Mahfi Eğilmez anlatıyor: Hazine’ye müsteşar olduğumda bir kasa vardı. Anahtarını bana verdiler. Açtım… Altın saatler, hediyeler, kim bilir daha neler. Ama kimse elini sürmemiş. Hepsi demirbaşa kaydedilmiş.
Bu ne biliyor musunuz?
Bu devlet adamlığı.
Bu devlet ahlakı.
Bu, devleti devlet yapan ölçü.
O kasanın içindeki altın saatlerden daha değerli bir miras var orada: Güven. Kimse “Benden önceki kimdi, nasıldı?” diye düşünmemiş. O kasa, o anahtar, o saatler; hepsi devlete ait. Çünkü o zamanlar devlet adamları şunu biliyordu: Devlet biz değiliz, devlet baki. Biz gelip geçeceğiz.
Eğilmez’in bu hikayesi, aslında bir ahlak dersidir.
Günümüz bürokratlarına bir hatırlatma.
Esas olan ne biliyor musunuz?
O altın saatlerin olduğu kasa anlayışını kaybetmemek.
Bir önerim var:
Devletin her kademesindeki odalara bir levha asılsın. Üzerinde sadece şu yazsın:
“Devlet malı kutsaldır. Ona dokunan el, milletin hakkına dokunur.”
Ve o kasadan, o anahtardan bahsedilsin. Her devlet adamı, işe başlarken bu hikayeyi dinlesin. Çünkü devletin devamlılığını, kasadaki o saatlerden çok, o saatlere dokunmayan eller sağlar.
Eğilmez’in dediği gibi: Bu anlayış devam ederse, devlet de devam eder. Etmezse, devlet elden gider.
Kasaya altın saat koymaktan bahsetmiyorum.
Vicdan koyun.
Onur koyun.
Haysiyet koyun.
Ve asla ama asla o kasayı çalmayın.