Doç. Dr. İlyas Üzüm
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
Yüce Yaratıcı uluhiyeti gereği zaman ve mekân kayıtlarından yücedir. O’nun peygamberleri aracılığıyla gönderdiği mesajlar, özü itibariyle, zaman ve mekân sınırlarını aşar. O’nu bulan, O’nunla olan ve O’nun sırlarına/hikmetine erenler de zaman ve mekân üstü duyar, yaşar ve konuşurlar.
Bundan 800 yıl önce varlık iklimine gelen Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli böyle güzide şahsiyetlerden biridir. Çağlar onun söz ve fikirlerini eskitememiştir.
Fiziken XIII. yüzyılda yaşamış olmasına rağmen duyuş ve düşünceleriyle asırlar boyu kitleleri etkileyerek varlığını bugüne kadar devam ettirmiştir.
Hakkında yapılan çalışmalarda ortaya konulduğu üzere, tarihi şahsiyeti bakımından, Hünkâr’ın ismi Muhammed veya Mehmet ise de o Bektaş adıyla meşhur olmuştur.
Babası İbrahim b. Musa’dır. Horasan’da doğmuştur. Doğum tarihi ile ilgili farklı rivayetler varsa da Hacıbektaş ilçesi Halk Kütüphanesi’nde bulunan bir yazmadaki kayıtta 1208 yılı verilmektedir. Bilim çevrelerinde de büyük ölçüde bu kayıt benimsenmektedir.
Çocukluğu ve gençliği hakkında bilgiler çok sınırlıdır; bununla birlikte onun Türkistan piri Ahmed Yesevî çizgisine mensup derviş zümreleriyle beraberlik tesis ettiği, Yesevî’nin halifelerinden Kutbüddin Haydar’dan tasavvufî neşve aldığı muhakkak gibi görünmektedir. Aynı zamanda, çok muhtemelen, Bektaşlu adıyla anılan bir oymağın da reisi olmuştur. XIII. yüzyılda Cengiz istilası sebebiyle birçok Türkmen derviş zümresiyle birlikte Anadolu’ya gelerek Nevşehir-Kırşehir havalisindeki Sulucakarahöyük’e (bugünkü Hacıbektaş ilçesi) yerleşmiştir.
Hünkâr’ın 1239’da Baba İlyas ve Baba İshak önderliğinde gerçekleşen ve tarihe Babai Ayaklanması adıyla intikal eden isyana katılmadığı kesindir. İlgili kaynaklarda kardeşi Menteş’in bu isyana katıldığı ve öldürüldüğü ancak kendisinin bu isyanı iştirak etmediği kaydedilmektedir.
Sulucakarahöyük’te zaviyesini kuran ve kendine has İslami-tasavvufi öğretileri topluma sunarak irşat faaliyetlerini yürüten Hünkâr, bölgedeki Hristiyanlarla da temasa geçerek onların ihtidasına vesile olmuş yahut buna zemin hazırlamıştır.
Hayatının sonuna kadar burada kalan Hünkâr bir taraftan insanları irşat ederken bir taraftan da çok sayıda halife yetiştirerek bunları Anadolu’nun dört bir tarafına yollamıştır. Bazı farklı tarihler verilmekle beraber, daha güçlü olan kayda göre, Hünkâr 1271 yılında adı geçen yerde Hak’ka yürümüş ve oraya defnedilmiştir.
Hünkâr’ın menkıbevî şahsiyeti ise kendi adıyla anılan Velâyetnâme’de çok detaylı olarak anlatılmaktadır. Buna göre Hünkâr, her şeyden evvel Hz. Ali soyundan gelmektedir. Babası İbrahim On İki İmamdan yedincisi Musa el-Kâzım’ın neslindendir.
