Dr. İsa Kayaalp
A.İBADET BOYUTU
Kurban bayramı, İslâmiyet’in iki büyük bayramından biridir. Ramazan bayramı otuz gün tutulan oruçla irtibatlandırılırken kurban bayramı, adıyla özdeşleştiği “kurban” niyet ve eylemiyle Müslümanlar arasında kutlanır. İslâm inancına göre“Müslüman olmak” bir tercih meselesidir. Dolayısıyla insan hiç de kolay olmayan “imanî” bir olguyu gerçekleştirerek, yaşadığı hayatı bu seçiş çerçevesinde anlamlı hâle getirmek ister. Eylemlerini formel ve informel ibadetler şeklinde sınıflandıran Müslümanın hayatında kurban formel ibadetler kategorisinde yer alır. Daha başka bir anlatımla, bir Müslümanın gerçekleştirdiği her eylem“ibadet” bilincine dönüştüğü zaman anlam kazanır. Bu sebeple her eylemin, yaratıcının rızasına yönelik olması gerekir. Eylemlere anlam ve lezzet katan “ibadet şuuru” içinde gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu şuurdan uzaklaşan eylemin “lezzet”i olmadığı gibi eylem de ruhsuzlaşır. Müslüman, bütün yapıp etmelerini ibadet şuuruyla gerçekleştirmeyi yaratıcı ile sözleşmesi sırasında açıklamış, ve bu sözün takipçisi olacağını hür iradesiyle belirtmiştir. İşte bu inanç çerçevesinde maddî bir birikime sahip olan Müslüman bireyin, eylemlerinden biri de kurban ibadetidir. O, ya kurban ibadetini gerçekleştirir ya da maddî imkânlarını iyileştirerek gerçekleştirmeyi kendine amaç edinir. İkinci basamaktan birinci basamağa yükselmek istemesinin amacı, Allah’ın bir buyruğuna daha muhatap olma arzusudur.
B) İLETİŞİM BOYUTU
Allah sözlerini (ayet) insanlara yönelterek onlarla iletişim kurmayı amaçlamaktadır. İletişimin az iki kişi arasında olacağına göre O’nun bu isteğine insanın cevap vermesi iletişim ortamını hazırlar. İletisine cevap verilmesi konusunda Allah kimseyi zorlamaz. Ancak aynı frekansı yakalayan herhangi bir birey, iletinin kendisine bir mesaj taşıdığına inanır ve bu mesaja cevap vermeyi arzu eder. Dolayısıyla bu isteklerin / isteklilerin çoğalmasıyla büyük bir site oluşur. İmanî (kalbî) ileti, olağan mesajlardan farklı bir özelliğe sahip olduğu için Allah ile insan arasında bir bağın oluşmasını mümkün kılar. Allah kendisiyle olan bağın daha anlamlı hâle gelebilmesi için diğer bireylerle de ilişki kurulmasını ister. Bu ilişkinin anlaşılır ve gözlenebilir olabilmesi için de onun önüne “model insan”ı çıkartır. Biçimsel olarak diğer insanlardan farksız gibi görünen bu model insanı sevmeyi kendisini sevmekle özdeşleştirir; böylece insan kendine benzeyen model insana yönelir, onu tanımaya çalışır, tanıdıkça, bildikçe daha çok sever ve onunla gönül merkezli bir iletişime girer. Bu bağlamda kendine döner, kendini tanımaya başlar. Kendini tanıdıkça onunla örtüşmeyen davranışlarını terk eder. Böylece bireyler birbirlerine yaklaşırlar, birbirlerini tanırlar ve birbirlerini severler. Onu seven insan onun gibi olan, ona benzemeyi, onun yolundan gitmeyi kendine ilke edinenleri sevmeyi kendine amaç edinir.Sevmenin elbette bir bedeli vardır. Çünkü bedelsiz sevgi olmaz. Sevgiliyi kendine tercih etmedikçe sevgi gerçekleşmez. Sevenin sevgisine, sevgili karşılık verir. Bir Müslümanın, Allah’a“görüyormuş gibi” inanması, O’nunla arasındaki iletişimin gücünü de ortaya koyar. Bu güç iletişim ağının sağa sola, yukarı aşağı bütün boyutlarını sımsıkı bir biçimde kuşatır. Çünkü yapılan her bir eylemin görünenin ötesinde bir anlamı vardır. Bir kısım insanların görünenin ötesine geçemeyip bazı eylemleri anlamlandıramaması bu yüzdendir. Kurban da bu tür ibadetlerden biridir.İnsanların bir kısmı kurbanı et veya kavurma olarak görüyor. Dolayısıyla da birkaç gün içinde değişik mekânlarda binlerce hayvanın kesilmesini “vahşet” olarak değerlendirebiliyor. Boşuna denmemiş “Bütün ameller niyetlere göredir” diye.
