Prof.Dr. Yılmaz ÖZBEK
YAŞAMIN ANLAMI
Kısacası yazar bu roman aracılığı ile okura yaşamın anlamını sorgulatıyor.
Demian (1919) romanında da toplumun eğitim anlayışı sorgulanıyor.
Kendini geliştirme ve gerçekleştirme çabası içinde olan bir gencin önüne çıkan engeller söz konusudur bu romanda.
Eskimiş, modası geçmiş değerlere, ailenin köhnemiş kurallarına ve toplumun baskılarına getirilmiş eleştiri olarak ta görülebilir bu yapıt.
Yazar kendi gençliğinde yaşadığı acıları, duyumsuzlukları öyküleştirmiştir burada.
Bir çok yapıtta olduğu gibi Rosshalde (1914) romanında da sosyal yaşamını sağlıklı bir şekilde düzenleyemeyen bir ressamın yaşamı, çelişkileri, bunalımları anlatılıyor.
Burjuva yaşamına ayak uyduramayan ressam düşe kalka yürüttüğü evliliğini, karısı ile arasında bağ görevi üstlenmiş olan oğlunun ölümüyle bitiriyor.
"Bir sanatçıyı ancak yaratıcı gücü, yarattıkları yaşama bağlayabilir" tezini Hesse bu romanda işlemektedir.
//BOZKIR KURDU
Bozkır Kurdu (1927) romanında ruhsal yalnızlık, yabancılaşma Harry Haller'in kişiliğinde yansıyan çağın rahatsızlığıdır. Bir bozkır kurdu ile benzeşiyor kahramanımızın yaşamı. Kalabalıkta yalnız hissediyor
Haller kendini; çünkü farklı bakıyor ötekilerden dünyaya.
Yer yer hezeyanları olan, aşırı duygusal, kuşkulu biri Haller.
Yazarın yaşadığı zamanın tipik bir simgesi olmasa da geleceğin insanının ilk modeli gibidir. Baskıcı eğitim anlayışını da eleştiren Hesse, bu anlayışın sorunlu, sağlıksız insanlar ürettiğini ima' ediyor. Moderr dünyanın hızlı değişimine yenik düşmüş, ruh sağlığı sallantı da olan çağımızın insanı kendini sorgulama olanağı buluyo bu romanda.
Narziss und Golmund (1929-30) romanında da yazar iki farklı kişilik yapısına sahip kahramanlar yaratıyor. Kendini yaşamın keyfine kaptıran, sürekli bir yerde kalamayan, düzensiz bir yaşam süren, bohem yaşamının iniş çıkışlarıyla hırpalanan Heykeltıraş Goldmund'u ve düzenli bir yaşamı olan, amaçları doğrultusunda çabalayan, başpapazlığa kadar yükselen Narziss'i iki farklı kişilik olarak sunan yazar yaşamı farklı boyutlarıyla sorgulatıyor okura.
Karşıt tipler, karışık yaşam biçimleriyle yazar aynı zamanda çağın ruhunu, dolayısıyla kendi ruhsal portresini, dünyayı sorgulayış biçimini sunuyor bize.
Hesse, bütün yapıtlarıyla varmak istediği amaca Boncuk Oyunu (1943) yapıtıyla yaklaşmıştır. Nobel Edebiyat ödülü almasında Boncuk Oyunu'nun büyük katkısı vardır Hemen hemen bütün yapıtlarında olduğu gibi burada da ana konu eğitimdir. Oyun da bir eğitim biçimi olarak bu yapıtla yerini almıştır. Roman kahramanı Josef Knecht'in çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemlerinin işlendiği tipik bir gelişim romanıdır Boncuk Oyunu. Akıl ve duygu hep karşı karşıya getirilmiştir roman boyunca. Bu iki zıt duygu daha sonra Knecht'in yaşamında bir uyum oluşturacaktır.
//ÇOCUKLUK DÖNEMİNİN DUYGU YOĞUNLUĞU
Çocukluk döneminde duygu yoğunluğu, gençlik döneminde eleştirel akıl, yetişkinlik döneminde ise akıl ve duygu bir uyum oluşturarak Knecht'in huzura erişmesini sağlamaktadır. Boncuk oyunu ustalığını bırakarak kendini öğretmenlik mesleğine adayan Knecht, öğrenci ve öğretmen arasındaki mesafeyi küçültmeye çalışması bakımından çağdaş eğitimin öncülerindendir.
