Prof.Dr. Yılmaz ÖZBEK
A.Ü.Edebiyat Fakültesi Dekanı
“Her bireyin topluma yararlı olabilecek bir şekilde katılması için kendini çağın beklentilerine yanıt verecek şekilde yetiştirmesi gerekir; onun kişilik kazanması, yeteneklerini yerinde kullanabilme becerisine kavuşması, işe yarar bilgiler edinmesi ve bu bilgileri günlük yaşamından başlayarak, yaşamın her boyutu için kullanması, aklı rehber edinmesi, yaratıcı duygu ve düşünceleriyle üretici olması, hoş görülü, farklılıkları bir zenginlik olarak gören bir olgunluğa ulaşması ancak ve ancak her üyesi demokrasi kültürünü içselleştirmiş eğitim kurumlarıyla gerçekleşebilir.”
//YÜKSELEN DEĞERLER
Dünya sürekli değişim içinde, kimi değerler yükseliyor, kimi değerler eskiyor, kaybolup gidiyor.
Hala eskiyen, çağdışı kalan değerler ışığında yargıda bulunmak, eskimiş yöntemlerle yaklaşmak ve onları eğitimin vazgeçilmez öğeleri haline getirmek çocukların geleceğini yok etmekten başka bir şeye yaramamaktadır.
Bu tutum aynı zamanda kuşaklar arasında uyumsuzluk ve çatışma doğurmakta, gelişmenin en önemli zemini olan barış ortamının yaşam koşullarını yok etmektedir.
Böyle bir ortamda sağlıklı adımlar atmak, eğitim adına olumlu tavırlar ve yaklaşımlar sergilemek olanaklı görünmemektedir.
Yetişkinler değişim ve gelişmeleri yakından izlemeden çağın gerçeklerini içselleştirmeden çağın beklentilerine göre insan yetiştiremezler.
//DEĞİŞİM VE ÇATIŞMALAR
Değişimin sancılı olması, çatışmalar doğurması doğaldır.
Ancak bu çatışmaların şiddete, kaosa varmayacak şekilde sonuçlanması büyük yıkımlara neden olmaması arzu edilir.
Yine her çatışmanın bir çok şeyi sorgulama, irdeleme potansiyeline sahip olması çoğu zaman mantıklı çözümlere ön ayak olabilir.
Bunlardan birçok dersler çıkarılabilir.
Yetişkinler kuşak çatışmasına neden olan değişimlerin kökenine inmelidirler.
Çocuklara, gençlere karşı sergiledikleri davranışlarında daha bilinçli olmaya özen göstermeye gereksinim duymalıdırlar.
Gençlerin bir çok tepkisel tavrı kaynağını duyumsuzluktan, mutsuzluktan alır.
Mutsuzluğun dışa vurumu olan bu tepkisel tavırları bastırmak iyi sonuç vermez.
Toplum dışına iteriz onları, onları susturmak yerine onları anlamamın yolunu bulmalıyız.
Kısacası çocuklara gençlere hazırladığımız, sunduğumuz dünya, ne yaşam kalitesi yüksek ne de onlar kendilerini gerçekleştirebilecekleri ortamlara sahiptirler.
Öğrenme arzusu, öğrenme açlığı yaratamayan bir eğitim kurumu topluma ne verebilir? Biz insanları açlık duygusu yönlendirir zaten; neye açlık duyuyorsak ona yönleniriz, ancak böyle amaca ulaşabiliriz.
Zaman eskitir, çürütür, yok eder aynı zamanda yaratır da, yani zaman yapacağını yapar, buna direnenin ise kaynakları kurur, zayıf düşer ve yok olur.
//ŞİDDET VE BASKI
Şiddet, baskı bulaşıcıdır, çocuklara uygulanan ceza, şiddet onlar tarafından doğal görülmeye başlanır ve onlarda başkalarına aynı şekilde davranırlar ve böylece toplumda yaygın hale gelir ve doğal sayılır bu çağdışı uygulama.
Demokrasi kişi hak ve özgürlüklerinin en üst düzeyde tadıldığı, yaşandığı bir rejimdir.
En çok gereksinim duyduğumuz hoşgörü demokrasi kültürünün ürünüdür.
Değil toplumların bir tek kişinin kaybı, ziyan olması bile göze alınamaz.
