumunu temin eden vasıtaların en önde gelenlerinden biri olan televizyon üzerinden hareket edilecek olunursa etkisi ve meseleleri ilmî disiplinlerin birçoğuna konu olan bu görsel medya, ortaya çıktığı günden itibaren birçok tartışmayı da beraberinde getirmiştir.
Bahsi geçen tartışmalar ve televizyonun insan hayatına katkıları değişik teori ve metotlarla incelenmeye müsait olmakla birlikte, bu yazının sınırlarını aşmamak için belli nitelikleri üzerinde durmak daha isabetli olacaktır. Bunların başında da hem varlığının hem de yokluğunun insan hayatına olumsuzluklar katması meselesi gelmektedir.
Yani bugün artık öyle bir hayat standardı yakalandı ki gündelik sohbetler çoğu zaman televizyondaki belli dizi ve programlar çerçevesinde gelişmektedir. Söz konusu programlardaki konu, olay ve ifadelerin insanlar arası diyalogun ve sohbetin merkezinde yer alması, insanları çevreleriyle sağlıklı iletişim geliştirmeleri ve belirli konularda ortaklık sağlamaları amacıyla televizyon seyretmek durumunda bırakmaktadır.Böylece bugünkü modern hayatta televizyon seyretmek artık belli öğünlerinde yemek yemek gibi aslî vazifeler arasına girmiştir. Tabiî gelinen bu noktanın televizyondaki belli programları takip etmenin dışında, insan hayatına birçok yönden yansımalarının olması da doğal olarak gelişecektir. Mesela yalnızca belli program ve dizilerin takip edilmesi bile onun alışkanlık haline gelmesine sebebiyet vermekte ve kendisine bağımlı bireylerin oluşmasını sağlanmaktadır. Birbirini takip eden dizi ve programlarla sonunda televizyon insanı farkına varsa da varmasa da belli merkezden idare edilir ve onun istediği şeyleri düşünüp onun yönlendirmesi muvacehesindeki zevkleri edinir duruma getirmektedir.
Neticede bugün artık yazın tatil yapmak içindenize gitmek tek dinlenme vasıtası halini alırken, belli kıyafetleri giymek ve saç modelini uygulamak da modern insan imajının olmazsa olmazları arasına girmektedir.
Birbirinden habersiz sessiz ve büyük yığınlar neredeyse tamamen birbiri gibi giyinme ve eğlenmekte ve bu süreç gittikçe birbirine benzer tiplerin oluşumuna zemin hazırlamaktadırlar. Mesela televizyon bugün doğrudan farkına varılmasa da moda sektörünün bilgilendirme ve yönlendirme karışık işleviyle birlikte gömleklerin çizgili mi, ekose mi olduğundan tutun da saçların rengine ve uzunluğuna kadar hayatın hemen her safhası hakkında karar veren bir mekanizma halini almaya başlamıştır. Mesela bunun test edilmesi için aile albümlerine şöyle bir göz atmak bile yeterli olacaktır. Oradaki kıyafet ve saçların hızla değişip bugün yerlerine yenilerinin aldığı ve çok kısa bir sürede televizyonun insan hayatına girmesiyle birlikte merkezden en ücra köşeye kadar hızlı bir değişimin yaşandığını gözlemlemek mümkündür.
Neticede bugün artık hanımların anneleri veya büyük anneleri gibi saçlarını örmesi modern insan imajına uymadığından onun yerine sık sık saçını boyaması ve hemen her köşe başındaki güzellik merkezlerine gitmesi kendini iyi hissetmesinin gereklilikleri arasında yer almaktadır.
Şüphesiz verilen bu örneklerden hareketle televizyonun insan hayatını hızla değiştirmesinin ne mahzuru olabilir gibi bir soru akla gelebilir. Ancak mesele değişmekten ziyade insanların modern dönemde özgür olmaları adı altında hedef ve mecrası önceden kestirilemeyen belli merkezlerden yönetilmeye ve hep birbirine benzetilmeye başlaması noktasında düğümlenmektedir.
Aslında modern dönemin önde gelen argümanlarının başında özgürleşme ve bireyselleşme geldiği halde televizyonla bu durum hiç de öyle olmayıp, fert önce içinde yaşadığı toplumdan koparılıp bireyselleşmekte, sonra birbirinden habersiz bireylerin bir araya getirdiği yeni bir grubun üyesi olmaktadır. Ancak bu yeni topluluk geleneksel dönemde olduğu gibi birbirlerini tanıyan fertlerin belli bir mekânı paylaşması şeklinde değildir.