Siz bir şeyi nasıl görüyorsanız, o, sizin gördüğünüzden başka türlü görünmez. Oysa kurbanı bir ibadet şuuruyla değerlendirir ve gerçekleştirirseniz, orada vahşeti, merhametsizliği yaşamanız mümkün değildir. İnsanlar yaptıkları ya da yaptırdıkları bir işten memnun kaldıklarında karşı tarafı teşekkür etmek veya hediye şeklindeki bir refleksle ödüllendirip, memnuniyetlerini çevrelerine anlatarak, onların “reklam”ını yapmaktan kıvanç duyarlar.Medenî bir atmosferi yakalamış bireyler ya da kurumlar, bu tür refleksleri paradan daha önemli görürler. Böyle bir durumda “müşteri”nin memnuniyeti işi yapan firmanın en büyük kazancı olur. Hatta birtakım firmalar, öncelikle yatırımı böyle bir “güven”e yapmayı daha akılcı bulurlar. İleriyi düşünen meslek sahibi bir insanın da en başta düşündüğü bu tür bir uygulamadır. Aksi ise açık gözlülük, hatta dolandırıcılık olarak değerlendirilir. Nitekim çağı iyi okumuş bir kısım kurum ve kuruluşların, özellikle de son yıllarda halkla ilişkilere önem vermesi bu düşünceden kaynaklanmaktadır. İnsanlar arasında durum böyleyken Allah’ın bir kulunun kendine yakınlığını, samimiyetini görmezden gelmesi mümkün müdür? Allah en üstün varlık olarak yarattığı insanı çağlar üstüne çıkarmayı istemektedir. “Bana bir adım gelene ben yürüyerek gelirim, bana yürüyerek gelene ben koşarak gelirim” diyen yaratıcı, iyilikte, yardımda asgari şartların aşılmasını öngörmektedir. Allah’ın kuluna karşı yürümesi, koşması ona olan cömertliği, hak ettiğinden fazlasını vermeyi, işini rast getirmeyi, belâlardan korumayı istemesidir. Bunları anlamayan, anlamak istemeyen olmazmış Elbette olur. Zaten herkesin aynı seviyede olmaması bu yüzdendir. Allah’ın bir sözüne daha muhatap olmak isteyen ve bu çerçevede kurbanı bir ibadet olarak gerçekleştirmeye gücü yeten Müslümanın, kurban ibadetini yerine getirmeyi istemekteki halinin ifadesini şöyle okuyabiliriz: “Allahım! Sen bana, sana kul olmanın yanında birçok nimet verdin. Ben onları yiyorum, içiyorum ve kullanıyorum, çoluk çocuğuma da istifade ettiriyorum. Bu kadar nimet karşısında teşekkürden acizim. Senin mesajının muhatabı olmak istiyorum. Sana yakın olmak istiyorum. Sana yakın olmanın yolunun da, senin gösterdiğin yol olduğuna inanıyorum. İşte onlardan biri de bana verdiğin nimetleri diğer kullarınla paylaşmamdır. Benim için kıymetli olan mallarımdan yine senin belirlediğin ölçüler çerçevesinde kurbanımı kesiyorum ve onu fakirlere senin rızanı kazanmak umuduyla ikram ediyorum. Bu nimeti tadamayanların da tatmasını istiyorum. Niyetimi, amelimi kabul et Allahım!”