Bu anlayış her insanı sistemin vazgeçilmez temel taşı sayar.
Onu topluma kazandırmak, ondan yararlanmak en azından onun topluma zararlı olmamasını sağlamak demokratik kurumların, eğitim kurumlarının öncelikli görevi olmalıdır.
//ÇAĞIN BEKLENTİLERİ
Her bireyin topluma yararlı olabilecek bir şekilde katılması için kendini çağın beklentilerine yanıt verecek şekilde yetiştirmesi gerekir; onun kişilik kazanması, yeteneklerini yerinde kullanabilme becerisine kavuşması, işe yarar bilgiler edinmesi ve bu bilgileri günlük yaşamından başlayarak, yaşamın her boyutu için kullanması, aklı rehber edinmesi, yaratıcı duygu ve düşünceleriyle üretici olması, hoş görülü, farklılıkları bir zenginlik olarak gören bir olgunluğa ulaşması ancak ve ancak her üyesi demokrasi kültürünü içselleştirmiş eğitim kurumlarıyla gerçekleşebilir.
Çağa damgasını vuran, evrensel kültürün oluşmasında da en çok pay sahibi olanlar bilgi toplumlarıdır.
//MİLENYUM VE BİLGİ ÇAĞI
Bilgi toplumları hızlı bilgi ürettiği gibi, bilgiyi insanlığın hizmetine sunmada da zamanla yarışmakta ve akşamdan sabaha da sonuç almaktadırlar.
Toplumları bilgi toplumu yapan da eğitim kurumlarıdır.
Eğitim kurumlarımızın bilgi toplumu üretecek yapıya, anlayışa sahip olup olmadığını biliyoruz, içinde yaşadığımız iletişim çağı ve yarattığı bilgi toplumları dünyada hızlı değişimlere neden oldu.
Dünyada yaşanan bu hızlı değişimler doğal olarak uyum sorununu da beraberinde getirdi.
//EĞİTİMDE DEĞİŞİMLERE AYAK UYDURMAK
Değişimlerden olumsuz bir şekilde etkilenmemek için değişime ayak uydurmak, kurumlarımızı gözden geçirmek, yeni gelişmelere uyum sağlamak zorunluluk oldu.
Özellikle eğitim kurumlarımızı, eğitim anlayışımızı çağın beklentilerine göre yapılandırmak kaçınılmaz hale geldi.
Yeni gelişmelere ayak uyduracak birikime ve olgunluğa sahip olmayan toplumlar bugün büyük şoklar, uyumsuzluklar yaşamaktadırlar.
Hemen her gün her yerde tanık olduğumuz olumsuz gelişmelerin arka planına indiğimizde insan kaynaklarımızın gerektiği biçimde şekillendirilmediğini, yerinde kullanılmadığını görürüz.
Teknolojide yaşanan büyük gelişmeler bir çok mesleğin yok olmasına veya önemsiz bir konuma gelmesine zemin hazırlarken bir çok mesleğin de varlığını tehdit etmektedir. İnsan kaynaklarının yeterince programlanmaması ülkemize çok pahalıya mal olmaktadır. Eskiyen, önemini kaybeden mesleklere yönelmek bu alanda boşuna oyalanmak, insan kaynaklarının boşa harcanması anlamına gelmektedir.
//ÜRETEN İNSAN YETİŞTİRMEK GEREĞİ
Eğitim kurumlarının ihtiyaç duyduğu alanlarda üretici insan yetiştirmesi, insanların ilgi duyduğu, sevdiği, yeteneklerine uygun mesleğe yönelmesi, hem verimi artıracak, hem de kişinin iç çatışmalarına neden olmayacak, bireyin ruh sağlığına zarar vermeyecektir.
Bugün ülkemizde eğitim kurumları demokrasi kültürünün gelişmesi ve yaygınlaşmasına ön ayak olacak anlayışa sahip değildir.
Çünkü birey üretememektedirler. Demokrasi birey rejimidir.
İki asırdan fazla süredir birey üretme peşinde olan Batı, Kant'ın önderliğinde bunu büyük ölçüde başarmıştır. Kant'ın "Aydınlanma Nedir?" sorusuna verdiği şu yanıt Batıda rehber edinilmiştir: "Aydınlanma, insanın kendi neden olduğu ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Ergin olmayış, insanın kendi aklını bir başkasının yönlendirmesi olmaksızın kullanma yeteneğine sahip olmamasıdır.