Çocuk Ruhu öyküsünün çözümlenmesi:
Hesse bir çok yapıtında olduğu gibi Çocuk Ruhu adlı öyküsünde de yaşadığı çağın sorunlarıyla, değişen yüzü ile hesaplaşmaktadır.
Eğitim sorunsalı, kuşakların anlayış farkı, yetişkinlerin çocuklara karşı sergiledikleri sağlıksız yaklaşımlar, kalıplaşmış yaşam tarzı, köhnemis kurallar bu öyküde öne çıkan konulardır.
Bu öykü Hesse'nin kendi çocukluk günlerini anlatmaktadır.
10 yaşında yaşama sevincini kaybeden, intihar etmeyi bile düşünen bir çocuğun iç çalışmalarıyla, iç hesaplaşmalarıyla yüzleşiyoruz burada.
//TOPLUMSAL DAYATMALAR
Toplumsal dayatmalar ve bunların çözdüğü karşı direnç kahramanımızda suçluluk duygusuna ve vicdan azabına yol açıyor. Kendini günahkar gören, özgüvenini yitirmiş, yetişkinlere güvenmeyen, kendini sürekli insanlardan soyutlayan, giderek çevreye ve kendine yabancılaşan bir çocuğun yalnızlığına, acılarına, mutsuzluğuna tanık oluyoruz bu öyküde.
Yazar başarılı ruh çözümlemeleriyle okura, çocuğun korkularının, endişelerinin kaynaklarına giden yolu açıyor ve yetişkinlerin bilinçsiz tavır ve yaklaşımlarının çocukların dünyasında ne gibi olumsuzluklara neden olacağını gösteriyor.
Öykünün kahramanı Ben- anlatıcıdır. Onun ağzından öğreniyoruz olanı biteni.
Baştan sona kadar bir ruh çözümlemesi olan öyküde babasının birkaç kuru incirini çalan bir çocuğun korkularıdır öykünün özünü oluşturan.
Yazarın anlatım tutumu eleştireldir; çocukların yanında yer almıştır.
Yetişkinleri sevimsiz göstererek, çocukları haklı çıkarmaktadır.
Çocukların olumlu veya olumsuz tüm davranışlarının sorumlusu yetişkinlerdir.
Bilinçsizce sergilenen bir tavrın çocukların dünyasında ne kadar büyük yıkımlara neden olacağını bu öyküde bir kez daha görme olanağına ulaşıyoruz.
Daha çocuk yaşında yaşadığı ortamın sıkıcılığından bunalmıştı; yaşadığı ev kahramanımıza çok sevimsiz geliyordu. Her şey ona babasının soğuk ve itici tavırlarını anımsatıyordu:
"Baba denen, ağırbaşlılık ve otorite denen ceza ve vicdan rahatsızlığı denen şeyden bir parçaydı sanki. "s. 96
//KASVETLİ EV BETİMLEMESİ
Daha öykünün başında yazar çok kasvetli bir ev betimlemesi ile karşılıyor okuru. Öykünün kahramanı ve anlatıcı figür olan çocuk içinde bulunduğu ruh halinin ne kadar kötü olduğunu çevre betimlemeleriyle veriyor. Çocuk yaşında yaşama sevincini yitirmesine neden olan okul çevresi, yetişkinlerin dünyası, daha doğrusu yüzleştiği her şey onu sıkıyor, onu boğuyor ve yaşamı çekilmez yapıyor.
Yetişkinlerin çocuklara sunduğu bu acımasız, boğucu atmosferin çocukların dünyasında yaptığı yıkıma tanık ediyor bizi anlatıcı:
"Öyle bir duygu ki, zamanın sonsuzluğu, bizim hep böyle ufak ve güçsüz kalacağımızı, bu pis kokan budalaca okul boyunduruğundan yakamızı bir türlü kurtaramayacağımızı, yıllar ve yıllar geçse de bunun bir türlü üstesinden gelemeyeceğimizi, tüm yaşamın anlamsızlığını ve tiksindiriciliğini söyler durur bize. "s. 96
Sevgiye, hoşgörüye en çok ihtiyaç duyduğu bir çağda, bırakın bunlara sahip olmayı tam tersi bir tutumla sürekli yüzleşen çocuk kahramanımız ona sunulan ortamla bunalıma itiliyor ve sürekli ağır bir baskı altında eziliyor: " Her şey bir araya gelmiş, benim öteden beri aşinası bulunduğum çaresizlik ve umutsuzluk duygusunu yine dirilt-miştiiçimde, "s. 96
Onun bir değer olarak görülmemesi, en küçük ilginin esirgenmesi onu okuldan ve çevresinden soğutmuştu. Bu yaşta ona sunulan yaşamın ezici baskısını küçücük yüreğinde hep duymuştu. Anlatıcı varlıklı bir ailenin çocuğuydu, maddi gereksinimleri yerine getiriliyordu, ama sevgiyle, anlayışla şımartılmamıştı.
