Prof. Dr. Yılmaz ÖZBEK
Böylece bize sürekli bağlı olmalarını, sadık kalmalarını, yani bizim kölemiz olmalarını sağlamak için elimizden geleni yaparız.
Bir insanın çocukluk çağında ruh dünyası şekillenirken, ona zayıf, korumasız olduğu, yetişkinlerin himayesine gereksinimi olduğu duygusu aşılanıyor; çocukluğunu yaşaması, çocukça tavırlar sergilemesi yasaklarla engelleniyor, yetişkinlerin doğrularından sapmaları büyük günah, büyük suç olarak görülüyor.
Bunun çocuklarda yarattığı yıkım kolay kolay yok edilemiyor.
Bu otoriter eğitim anlayışının, kendine bağımlı yapma anlayışının bir sonucu olarak çıkıyor ortaya.
//BAĞIMLILIK
Bağımlı kılındığı yetişkinlerden bir gün kopma durumuna gelince onlar için tehlike başlıyor; bir yakınından ölüm ve sürekli ayrılma durumunda büyük depresyonlar yaşanıyor, kendi kabuğuna çekilme, sağlıklı iletişim kuramama gibi olumsuzluklar yaşam boyu bir gölge gibi takip ediyor.
Çocuk ve yetişkinler arasında bir sömürü düzeni kurulmuştur.
Kimse bunu kabullenmese de bu böyledir.
Aile fertleri çocukları anlamaktan çok uzak olduğu gibi aynı şekilde öğretmenler de onları anlamak için çaba göstermiyor.
Her türlü anlayış ve yüreklendirmeden yoksun yetişen çocuk toplumun beklentilerine yanıt verebilecek yürekliliğe ve birikime sahip olamıyor.
Yetişkinlerin sorumsuz davranışları sonucunu veriyor.
Çocuk özgüven, özdisiplin yoksunu olarak ne kendi yükünü ne de toplumun ona yüklediği sorumlulukları taşıyacak güce erişiyor.
//SENDEN BİRŞEY OLMAZ YANLIŞI
Çocukların en küçük başarısızlıkları, kusurları karşısında bilinçsizce kullandığımız "Senden zaten bir şey olmaz sözü" onların motivasyonunu olumsuz yönde etkiliyor.
Sonra yetişkinin bilinçsizliği, gençlerin başarısızlığı gibi yansıtılıyor.
Yüz tane fidan veriyorsun bir bahçıvana, korusun büyütsün diye onları, sonra bir bakıyorsun fidanların çoğu kurumuş, bu bahçıvanın görevini yaptığını söyleyebilir misin?
Kim kusurlu burada, fidanlar mı, koşullar mı, yoksa bahçıvan mı?
Yetişkinlere göre iyi çocuk uysal olan, ailenin ve okulun beklentilerini yerine getiren çocuktur.
İstekler mantılıklı işe yarar olsun veya olmasın tanrı buyruğu gibidir.
Söylenen her şey yapılmalıdır.
Yapmayan çocuk kusurludur, özürlüdür, onlara göre.
Toplumda sevilen övgü sözleriyle taçlandırılanlar hep uysal olanlar, boyun eğenlerdir.
Özgür düşünceli başına buyruk gençler pek hoş karşılanmıyorlar, bu gençlerin sayısı da sınırlıdır zaten.
//BAŞINA BUYRUK OLMAK NEGATİFLİK Mİ?
Başına buyruk ifadesi de negatif anlam yüklüdür dilimizde.
Aslında bu tür bireylet toplumlar daha sağlıklı toplumlardır.
Öğretmenler otoriterdir genellikle.
Gençlerin şımarmamasına olanak tanımazlar.
Şımarmak kültürümüzde zaten olumsuz bir yere sahiptir.
Şımarmak baskının karşıtıdır yan bir çocuğun, bir gencin kişiliğinin sağlıklı gel değildir. Şımarmak özgüvene, öz disipline açılan kapıdır.
Şımarmak bizim kültürümüzde anlaşıldığı gibi in sınırlarını aşması, kuralları çiğnemesi değildir, bir genç kendini toplum içinde asla güven içinde hissedemez; yeteneklerini öne çıkaramaz, ne kendisi ne de toplum için yeteri kadar iyi şeyler üretebilir şımarmasına ortam hazırlama, onları yüreklendirme yerine bunu büyük bir ayıp saymış ve toplum yaşamın için büyük bir gayret içine girmişiz.
Bu tutumla kişiliği tahrip eden, gelişmeyi engelleyen baskıları nasıl toplum yaşamından atabiliriz?
//YETİŞKİNLERİN MUTLAK DOĞRU DAYATMASI
Yetişkinlerin söyledikleri mutlak doğrudur, asla tartışılmaz, öğrencinin onları sorgulama ve irdeleme gibi tavır sergilemesi asla olacak şey değildir.