//KENDİ AKLINI KULLANMA YÜREKLİLİĞİ
Bu ergin olmayış durumuna gelişte insanın bizzat kendisi suçludur.
Çünkü bunun nedeni aklın yetersizliğinde değil de aklını başkasının yönlendirmesi olmadan kullanmak yürekliliğini, kararlılığını gösterememede yatmaktadır.
Sapere Aude “Kendi aklını kullanma yürekliliğini göster" sözü, aydınlamanın parolası olmuştur.5
Böyle bir anlayışı ailede ve eğitim kurumlarında rehber edinmedikçe birey üretme, demokrasi kültürünü yaratma, olanağına ulaşamayacağız. O zaman da her gün tanık olduğumuz gibi ne demokrasi sağlıklı işler ne de insanlığın gereksinim duyduğu sağlıklı birey, sağlıklı toplumlar oluşur.
//DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ
Demokrasi kültürünün toplumuzda yaygın olmayışı yüzünden ergin olma yaşı yukarılara çekilmekte veya insanlar ergin olmadan bu dünyadan göçüp gitmektedirler. Ergin olma bir yaş işi değildir, yani belli yaşa gelen insan ergin olamaz, kendi aklını kendi kullanacak olgunluğa ulaşma işidir bu.
Kişinin kendisini yetiştirmesi, yeteneklerini geliştirmesi, kendini gerçekleştirmesi için uygun ortamlar yaratan demokrasiyi sağlıklı işletmek bireylerin, birey üretmek de eğitim kurumlarının işidir.
Bunu başaramayan kurumların işlevlerini yerine getirdiği söylenemez, içinde yaşadığımız zaman diliminde bilgi üretmede bilgiyi teknolojiye transfer etmede akıl almaz gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmeleri takip etmek, üretim sürecine katılmak, hemen hemen her toplum için varlık yokluk sorunu olmuştur.
Ulus olarak, genlere müdahale edilen, Mars'a ulaşılan çağımızda seyirci olarak varlığımızı sürdürmemiz olanaksız hale gelmiştir.
Eğitim kurumlarımız bunun bilincinde olarak çağın gelişmelerini takip edecek roller üstlenecek bireyler yetiştirmek zorundadır.
//AKIL VE BİLİMİN ÖNCÜ ROLÜ
Aklı, bilimsel bilgiyi rehber alacak anlayışı eğitim kurumlarında yaygın hale getirmek kaçınılmaz olmuştur.
Gençler başarılı olamadığında kendilerini gerçekleştirmede istenilen ölçüyü tutturamadıklarında yetişkinler sorunu yalnız onlarda aramak gibi tek yanlı bir tutum içine girerler genellikle.
Bu yaklaşım, onları kazanmadan, topluma yararlı olabilecek duruma getirmeden alıkoyacaktır.
Sorunun nereden kaynaklandığını sorguladığımızda yetişkinlerin hazırladıkları ortamların onların gelişmesine olanak sağlayacak özelliklere sahip olmadığını görürüz. Eğitimin temel amacı olan bilgi ve beceriye ulaşmak sağlıklı, kişilikli gençler yetiştirmek yetişkinlerin gençlere sunacağı iyi ortamlarda olası¬dır.
Bir canlıya egemen olma yerine, onun gelişeceği ortamlar hazırlamalıyız.
Sömürüyü ancak böyle yok edebiliriz.
Sevgi ve hoşgörü gibi değerlerin yaygın olduğu toplumlarda geleceğe güvenle bakabiliriz.
Ancak böyle toplumlarda farklı dünya görüşleri, zıtlıklar bir çatışma kaynağı olmak yerine, toplumun bir dinamizmi olarak ortaya çıkar. Bu olgunluğa ulaşma sevgi ve hoşgörünün yarattığı ortamlarda alan bulur, gelişir ve insanları birbirine düşüren tek doğrular yaşama ortamı bulamaz.
//BU EĞİTİM ANLAYIŞI AYDIN İNSAN ÜRETİR Mİ?
Toplumumuzun en büyük açmazlarından biri de yeteri kadar aydın insan üretemeyişimizdir. En coşkulu, ülke sorunlarına karşı en duyarlı, en idealist olan üniversite gençliğinin bile kendini aydın saymadığı bir ülkede yaşıyoruz.
