Ufuk İLVER
Mantık itibariyle ister şahsi tüketim olsun, isterse devletlerarası ekonomilerin öngördüğü tüketim politikaları olsun, tüketim de aynilik ve paralellik söz konusudur. Yani kişiler gelir-gider dengesi kurmak zorunda oldukları gibi devletler de ekonomilerin de bu zorunluluğu gözetmeleri gerekmektedir. Öyle ki bir kişi eline geçen aylık maaşıyla ayın sonunu getirmelidir. Eğer aldığı rakam yetmiyorsa ya ek iş yapmak durumunda kalacak ya da hayatında tutumlu olmayı ve iktisatlı bir hayatı yaşamayı öğrenecektir. Haliyle ayağını yorgana göre uzatmayan zat, kendi şahsi istek ve arzularından da taviz vermemiş olacaktır. Aslında istediği şey, hem her istediğimi alayım hem de maaşım her istediğime yetsin düşüncesidir. Bu zor bir durumdur. Dolayısıyla eğer isteklerden vazgeçilmeyecekse kişi, borçlanma veya faize girecektir. Faiz de devamlı üstüne koyarak büyüyen bir borç hükmündedir. Aynı zamanda sıkıntıları, borçları ötelemenin diğer bir ismidir. Fakat ötelerken katlanarak büyüyen bir borçlanma söz konusudur. Zevahiri kurtarma peşinde olan insan, neticede kendini tamamen sıkıntının, zilletin ve başkalarına muhtaç olarak yaşayacak bir hayatın içine atmış olacaktır.
İnsanlar bazen düşünmeden hareket edebilmekte, iradelerini ortaya koyamamakta veya düşüncelerini ve iradelerinin dümenini başka şeylere kaptırmış olabilmektedirler. İşte bu durumlarda kendileri kendi kararlarında tam manasıyla iradelerini ve düşüncelerini yansıtamamaktadırlar. Çok kere insanlar vicdanlarında hatta akıllarında kabul etmedikleri şeyi yine de yapmak durumunda kalırlar ki, alışkanlıklarının esiri haline gelmiş olurlar. O kadar tüketimci olmuşuz, o kadar ki her isteğimizi, encamını düşünmeden almışız ki, artık bizler o sahip olduğumuz şeylerin tesirinde kalmış, bir nevi onların hükümranlığı altına girmişiz diyebiliriz. Sonuçta varılan nokta onlar bizim üzerimizde müessir, bizler onların üzerinde değil.
İşte unutulan kulluk ve Allah’ın koymuş olduğu ölçülere riayet etmeme, marifet gibi algılanınca ve O’nun yerine bizim kendi aklımız, isteklerimiz ve ölçülerimiz geçince başlangıçta bazı şeyler güzel gibi gidebilir. Zira bu aslında nefsin ve şeytanın göstermiş olduğu kandırmaca güzellik veya o sahip olunan şeyin kendi geçici cazibesidir. Zira her dünyevi şeyin, nimetin kendine ait cazibesi vardır ve insanı kendine çeker ve çekmesini bilir. Sonrasında ise, insan bu durumun esiri olur. Aslında bu durum, kapitalizmin öngördüğü ve teşvik ettiği hayat biçimidir. Kapitalizmin bu denli yayılmasının sebebi, nefsin istek ve arzularına sesleniyor olmasındandır. Nefsin istek ve arzuları ön plana çıkmasından sonra Allah’ın varlığı ve ölçüleri kişilerin gönlünden yavaşça çıkmaya başlar.
Kapitalizm de komünizm de olduğu gibi şuurluca ve icbar yoluyla dinin toplumun bünyesinden çıkarılma gayreti yoktur. Dolaylı olarak ve insanın zafiyetleri kullanılarak dinin ölçülerinin toplumun dışına atılması söz konusudur. Toplumumuzda kime “Rabbin kimdir?” Diye sorsanız “Rabbimiz Allah’tır” diyecektir ama O’nun ölçülerinin, koymuş olduğu kanunların sinelerde yeri ve tesiri yoksa bu ifadeler koskocaman yalandan başka bir şey olmayacaktır veya kişinin şimdilik kendini kandırmasından başka bir şey değildir. Aslında iyice düşünüldüğünde kişi sahip olduğu şeylere özgürlüğünü vermiş ve yine şeytan ve nefis dünya nimetlerine karşı insanın zafiyetini bildiği için kurgulamış oldukları oyunla insanı yıkmış, istediklerini almışlardır.
Zira gerçek hürriyet, insanın sahip olduğu şeylerin, dünya nimetlerinin tesirinden emin olması, uzak kalabilmesi ve kalbinde gönlünde Allah’ın en müessir ölçü olmasıdır. Yanlış anlaşılmamaya mahal vermemek için diyorum ki kişi dünya nimetlerine sahip olacak ama dünya nimetlerine ram olmayacak, onları amaç değil de araç mesabesinde kullanacak ve hem kendi ihtiyaçlarını meşru yoldan karşılayacak hem de asıl amaç olan Rabbinin rızasını kazanma istikametinde kullanmış olacaktır.
İşte sorumsuzca yapılan tüketim çılgınlığı, düşünülmeden taşınılmadan gönlün her istediğini alma gayreti, kişiyi kendi istek ve arzularının esiri, hırsının kurbanı haline getirebilmekte ve neticesinde de insan olarak kendinde var olan her türlü değerli şeylerini, vasıflarını kaybedebilmektedir. Öyle ki bütün maddi servetini, izzetini, şerefini, haysiyetini, özgürlüğünü her şeyini kaybedebilmektedir. Belki bazıları bunları çoktan kaybetmiştir. Ve en acısı da bu zilletin içerisinde yaşıyor olduğu halde bu zilletten kurtulma gayreti içerisine girmemek ve bu zillete boyun eğerek böylesine bir hayatı kabullenmek olacaktır. Hâlbuki insan, değerli şeyler için yaşar, onlar için mücadele verir, onlardan dolayı değerli olur, değer verilir. Öyle ki kişinin para kazanması hem kendisi hem de ailesi adına başkalarına muhtaç olmadan şerefli ve izzetli bir hayatı sürmesi için değil midir? Öyleyse herkes bir mümin için yakışmayan bu zor durumdan kurtulma adına her türlü gayreti gösterebilmeli, her türlü iradeyi sergileyebilmelidir.