Zaten buna da izin verilmez, kimse de buna cesaret edemez; edenler dışlanır, ayıklanırlar. Öğretmenler de toplumun onlara verdiği rol yerine getirmek zorundadır.
Bunun dışına çıkanlar da normalden sapmış olurlar.
Sonuçları da ağır olur."Eti senin kemiği benim" diye çocuğumuzu teslim ettiğimiz eğiticiden başka nasıl bir tavır bekleyebiliriz.
Dayağın şiddetinden bir öğrencinin kulağı sağır olmuştu.
Öğrenci velisi yedi çocuğu daha olduğunu, "öğretmenin vurduğu yerde gül" biteceğini söyleyerek öğretmeni teselli ettiğine tanık olmuştuk.
Zarara uğrayan, nasıl olsa kendi yaşamı
değildir.
Çocuğun ömür boyu sağır kalması da böyle şekillenmiş bir vicdan için çok şey ifade etmiyordu.
//EĞİTİM VE CEZA
Eğitim kurumlarını ceza verilen, korku kaynağı olan bir yer olmaktan çıkarıp, zevk duyarak bulunduğumuz, bir çok kazanımlar elde ettiğimiz, örnek davranışlar kazandığımız bir yer haline getirmenin yolunu bulmalıyız artık.
Pedagoji dersi almış olmak formasyon sahibi olmak demek değildir.
Ders sırasında kızdığı öğrenciyi kavga etmeye davet eden pedagoji hocaları vardır. Öğrenciye nasıl davranacağını bilemeyen öğretmenlerle öğrencileri yüzleştirmenin sakıncalı olduğunu anlamak için daha ne kadar bekleyeceğiz.
Öğrencisine, kendi çocuğundan farklı davranan bir kişi için öğretmenlik mesleği uygun değildir.
Bu tür öğretmenler kendilerini vicdani bir sorgulamadan geçirmeli ve kendilerine başka meslek edinmelidirler.
Öğretmenleri kişisel olarak suçlamak elbette ki tutarsızlık olur.
Toplumun, kurumların ona verdiği rol bu, toplumun geleneği bu. Geleneksel eğitim tarzı bu.öğretmen bunun dışına çıkamaz.
Çıkarsa kendisi de dışlanır.
//BİLGİLER TEORİDE KALMAMALI
Bilgiler uygulama alanı bulmadıkça bir şeye yarmazlar.
Yani kullanabildiğimiz zaman bilginin bir önemi olabilir.
Her güzel şey gibi bilgi de eskiyebilir.
Çağımızın gelişmelerini anlayabilmek için yeni bilgilere, kendimizi yenilemeye gerek reksinim vardır.
Her gün yaşanan gelişmeleri izlemeyen kendini yenilemeyen biri için bir süre bir dayanak kalmaz.
Sahip olduğu bilgiler onu taşıyamaz, o da yavaş yavaş biter tükenir.
Kendini yenileyen günün gelişmelerini takip eden ve çocukları bu çağın yükselen değerleri ile yüzleşmelerini sağlayacak, birikimde öğretmen sayısı azdır.
Öğretmen ve öğrenci arasında güvene, sevgiye, saygıya dayanmayan bir ilişkiyi asla sağlıklı bulmuyoruz.
ÖĞRETMEN-ÖĞRENCİ İLETİŞİMİ
Bu tür ilişkilerin belirleyici olduğu, eğitim kurumlarının verimli olacağına inanıyoruz deneyim sürecinden geçmeyen, toplumsal yararı kanıtlanmamış kuralların, insana sınırlar çizmesini,bunlardan tüm yetişkinlerin sakınmasını olmazsa olmaz görüyoruz.
Eğitim "kişiliğin gelişmesine yardım eden ve onu esas alan, onu yetişkin hayatına hazırlayan davranışlar elde etmesine yarayan bir süreç olarak da tanımlanır.
Burada hemen şu soru akla gelir ülkemizdeki eğitimden sorumlu kurum ve kişiler bu tanımın sınırları içinde amaçlanan sağlıklı toplum oluşturma, oluşturma toplumu ileriye götürme yolunda görevler üstlenecek ve getirebilecek bireyler yetiştirebiliyor mu?
Böyle bireyler öğrenciyi yalnız bilgiyle donatan, ona yalnız bilgi yükleyen bir yöntemle değil, tersine öğreticinin otoritesinden bağımsız, kendi başına düşünmeyi, öğrenmeyi ve araştırmayı ön planda tutan bir eğitim yöntemiyle yetiştirilebilir.
Yoksa birçok şeyin farkına varmadan, günü kurtarma çabası içinde olan, belli engelleri aşma, basamakları çıkma yolunda şartlandırılan öğrencilerin yarınları yok olacaktır.