Bunun yerine bireyler sınırları ve mekanları belli olmayan ve birbirlerinden haberdar olmadıkları global bir topluluk içinde yaşamaya, birbirine benzer kıyafetler giymeye, birbirine benzer yerlerde eğlenmeye başlamışlardır. Bu durumun dinî hayata yansımasına gelince bu husustaki değişiklik ve gelinen noktayı sıradan nesiller arası farklılıklardan gözlemlemek mümkündür. Ancak müşahhas bazı olayların irdelenmesiyle meseleyi anlaşılır kılmak daha isabetli olacaktır.
Mesela dinde iyi insan modeli tanımlamasına giderken kısaca, Allah’ın varlığına inanıp yaşantısında bir gün O’na hesap vereceği sorumluluğunda olan, dolayısıyla dünyevî müeyyide ve insanların bulunmadığı yer ve zamanda dahi Allah’ın emirlerini yerine getiren, hem cinslerine olduğu gibi diğer varlıklara da saygı duyan insandır şeklinde bir tasvire gidebiliriz. Ancak bugünkü hayat standartlarında aynı soru cevaplandırılırken sıralananlar arasında ise maddi açıdan müreffeh olmak, belli mevki ve makamda bulunmak, lüks araba sahibi olmak, markalı giyinmek gibi hususların geldiğini, yine çevremizden yapabileceğimiz basit gözlemlerle elde edebiliriz.
Tabii bunun neresi kötü diye bir sorunun akla gelmesi de muhtemeldir. Ancak iyi ve ideal insan olmak madde,mevki ve markaya endekslenince artık herkesin iyi insan olmak için ister istemez bu tür meziyetlere sahip olmaya çalışması kaçınılmazdır. Fakat toplumun genelinin teknolojinin dev adımlarla ilerlediği bir zamanda bu tür nitelikleri elde etmesi ya mümkün değildir ya da çok uzun bir süre çalışmayı gerektirmektedir.
Normalde sıraladığımız bu tür maddi hususlar, insan hayatında kaliteyi temin eden vasıta ve araçlarken, var oldukları seviyeden alınıp hedef haline konulunca, kaçınılmaz olarak toplum tüm katmanlarının bunu gerçekleştirmeye ve legal ya da illegal olduğuna dikkat edilmeksizin tüm yollara başvurmaya başlaması muhtemeldir, hatta bugün bu husus vakıa haline gelmiştir. Nitekim hedef bu şekilde ortaya konunca bir anlamda zımnen tüm yolların mubah olması durumu da söz konusudur. Mesela magazin programları sayesinde ideal kilo ve boyda, televizyonların onayladığı kıyafetleri giyinen kişilerin göz kamaştırıcı hayatları, evlenmeleri,boşanmaları, kiminle beraber yaşadıklarından tutun, kullandıkları arabaların markalarına, hangi tür mekânlarda eğlendiklerine, kilolarına, yaptıkları diyetlere ve evlerinin dekorasyonlarına varıncaya kadar hayatlarındaki tüm ayrıntıları öğrenmek mümkündür.
Nitekim söz konusu programlar vasıtasıyla onları her gün evlerimize misafir etmekle kalmadık hatta ana haber bültenlerine konu edinmek suretiyle hayatımızın en mutena köşesine yerleştirdik. Onları her gün evimize öyle bir misafir ettik ki artık her gencin onlar gibi yaşayabilmeleri özlenen ideal halini aldı, dolayısıyla gençlerin hemen hepsi bu tür hayatı elde edebilmek için kısa yoldan köşeyi dönüp maddi güç ve imkanlar sağlamayı, elindeki imkanları sonuna kadar kullanmayı, hatta elinde imkan yoksa kimse görmeden almayı, çalmayı yada kapkaç yapmayı da kendisi için normal gördü.