Bebekliğinde “Lâ ilâhe illallah, Muahammedün resûlallah Aliyyun veliyullah” demiş ve ağzından çıkan ilk söz bu olmuştur. Eğitim görmek üzere Lokman-ı Perende’nin mektebine verilmiştir. Hocası bir gün mektebe geldiğine Bektaş’ın yanında iki nurani zat görmüş, yanlarına yaklaştığında ise kaybolmuşlardır. Lokman’ın bunların kim olduğunu sorması üzerine Bektaş, sağına oturanın Hz. Muhammed, solunda oturanın Hz. Ali olduğunu, birinin Kur’an’ın zahirini, diğerinin ise bâtınını öğrettiğini ifade etmiştir.
Ayrıca Lokman hacca gittiğinde birçok kez Bektaş’ı Kâbe’de namaz kılarken görmüş, Arafat’ta iken aklından evlerinde o günde “bişi” pişmekte olduğunu geçirdiğinde Hünkâr elinde tepsiyle “bişi” getirmiş, döndükten sonra kendisini tebrike gelen insanlara asıl Bektaş’ı tebrik etmeleri gerektiğini, onun hacı olduğunu” söylemiş, bundan sonra Hünkâr Hacı Bektaş diye anılmaya başlanmıştır.
Diğer taraftan Ahmed Yesevi, yaşlandığında, nefes evladı Kutbüddin Haydar Bedahşan’da esir düşmüş, bunun üzerine Allah’a dua ederek Kutbüddin’i kurtaracak bir “Hak eri” nasip etmesini dilemiş, Hacı Bektaş velayetini kanıtlayarak Kutbüddin’i kurtarmıştır. Onun yeterince olgunlaştığını gören Ahmed Yesevi kendisine halifelik sembolü olan başta taç olmak üzere “cihâz-ı fakr”ı vererek Anadolu’ya (Diyâr-ı Rûm) göndermiştir.
Bunun için önce Mekke’ye giderek hac görevini yerine getirmiş, dönüşte Necef ve Kerbela’ya uğrayarak Anadolu’ya ulaşmıştır. Burada Rum erenlerine karşı kerametler göstererek velayetini kanıtlamış, avucundaki yeşil beni göstererek kendisinin “Ali sırrı” olduğunu söylemiştir.
Anadolu’da yerleştiği Sulucakarahöyük’te tekkesini kuran Hacı Bektaş, burada Seyyid Mahmud-i Hayrânî, Ahi Evran gibi Rum velileriyle irtibat kurmuştur. Ayrıca bölgede İslamlaşma faaliyetlerine girmiş, bilhassa Moğol otoriterlerinden bir kısmının Müslüman olmasını sağlamıştır.
Bu arada başta Makâlât olmak üzere bazı eserler kaleme almıştır. Tekkesinde aralarında Seyyid Cemal Sultan, Kolu Açık Hâcim Sultan ve Baba Resul’ün de bulunduğu 360 halife yetiştirmiş, bunları Anadolu’nun değişik bölgelerine göndermiştir. Hak’ka yürüdüğünde, kendi cenazesini kendisi kaldırmıştır.
Hünkâr’ın tarihi şahsiyeti ile menkıbevi şahsiyeti iç içe geçmiş, vefatından sonra başta Abdal Musa olmak üzere halifelerinin gayretiyle geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
Hünkâr’ın biyografik hayatı gibi manevi hayatı, başka bir ifadeyle ilmi kişiliği de farklı değerlendirmelere konu olmuştur. Bazı kaynaklar onu klasik İslam tasavvufunu özümsemiş bir şahsiyet olarak sunarken kimileri de “kitabî İslam’dan uzak”, senkretik/bağdaştırmacı anlayışlara sahip sima olarak resmederler. Hakkında bilgi veren güvenilir kaynaklar, Velâyetnâme ve ona nispet edilen eserler dikkate alındığında Hünkâr’ın her şeyden önce samimi bir Müslüman olduğu, hatta yaşadığı Kırşehir-Nevşehir bölgesindeki gayrimüslimlerin İslamlaşmasına ciddi katkı yaptığı kesin bir realite olarak çıkar karşımıza. Diğer taraftan onun İslam anlayışının tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi ilimlere dayalı bir özellik arz etmekten çok bir halk İslamı ve Ahmed Yesevî geleneği üzerine kurulu tasavvuf temelli nitelik taşıdığı görülür.