Yokluklarla boğuşan, bir çok sıkıntıyı göğüsleyen çocuklara imreniyordu. Onun sahip olamadığı bir şeye sahipti onlar.
Yaşamın içinde bir çok zorluklarla karşılaşmalarına karşın ruhları özgürdü onların. Kahramanımız gibi ailesinin anlamsız kısıtlamalarından bunalmıyordu onlar.
//DİSİPLİN ADI ALTINDA SUNULAN KALIPLAR..
Disiplin adı altında ona sunulan kalıplar, sınırlamalar onun ruhunu tutsak ediyor, yaşama sevincini elinden alıyor, gerçek yaşamdan soyutlayarak köklerinden koparıyordu. O çocuklar bir çok şeyi yaşamla boğuşarak öğreniyorlar, zorluklara karşı koyacak direnci buluyorlardı kendilerinde. Bunlar anlatıcının özlemini duyduğu, ama sahip olamadığı, hiçbir zamanda sahip olamayacağı şeylerdi.
Oskar kısa süre önce arkadaşlık kurduğu birisiydi. Arkadaşlığı da çok kısa sürdü. Oskar bütün yokluklara karşın yaşama sevinci olan biriydi. İçten içe ona imreniyordu:
"Beni onda kendisine çeken şahsı değil, bir başka şeydi: diyebilirim ki, onun kendi gibilerinde, kendi yaradılışmdaki hemen bütün oğlanlarda rastlanan özelliklerdi bu, belli bir yüzsüzlüğü içeren yaşama sanatıydı; pratikte karşılaşılan küçük sorunları bilip tanımaydı; paraya, mağazalara ve atölyelere, mallara ve bunların fiyatlarına, mutfak, giysi vb. nesnelere aşinalıktı. Okulda dayak yeseler canları acımaz görü-nen, uşaklar, arabacılar, fabrikadaki işçi kızlarla akrabalık yada dostluk ilişkisi içinde yaşayan Oskar gibilerin dünyada benimkinden daha değişik ve güvenli bir yerleri vardı.
Adeta benden daha yetişkin durumdaydı hepsi; babalarının günde kaç para kazandıklarını biliyorlardı.
Ayrıca benim acemisi bulunduğum daha bir sürü şeyin farkındaydılar kuşkusuz.
Bazen öyle söz ve nüktelere gülüyorlardı ki ben bunların anlamıyordum.
Üstelik benim göze alamayacağım gibiydi gülüşler; çirkin ve kaba, ama yetişkin ve «erkeksi». Kendilerinden daha zeki olmak, okulda daha çok şey bilmek, karşılarında bana bir üstünlük sağlamıyordu.
Daha iyi giyinmem, saçlarımı daha iyi taramam, elimi yüzümü temiz tutmamın da, yine bir üstünlük sağladığı yoktu. "s. 98
//EĞİTİM VE YAŞAM HAZIRLIĞI
Eğitim adına, yaşama hazırlama adına ailesinin ona sunduğu yapay dünyanın kurallarından sıkılmıştı kahramanımız. Yazar bize burada yaşamın içinde olarak, zorlukları göğüsleyerek çocukların ancak yetişkin yaşamına kendilerini hazırlayabileceklerini duyumsatıyor. Hesse'nin kendisi de bu tür kuralların kurbanıydı zaten.
Okuldan ve yetişkinlerin ona sundukları dünyadan sıkılmış ve başarılı bir öğrenci, ailesinin gururlanacağı bir çocuk, bir genç olamamıştı.
Zorlamalar, dayatmalar onda karşı direnç doğurmuştu.
Babasından çaldığı kuru incirler onun için fazla bir şey ifade etmiyordu.
Onu bu eyleme sürükleyen, babasının görkemli dünyasını kuşatan duvarlarda bir gedik açmaktı; onun duyarsız yüreğine, yasaklarına, bencilliğine, ayrıcalıklı konumuna çocukça bir ayaklanma, direnme idi.
Aslında yaşamında ters giden bir şey yoktu, her şey her zamanki seyrinde akıp gidiyordu. Kimsenin de bu gidişten yakındığı falan yoktu.