C) İYİLİK BOYUTU
Yapılacak iyiliğin “iyilik” (ihsan) özelliği taşıyabilmesi için herhangi bir karşılık beklemeden yapılması gerekir. Bu sebeple “iyi insan” daima başkalarına iyilik etme isteği duyar içinde. Kuşkusuz insandaki bu duygu doğuştandır, Allah tarafından verilmiştir. Bu yüzden esas sevilmesi gereken varlık O’dur. Yaratılanın yaratandan ötürü sevilmesi bu yüzdendir. Eğer bunlar fark edilmez ve bu duyguların doğal gelişimine zemin hazırlanmazsa, sevgi olgusu insanın kendine veya onun yerine geçebilecek başka şeylere döner, bu durumda da bencillik ve benzeri duygular ortaya çıkar. Literatürel ve kalple ilgili olgular göz önüne getirildiğinde öne çıkarılması gereken, Allah’a mesajından dolayı karşılık vermek, nimetinden dolayı karşılık vermekten daha iyidir düşüncesidir. Bütün ibadetlerdeki amacın bu doğrultuda olması gerekir. Kolay elde edilen, kolay ulaşılabilen bir nimet, onu bu şekilde elde edenler tarafından hiçbir zaman sorun olarak görülmez. Hatta nasıl elde edildiği konusuna da dönüp bakmaz.Bu yüzden birtakım insanî hallerle hallenmedikçe diğer insanları anlamak oldukça güçtür. Hayatın asgari ihtiyaçlarını kolay elde eden biri, daha rafine bir beslenmeyi düşünürken, karnını doyurmak için ekmek bulamayan bir kimsenin en büyük özlemi onu elde edebilmektir. İşte bu anlamda olanla olmayan, tadanla tadamayan insan arasındaki dengesizliklerden biri, kurban sayesinde ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.İnsan için et ve et ürünleri dengeli beslenmeyi sağlayan yiyeceklerin başında gelir. İlâhî ve tabii denge, meşrû olan her türlü yiyecekten gıda alarak beslenmeyi öngörür. Ekonomik bir düzey yakalamış insanların beslenmelerinin en önemli kısmını bu tür ürünler oluşturur. Günümüzde et ürünlerine doymuş insanlar başka rafine yiyecekler ararken, onların doyduğunu elde edemeyen, onları canı çeken milyonlarca insan vardır. Yemeden yemiş gibi, tatmadan tatmış gibi olmak herkesin harcı olmadığına, böyle bir durumu kimseden beklemeye hakkımızda olamayacağına göre, herkesin aynı basamakları çıkmak istemesi kadar doğal bir durum yoktur. Fakir diye adlandırılan insanların en önemli ihtiyacı gıda, yani çoluk çocuğunun beslenme konusundaki ihtiyacıdır. Bu yüzden nefislerin tatmini çok önemlidir. Hiçbir ihtiyaç onun önü ne geçemez, geçmemelidir. Allah bu durumun önemini hatta vehametini bildiği için zekât ve benzeri yardımların yanı sıra kurban ibadetinin gerçekleştirilmesini ister. Bunlar göz önüne getirildiğinde kurbanı bir “kavurma şöleni” gibi düşünmek anlamsız ve yersizdir. Günümüz Türkiyesi’nde kurban ibadeti, iç ve dış yardımlar açısından önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Elbette değişik niyet taşıyan,farklı uygulamalarda bulunan insanlar olacaktır.Sadece bunları göz önüne getirip, kurbanın psikolojik ve sosyolojik yönünü görmemek yanlış olur. Sadece kurban bayramında et yüzü gören, eti tadan ve dolayısıyla nefsini körleten insan sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Formel ibadetlerdeki çeşitliliğin de herhalde bir sebebi (hikmet) vardır. Müslümanın hayatında bunlar en genel anlamda bedensel bir özellik taşırken, zekât ve kurban gibi ekonomik şartlarla ilgili olanlar da önemli bir yer tutmaktadır. Hem biyolojik hem de psikolojik yönü bulunan insanın gerçekleştirdiği ibadetlerin de benzer özellikler taşıması doğaldır. İslâmiyet,“insan”ı esas alan ve onun ruhen gelişmesini, olgunlaşmasını amaç edinen bir yolun adıdır. Tatmayanın bilmemesi gibi herhangi bir şeyin birden olgunlaşması da tabii oluşuma aykırıdır.Eylemlerini ibadet bilincine yükseltmiş bir Müslümanın hayatının anlamlı duruma gelebilmesi için elinde bulundurduğu / Allah’ın sınamak için ona verdiği imkânlardan başkalarını da yararlandırması gerekir. Kurbanın özellikle “kurban” olarak anılmasının sebebini, insanın anlamaya çalışması inkârından daha kârlıdır. İlâhî terminolojide yardımın her türlüsünün teşvik edilmesinin yanı sıra, bir kısmının da ismen anılması boşuna olmasa gerekir. Aslında iyilik ve kötülüğün değişkenliği düşünüldüğünde kurbanı anlamakta hiç güçlük çekmeyiz. İbadet niyetiyle ve farklı amaçlarla yapılan yardımlardaki çeşitlilik iletişim mantığının ve olgusunun doğal bir sonucudur.