Gösterilen hayat öyle cazip öyle pırıltılıydı ki bu tür yollara başvurmak artık kaçınılmaz olmuştu. Fakat aynı televizyon kanalları bunu gerçekleştirmenin legal yolunu da gösterip birbirinden değişik isimlerdeki yarışmalarla özlenen pırıltılı hayatları elde etmenin yollarını açtı. Bu amaçla düzenlenen yarışmalara binlerce genç akın ederek hayatlarının fırsatını yakalamak için kıyasıya birbirleriyle yarışmaya ve kendini göstermenin yada ispat etmenin yollarına başvurmaya başladı. Ancak yarışma programları bununla da kalmadı, genç kızları ve erkekleri yada anne ve oğulları aynı ev içine kapayarak onların orada yaptıklarından bizleri mahrum etmemek için yirmi dört saat onların kavgalarından,birbirlerine karşı muamelelerine, bağırmalarına,çıldırmalarına, hatta ölüme giden yollarına varıncaya kadar hayatlarındaki tüm ayrıntıları bizlere seyrettirdi.
Şüphesiz yapılanlar bununla da kalmadı, masumane bir şekilde kadınların sesini duyurma adı altındaki hanım programları vasıtasıyla da aile hayatları, aile içi anlaşmazlıklar kısacası bir zamanlar aile mahremiyeti denilen şeyler televizyon ekranlarından umumun meselesi haline getirildi. Tabiî bu sırada insanların birbiriyle olan anlaşmazlıkları, kavgaları, birbirlerini dövmeleri, yaralamaları hatta gerekirse öldürmeleri de bu programların akışında yer alabildi.
Sıradan bir insan oturup bizim televizyon programlarını seyrettiğinde toplum olarak delirdiğimiz ya da çıldırdığımıza hükmedebilmektedir. İşte bir taraftan bütün bunlar olurken diğer taraftan yeni yetişen nesillere iyilik ve ahlâkî meziyetlerden bahsetmek ve ahlâklı veya erdemli olmanın yüceliğinden dem vurmak hem boş ve anlamsız, hem de kendi içimizde açmazlarımızın olduğunu göstermektedir. İşte televizyonun bugün hayatımıza kattıklarını kısaca tasvirini yapmaya çalıştıktan sonra elimizde sihirli bir değnek olmadığı ve televizyon programlarını değiştirebilme gücüne sahip olmadığımız gerçeğini unutmamak kaydıyla ne yapabiliriz diye düşündüğümüzde, önümüzde çok fazla alternatif bulunmamaktadır. Ancak alternatifimizin olmaması durumunda hali pür melalimiz ne olacak diye hayıflanıp karamsar olmamızı da gerektirmemektedir.
Bunun yerine realitenin iyi bir tahlil ve değerlendirilmesinden sonra çözüm yolları aramaya gitmek en isabetli yol olacaktır. Buradan hareketle yapılması gereken en iyi şey, özellikle yetişen yeni nesiller, yani çocuk ve gençler üzerinde daha ihtimamlı olmaktır. Mesela bugün psikologlar çocukların ebeveyn olmaksızın televizyonla baş başa kalmalarını çocuk açısından doğru bulmamakta, tamamen yasaklamak da doğru olmadığından eğer çocuklar televizyon seyredecekse anne baba gibi büyüklerinin de onlara arkadaşlık ederek seyrettikleri şeye açıklama getirmelerini tavsiye etmektedir. Nitekim bu amaçla fıtrat üzere doğan ve daha sonra annesi babası tarafından Müslüman ya da Hıristiyan yapılan çocuğa dikkat çeken nebevi hadisten hareket etmek faydalı olacaktır. Söz konusu hadis, ailenin çocuklar üzerindeki etkisine işaret etme yanında çocuğun dinî ve ahlâkî şekillenişinde aile ve çevrenin önemini de ortaya koymaktadır. Çünkü çocuk çevresinden edindiği izlenimlerle öğrenen ve öğrendikçe büyüyen bir varlıktır.
Çocuğun öğrenmesiyle alakalı teoriler ve tartışmalar belli başlı özel bir alan olmakla birlikte biz bunlardan sadece model edinme, taklit ve özdeşleştirme üzerinde durmanın yeterli olacağı kanaatindeyiz. Mesela psikanalitik ahlâk ve sosyal öğrenme teorisine göre öğrenme yollarından birisi model edinme yoluyla gerçekleşmektedir.