Nitekim kütüphanelerde pek çok yazma nüshası bulunan ve ona aidiyeti en güçlü eseri olan Makâlat’ta insanın kendisini nefsani zaaflardan arıtarak dört kapı kırk makamdan geçmek suretiyle Allah’a ulaşma yolu anlatılır. Hünkâr’ın fikri kişiliğine dair bir cümle ile şuna da işaret edilmelidir ki onun yaşadığı ve ortaya koyduğu İslam’da İmamiyye Şiası’na ait unsurlar hemen hemen hiç yoktur. Velâyetnâme’de soyunun Hz. Ali’ye dayandırılması sadece sözü edilen yapıya mahsus bir keyfiyet değildir.
Sonuç olarak Hünkâr, devrin kaynaklarında büyük izler bırakmamış olmakla birlikte vefatından sonra ünü yayılarak ismi etrafında büyük bir kült oluşmuştur. Araştırmacılara göre bu kült, hayatta iken bizzat Hünkâr’ın da içinde bulunduğu Haydarî tarikatı dervişlerinin gayreti ile şekillenmiştir. Osmanlı sultanları Yeniçeriliği kurarken onun gaziler arasındaki yerini dikkate alarak ocağı ona bağlamış, böylece Hünkâr’ın şöhreti giderek yayılmıştır.
Kaynaklarda Hünkâr’a nispet edilen bazı eserler vardır. Bunların ona aidiyeti şüpheli olmakla beraber, bu eserlerin en azından onun içinde bulunduğu kültürel havza ile ilişkili olduğu muhakkaktır.
Sözü edilen eserlerden öne çıkanlar şunlardır:
1. Makâlât. Birçok neşri yapılmış olan eser, söz gelimi, Hünkâr’ın soyundan geldiğine inanılan Veliyettin Ulusoy’dan alınan nüshaya dayalı olarak Türkiye Diyanet Vakfı tarafından (nşr. Ali Yılmaz vdğr., Ankara 2007) basılmıştır.
2. Besmele Tefsiri. İlk defa Rüşdü Şardağ tarafından yayımlanan eser, yine Türkiye Diyanet Vakfı tarafından belirtilen seri arasında (nşr. Hamiye Duran, Ankara 2007) neşredilmiştir.
3. Fatiha Tefsiri. Eser Hüseyin Özcan tarafından neşredilmiştir (İstanbul 2008). 4. Kitabü’l-Fevâid. Hünkâr’ın özlü sözlerinden oluşan eser İstanbul’da (1959) yayımlanmıştır.
Burada son olarak Hünkâr’ın her biri sayfalarca açıklamaya konu olacak nitelikteki çağları aşan, ölümsüz sözlerinden bazı örnekler verilebilir:
*Marifetullah ehlinin ilk makamı edeptir.
*Bir olalım, iri olalım, diri olalım.
*Okunacak en büyük kitap insandır.
*İlimden gidilmeyen yolu sonu karanlıktır.
*Düşmanlarınızın da insan olduğunu unutmayınız.
*İnsanın cemali sözünün güzelliğidir.
*Fazilet dinim, muhabbet esasım, ilim silahımdır.
*Tevekkül örtüm, kanaat hazinem, doğruluk karargahımdır.
*Gerçek dervişlik incitmeyi hak edeni de incitmemektir.
*Beş şey bahtiyarlığın delilidir: Doğru sözlülük, doğru davranış, doğru düşünce, doğrularla beraberlik, ailesi için helal kazanç peşinde olmak.
*Cennet kazanmak için yapılan ibadet merduttur (ibadetin özüne aykırıdır).
*Bir insanı kalben yaralamak onu fiziken yaralamaktan daha ağırdır.
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Ekim 2009 sayısında yayınlanmıştır.