D) ESTETİK BOYUTU
1. ÜSLÛP ESTETİĞİ
Kurban kesmeyip onu yardıma dönüştürmek uygun olur mu? Söz gelimi onun parasını Müslüman bir fakire vermek gibi. Kur’an’da kurbanla ilgili yerlerde “kurban kesiniz veya yardım ediniz” gibi iki anlamlı bir ifade söz konusu olmadığına göre bu soruya olumlu cevap vermek mümkün değildir. Allah yapılmasını istediği ibadetin özellikle adını belirtmiştir. Diğer yandan da insanların birbirlerine yardım yapmasına engel bir durum söz konusu değildir. İstenilen zamanda istenildiği miktarda yardım yapılabilir. Bu durum kişilerin bireysel tercihidir.“Mümin olma” iddiasında olan ya da mümin olduğunu öncelikle Allah’a ve sonra da insanlara deklare etmiş bir müminin yapması gereken, bu yöndeki sözünün gereğini yerine getirmesidir. Her niyet ve onun bir sonucu olan her eylem kendi bağlamında güzeldir. Dolayısıyla bir şey başka bir şeyin yerine geçemez. Çorba içildiği zaman su içilmiş olmaz. Yapılan her eyleme ibadet bilinci kazandırılır, hatta kazandırılması gerekir; ancak işlerinizi bu şuurla yaptığınız zaman bir ibadeti gerçekleştirirsiniz, fakat namaz kılmış olmazsınız. Çünkü namazın kılınmış olabilmesi için, o eylemin gerçekleştirilmiş olması gerekir. Sadece kurbanla ilgili değil hayatın her alanında kanun ve kural koyucunun aksine, kuralları bireyler kendilerine göre belirlemeye kalkışırlarsa orada kaos meydana gelir. Bu durum tabiattaki düzende, devletlerin yapısında, çeşitli kurum ve kuruluşların işleyişinde olduğu gibi,dinin gereklerini yerine getirmede de öyledir.Bir zaman gelir, vergisini vermekle yükümlü olan vatandaş “Devletin vergiye ihtiyacı kalmadı” ya da “Verdiğim vergiler isabetli yerlere gitmiyor, öyleyse verilmesi gereken yerlere kendim vereyim” demeye başlar. Oysa hayatın her alanında ince bir ayar vardır. Bunların anlaşılabilmesi için, tabii oluşuma uygun olarak yorumlanması gerekir. Söz gelimi, insanlar yer altı ve yer üstü araştırmaları yapmadan, görünümünü beğendikleri mekânlara sorumsuzca yerleşmenin bedelini, doğanın dengesini bozmak suretiyle ağır bir biçimde ödemektedir.Kurban ibadeti, farz vâcip veya sünnet gibi kavramlarla ifade edilmesiyle değerinden, öneminden bir şey kaybeder mi? İnsanın, Allah’ın mesajına karşılık vermek istemesi, görünenin ötesindeki bir hadise midir? Bir tarafta Hz. Peygamber’in hayatı, “Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş şeklidir” diye ifade edilirken, diğer tarafta herhangi bir Müslümanın gerçekleştireceği bir eylemin “sünnet” çerçevesinde düşünül mesi onun önemini azaltır mı? Model insan olan Hz. Peygamber’in, kurbanını bayram namazından önce kesen birine, namazdan sonra kesmesi konusunda uyarısı söz konusuyken ve kendisinin de kurban kestiğine dair bilgiler mevcutken, onun yolunu benimsediğini söyleyen bir Müslümanın farklı bir biçimde davranması ne kadar doğru bir davranış olur? Bu durum Allah’ın, “O her ne getirdiyse alınız, uyunuz” ilkesine de aykırı olmaz mı? İletiye muhatap olan insanın duraksaması, iletişim kopukluğuna sebep olduğu gibi sağlıklı bir iletişim ortamının oluşmasına engel olur. Müslüman, işini bilerek ve en iyi bir biçimde yapan, başkalarının haklarına dikkat eden ve onları gözeten kimsedir. Hz. Peygamber’in iman, İslâm ve ihsan kavramlarını birlikte anmasının Müslümanı tanımlama açısından önemi büyüktür. Müslümanın gerçekleştirdiği eylemlerin, imanî bir boyut kazanabilmesi için yapacağı işi iyi bilmesi kadar güzel yapması da önemlidir. Çünkü Allah yarattığı her şeyin ihsan özelliğine sahip olduğunu bildirmektedir. Bir eylemin farz olması onun yapılması açısından asgari şartıdır.İnsan hayatının anlam kazanabilmesi için de“zorunluluk” sınırının ötesine geçmesi gerekir.Böyle bir durum da kültürü, anlayışı, sevgiyi ve aşkı beraberinde getirir.Biyolojik bir varlık olarak insanın birtakım zorunlu ihtiyaçları vardır: Yemek, içmek, giyinmek, çoğalmak gibi. Bunları karşılama konusunda zorunluluk sınırı aşıldığında insan oluş süreci başlar, çünkü bu anlamdaki ihtiyaçlar insanın biyolojik yönünün gereksinimleridir. Farz diye nitelenen durum da bundan farklı değildir. İnsanî olguyu gerçekleştirmiş bir Müslüman için farzlık,vâciplik bu bağlamda değerlendirilir. Müslümanın estetik kaygısı bu sınırın aşılmasıyla kendini belli eder, dolayısıyla her eylemi güzeldir, güzel olmak durumundadır. Güzelliğin taklidi güzellik hazzını vermez. Farz, vâcip, sünnet gibi kategorik ayırımlar ona ihtiyaç duyanlar içindir. Hz.Ali’nin dediği gibi, “İnsanlar işlerini ihsan ile yapmalarına göre değer kazanırlar.”İster formel ister informel ibadet olsun bütün eylemlerde farz olan asgari ölçünün ötesine geçilmesi gerekir. Bu durum bir sevgi işidir, şevk işidir. Yapılan eylemin hazza dönüştürülmesi, heyecan duyulması insan olmanın ve Müslüman olmanın önemli bir göstergesidir. Günah işleyenin günahından haz aldığı bir realite iken, bir Müslümanın yaptıklarından zevk almaması düşünülemez.