Üniversite gençliğine sorduğumuz "sizler aydın mısınız?" sorusuna olumlu yanıt alamadık. "Toplumun hangi kesimleri aydın olmalı? Üniversite gençliğini aydın sınıfa dahil ediyor musunuz?" soruları da havada kaldı.
//ÇAĞIN YÜKSELEN DEĞERLERİ
Batılı çağdaş ülkelerde gençlere çağın yükselen değerleri sorulduğunda, en çok önem verdikleri değerleri kendi önceliklerine göre sıralamaları istendiğinde, demokrasi kültürünün özü olan şeffaflık, özgüven, özdisiplin, sosyal adalet, sosyal devlet, özgürlük, hukukun üstülüğü, çok seslilik kavramlarının en üst sıralarda yer aldığını görürüz.
Biz de ise bu kavramların gençliğin sözcük dağarcığında henüz yer almadığına tanık oluyoruz.
//TOPLUMUN BELLEĞİ
Toplumun belleğinde yer etmemiş bu kavramları gençlerin benimsemesi elbette olası değildir.
Şimdi burada ülkemizin ürettiği aydın insan tipini kısaca sorgulamak ve gerçek aydının nasıl olması gerektiği konusundaki görüşlerimizi okurla paylaşmak istedik.
Bugün toplumumuzda en çok eleştiri alan grupların başında aydın diye adlandırılan grup gelir. Enflasyon yüksekse, işsizlik artıyorsa, terör ve trafik canavarı can alıyorsa, başımız ağrıyor, ayağımız tökezliyorsa bunu hep aydın insanlardan biliriz.
Bu suçlama gerçek aydınlar için ise büyük bir haksızlıktır; kendini aydın sayan, aydın birikimi ve sorumluluğundan uzak, kendine yetecek kadar aydınlığı bile olmayan kesimler için ise o da azdır.
//KENDİNİ AYDIN SANANLAR
Kendini aydın sayan bir gurup vardır. Bunlar taşıdıkları etiketten, ait oldukları sınıftan dolayı aydın sayılabilirler. Ancak bunlar ne okur, ne yazarlar, ne de düşünürler.
Duyduklarıyla, birkaç gazete kupürünün, birkaç köşe yazarının görüşleriyle yollarını bulmaya, olayları kavramaya dünyayı yorumlamaya çalışırlar.
Daha doğrusu girip şekil alacakları bir kalıba gereksinim duyarlar.
Girdikleri kalıplar güven verir onlara.
Düşünen, sürekli kendisiyle, dünyayla hesaplaşan insanın çektiği acıyla kıvranmaz bu aydınlanmamış, aydınlatmayan aydın tipi.
Her türlü eleştiriyi hak eder bunlar. Bu eğitim sisteminin ürünüdür bu aydınlar.
Korkuya, baskıya ezberciliğe, bilgi yığmacılığına dayanan bir eğitim sisteminin ürünleri böyle olur. Bunda ne şaşılacak, ne de yadırganacak bir durum vardır.
Okuyanı da belli bir dünya görüşünün yayınlarıyla sınırlar ve koşullandırır kendini.
Bunların dışına çıkamaz. İdeolojik saplantı içindedir. Kendi kendini yönlendiremez. Saplantıları ona rehberlik eder.
Sınırlıdır ufku. Dar bir çerçeveden dünyayı seyreder.
Kendi doğrusunu tek değişmez doğru sanır.
Önyargılarla besler düşünce dünyasını.
Böyle insanların çoğunlukla ve etkili olduğu dünyada insan ilişkileri zehirlenmiştir.
Barışa uzanmak bir özlem olarak yaşar içimizde.
Bir de oportünist tipler vardır aydın geçinen.
Toplumda en çok eleştiriyi de bunlar alır. Sürekli vitrinde yer alan, her gün bir kılığa giren, bütün kaynakların kendi havuzuna akması için her türlü yola başvuran tipler.
Bunlar hep güçlülerin yanında yer almayı becerir, egemen kişi ve zümrelerin suyunda gider, fırsat buldukça da onları kullanmaya çalışırlar. "Düşenin dostu olmaz" sözünü kendilerine rehber olarak seçmişlerdir bu asalak tipler.
DEVAM EDECEK