Onun duyarlı yüreği başkalarındanfarklı olarak olanı biteni sorgulatıyordu.
Bu ona mutsuzluk getiriyordu.
//HOŞGÖRÜSÜZLÜK VE KESİN OTORİTE
Genel olarak var olan yaşam anlayışı, yetişkinlerin davranışları, özellikle de kendi aile yapısı, ailede tek otorite olan, her sözü tanrı buyruğu sayılan babasının hoşgörüsüz, sevgisiz tavrı onun yaşamını alt üst etmeye yetiyordu; kendini yalnız hissediyor, farklı bir pencereden dünyaya bakıyordu.
Onun acıları farklı oluşundan, yaşama farklı bakışından, yalnızlığından, güven duygusundan yoksun oluşundan kaynağını alıyordu:
"Oysa ben hep dışarıdaydım, hep kıyıda kenarda kalacaktım; tek başıma, güvensiz, sezgilerle dolu ve bir kesinlikten yoksun yaşayıp gidecektim hep. "s. 98
Geçirdiği her gün aynıydı; onu sevindirecek, ona sevimli gelecek hiçbir şey yoktu yaşamında; tek düzelikti onun en çok huzurunu bozan; yaşamın çirkinliklerine katlanmak gücünü kendinde bulamıyordu; Yetişkinlere doğal gelen bu ortam onu korkutuyordu:
"Büyüklerinki de olmak üzere sürekli alışkanlık kokuyordu yaşam; her şey kepazenin ve bayağının zafer kazanmasını sağlayacak gibi düzenlenmişti, "s.99
Anlatıcı yetişkinlerin iki yüzlü tavırlarına, çocuklara karşı sergiledikleri sevgisiz, anlayışsız tutumlara, aşağılamalara eleştirel yaklaşıyor, öğretmenleri, yetişkinleri ve tüm toplumu suçluyor, yargılıyor, anlamsız tutum ve davranışlara bir anlam veremiyordu:
"Baş belası ve iğrençti bu yaşam, sahteydi, tiksindiriciydi. Büyükler, sanki dünya dört başı mahmurmuş da kendileri yan tannymış, biz çocuklarsa pislik ve süprüntüden başka bir şey değilmişiz gibi davranıyordu. Ah şu öğretmenler! insan, evkle, tutkuyla ise koyuluyor. Yunanca kuraldışı fiillerin ezberlenmesinde ya da üst başın temiz tutulmasında olsun, anne baba sözünün dinlenmesinde ya da tüm acı ve aşağılanmaların gık demen göğüslenmesinde olsun, dürüst ve coşkulu atılımlarda bulunuyordu, "s.99
Yetişkin desteğine, güven duygusuna en çok gereksinim duyduğu bir çağda babası tarafından yüzüstü bırakılması onda büyük sarsıntılar yaratmıştı. Yaşama sevinci yok olmuş, güvendiği, sığındığı kaleler birer birer yıkılmıştı.
Okul, baba evi, daha doğrusu onu kuşatan çevre, onun gereksinim duyduğu sıcaklıktan yoksundu; kime güvenecekti?
Kendini bu dünyada yapayalnız görüyordu; her zaman sığınacak bir liman olması gereken yuvası, baba ocağı, ana kucağı onu bağrına basmıyor, kendinden itiyordu, daha doğrusu anlatıcı böyle duyguların baskısı altında eziliyordu.
Anlatıcının kusur bile sayılmayacak bir tavrı büyük bir suç olarak görülüyordu; hem de bu babası tarafından yapılıyordu.
Çok basit bir suç yüzünden alacağı ceza değildi asıl onu ürküten.
Onun için asıl yıkım en yüce, en saygıdeğer konumda olması gereken yetişkinlere olan güveninin sarsılması idi. Kin duygularının yüreğinde kabarması onun sağlıklı düşünmesini engelliyordu. Bu koşullarda gelecek ona artık güzel şeyler getirmekten uzak görünüyordu.
Anlatıcı büyük bir acı içinde kıvranıyor, intihar etmeyi bile düşünüyordu.
Bütün suçu babasının çekmecesinden birkaç kuru incir yürütmekti. Kuralların dışına çıkmış, babasının ondan esirgediği şeyi izinsiz almıştı.
Bu büyük bir suçtu, kuralları çiğnemişti. Yakalanacağı korkusu yaşamını zehir etmişti. Bir çıkış yolu arıyordu. Bazen bir hastalığa sığınmak, büyüklerin ilgisini çekmek işe yarıyordu.”
DEVAM EDECEK