2. YÖNTEM ESTETİĞİ
Bugün Türkiye’de özellikle de büyük şehirlerde kurbanın kesim biçiminde ciddi sorunlar vardır. Bu ibadetin yerine getirilmesi kadar yöntemleri de önemlidir. İmanî bir görevin ifası özellikle edebi zorunlu kılar. Her alandaki bozulmaya paralel olarak bu konuda da birtakım gevşemelerin olduğu görülmektedir.Türkiye’de özellikle dar çevrelerde kurbanlıklara karşı olağan üstü bir duyarlılık söz konusudur. Kurban bayramından önce temin edilen yada var olanlar içerisinden ayrılan kurbanlığın evdeki bakımı apayrı bir özellik taşır. Sabah kalkılır kalkılmaz onun ihtiyaçları karşılanır, küçük çocuklar kendi yiyeceklerini onunla paylaşırlar. Hatta annelerinden gizli olarak temin ettikleri yiyecekleri de götürüp ona verirler. Ev halkından biri gibi kucaklanır, öpülür, sevilir. Kesim vaktine kadar ona karşı ilgi bütün yoğunluğu ile devam eder. Kurban kesime hazırlanırken de oyunun bir parçası gibi gözleri bağlanır ve hüzünlü bir atmosfer içinde kesim gerçekleştirilir. Çocuk onun kesimini vahşet olarak görmediği gibi korkmaz da. Kesilmeden önceki özen, kesilirken de gösterir. O herhangi bir hayvan değildir,“mübarek bir hayvandır.” Allah’ın onlara bir lütfudur, eti de komşularla, fakirlerle, misafirlerle cömertçe paylaşılır. “İnsan olma” basamağını aşmış bir Müslümanın kurbana bakışı işte bu duygusallık ortamında gerçekleşir. Kurban merhametin, paylaşmanın, acımanın doruk noktasını oluşturur. Bu ibadet sayesinde bütün insanî duygular iç içe yaşanır. Son yıllarda şehirlerin büyümesi, kalabalıklaşması ve insanların eğitim düzeylerinin yükselmesiyle geçmişten getirilen birtakım eylemlerin sorgulanmaya başlandığını görüyoruz. Bunlardan birisi de özellikle büyük şehirlerde kurbanlıkların kesim biçimidir. Küçük yerleşim birimlerinde insanları rahatsız etmeyen bir hareket, büyük şehirlerde rahatsız edici bir boyut kazanabilmektedir. Söz gelimi kurbanlıkların şehir merkezlerinde dolaştırılması yüzünden onların kokuları ve rastgele yerlere pislemeleri insanları rahatsız etmektedir. Hatta hiç de hoş olmayan manzaralarla karşı karşıya kalınmaktadır. Kurban ibadeti maddî ve mânevî bütün oluşum ve yönleriyle insanın Allah ile, insanın insanla, insanın kurbanla, insanın kurbanlıkla iletişimini sembolize eden bir ibadettir. Mümin ve Müslümanın yüzünün ak olabilmesi için bu iletişimi akıllı ve şevkli bir hâle dönüştürmesi gerekir
NOT:Bu yazı, Diyanet Aylık Dergisi’nin 2005 yılı Ocak sayısından alınmıştır.