Model edinme de özdeşleşme ve taklitle olmaktadır. Özdeşleşme bir kişinin kendisini bir başkasıyla bir tutması hatta ayniyet sağlaması halidir. Taklit ise bir kimsenin kendisiyle özdeşleştirdiği kişinin davranışlarını kendi davranışları olarak benimsemesidir. (Erol Güngör, Değerler Psikolojisi, İstanbul 1998, s.57, 60) şahıslar arası benzerliğe dayanan taklit ve özdeşleşmede de bir çeşit niyetsiz ve farkında olmadan öğrenme söz konusudur. Bu durumda kişi bir başkasını bir vasfından dolayı taklit ederken ondaki diğer vasıfları da farkına varmadan taklit eder. Dolayısıyla özdeşleşmenin bilinçli ve metotlu bir öğrenmeyle başlayan bir olgu olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Çocuk kendini belirli bir modelle özdeşleştirirken, bu olaydan haberdar değildir. Bu açıdan özdeşleşme, mesela bisiklet kullanmayı öğrenmeye benzer. Özdeşleşme süreci içinde çocuk, önündeki modelin karakteristiklerine uygun olarak duyar,düşünür ve hareket eder. (Haluk Yavuzer, Çocuk ve Suç,İstanbul 1996, s. 115) şüphesiz bu süreçte çocuk için önemli olan seçilen modeldir. Bundan başka çocukta dürtülerini dizginleme yeteneği çok zayıf olduğundan televizyondaki dizi kahramanın şiddete yönelik davranışları, çok kolay bir şekilde ondaki saldırganlık dürtülerini harekete geçirebilir.İşte bu realiteden sonra çocuk ve televizyon ikilisi düşünüldüğünde gösterilecek ihtimamın derecesi de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Çünkü gölgelerin gücü adına Heeman, Pokemon, Harry Potter gibi kahramanlarla yetişen çocuklardan ahlâkî değer ve erdem beklentisinde olmak çok da isabetli görünmemektedir. Ya da film icabı da olsa şiddetin, insan öldürmenin gayet sıradan bir hadise olarak işlenmesi, tabiî olarak hayata yansıyacak ve çocuklar arkadaşlarıyla oynarken kavga ettiklerinde rahatlıkla birbirlerini bıçaklayıp öldürme teşebbüsünde bulunacaklardır.
Çünkü onlar televizyonda büyüklerinin birbirleriyle anlaşamadıklarında birbirlerini yok etme ve öldürmelerini birçok defa seyrettiklerinden kendileri de anlaşamadıklarında tabiî olarak aynı yola başvurmaktadırlar. Aslında normalde mensubu bulundukları din eğer onlara öğretilmiş olsaydı, o dinde canın kutsal olduğu, Allah’ın verdiği canı ancak Allah’ın alabileceği anlayışını, bir hayvanın kesilmesi sırasında bile uyulması gereken bazı esasların bulunduğu ve saygının esas olduğunu öğrenmiş olurdu.
Mesela yeri gelmişken bu konuyla ilgili hadislerden bazısını zikretmek faydalı olacaktır: “Helak edici yedi şeyden birisi Allah’ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmektir.” (Buharî,Vesaya, 23) “Haksız olarak öldürülen her kişinin kanından bir pay, Âdem’in ilk oğlu (Kâbil’e) ayrılır. Çünkü o, insan öldürme çığırını ilk başlatan kişidir.” (Buharî, Cenâiz, 33)“Müminin öldürülmesi Allah katında dünyanın zevalinden daha büyük bir hadisedir.” (Neseî,Tahrim, 2, 783)“Allah Teâlâ her varlığa iyi davranılmasını emretmiştir. Öyleyse canlı bir varlığı öldürmeniz gerektiğinde, bu işi can yakmayacak şekilde yapın.Bir hayvanı boğazlayacağınız zaman, ona eziyet vermeyecek güzel bir şekilde kesin. Bu işi yapacak olan kimse bıçağını iyice bilesin, hayvana acı çektirmesin.” (Müslim, Sayd, 57)
Mesela son hadis âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’in yaşayan her varlığa karşı insanın beslemesi gereken iyilik duygusu, hayvanları boğazlarken bile ortaya çıkmaktadır. Hatta bu hadis kurbanlık hayvan kesim yerine götürülürken itilip kakılmamasını, kesilmeden önce su verilmesini, yere yatırılırken hırpalanmamasını, kesilen hayvanın diğer hayvanlara gösterilmemesi, kesimde kullanılacak bıçağın gayet keskin olması, bıçağın hayvanın yanında bilenmemesi gibi esaslara dikkat edilmesini gerektirmektedir.
NOT: Bu yazı Diyanet aylık Dergisinin 2006 Şubat sayısından önemine binaen alınmıştır.