//YANLI YÖNTEM YANLIŞI
Yanlı yöntemlerle şekillenen, ezbere yönelmiş öğrenciler, hem ilerdeki meslek yaşamlarında başarılı olamayacak hem de sosyal ilişkilerinde topluma uyma, olayları farklı yönlerden değerlendirme, toplumsal olayları doğru bir biçimde yorumlama ve tavır koyma becerisini kazanamayacaklardır.
Öğretim kurumlarının görevi hazır bilgileri bir yemek tarifi gibi öğrenciye nakletmek değildir. Aslında öğrenciyi yönlendirmek, sunulan bilgileri birbiriyle ilişkilendirmek ve üretkenlik yönünde onları yüreklendirmek yerinde olacaktır.
Öğrenmeden anladığımız neye yarayacağı belli olmayan bir takım kuru bilgilerin hamallığını yapmak değildir.
Tercih edilmesi gereken bilgi, sorgulama, irdeleme ve eleştirel yaklaşım sonucu elde edilecek bilgidir.
Bu özellikleri taşımayan bilginin yararı olmayacağı gibi kalıcılığı da tartışılır.
//YETİŞKİNLERİN GÖREVİ
Yetişkin ve eğiticilerin çocuklar ve gençler karşısındaki görevi onları eğitmek, yarınlara hazırlamaktır.
Bunu yapabilmek için eğitim kurumlarını geleceğin yetişkinlerine yalnızca bilgi sunan bir kurum olmaktan çıkarmalıyız.
Öğrencilere sunulan bilgileri mutlak, değişmez bilgiler olarak sunmakla, çocuklarımızı ve gençlerimizi yarınlara hazırlayamayız.
Öğrencilerin kafasına nelerin işleneceğine öğretici ve yöneticilerin karar vermesi her zaman doğru sonuçlar vermez.
Öğrenciyi araştırmaya yönlendirmeyen, öğrenci katılımı ve eleştirisini devre dışı bırakan, bir eğitim biçimi gençleri yarınlara hazırlayamaz ve onları toplun götüremez.
Oysa gençlik bu dünyaya sahip olabilmek onu anlayabilmek, onu sevebilmek, ona yaşanabilir ve yaşamını bilinçli bir şekilde sürdürmek istemektedir.
Bunun için gerekli olan şeyleri öğrenmek, yaşamın gereklerini tam olarak yerine getirebilecek bilgi ve deneyimleri elde edebileceği yöntemlerle yüzleşmek istemesi onun en doğal hakkıdır.
Bilgisiz olmak bile, neye yarayabileceği belli olmayan bilgilerle beyni yüklemekten, o bilgilerin baskısı altında kalmak, zamanı boşa geçirmekten daha iyidir.
çünkü işlenmeye daha elverişlidir.
//KOLLEKTİF ŞUUR
Kolektif şuurun yıkıldığı, yok olmaya yüz tuttuğu, bireyin ön plana çıktığı günümüzde bireylerin daha iyi yetişmesi gerekmektedir.
Eğitim kurumları her bireyin toplumsal yaşama etkin bir şekilde katılmasını sağlamak ve yeri zor doldurulabilecek bireyler edinmelidir.
Bu ütopik bir beklenti olarak görülebilir.
insanlığı başarıdan başarıya götüren, çeşitli buluşlar yakalamasına olanak tanıyan, insanlığı uzay çağına getiren ütopik diye nitelendiren düşünceler olmamış mıdır?
Bilgi aktarma, bilgi yağmacılığı, ansiklopedik bilgilerle oyalanma, ezberleme unutma gibi yaklaşımlar hem çok zaman alıyor hem de gelişme çağında olan çocuklar üzerinde baskı oluşturuyor. Ezberlemek çok ağır bir iştir bir azaptır.
Analitik düşüncenin gelişmesine olanak tanımadığı gibi, bilgi üretme yolunda da en büyük engeldir.
//MİTOLOJİK ÖRNEK
Yunan mitolojisinde geçen bir efsaneye göre Karinthos Kralı Sisyhos nişanlı bir kızı baştan çıkardığı için tanrı tarafından cezalandırılmıştır; cezası ağır bir kayayı dik yamaçlı bir dağın tepesine çıkarmak ve tekrar aşağı yuvarlamaktır.
Bu ağır işi sonsuza dek sürdürmek zorundadır. Hiçbir amaca hizmet etmeyen, insanı boşu boşuna oyalayarak, düşünce üretimini sınırlayan, toplumun dayatmalarıyla boğuşan çocukların, gençlerin kaderi Sisyhos'la aynıdır. Efsa¬neye göre Sisyhos günah işlemiştir, cezasını çekecektir; ya çocukların, gençlerin suçu nedir? Hangi günahı işlemişlerdir? Okulda geçirdiğimiz zamanı bir azap, bir işkence aracı olmaktan çıkarmak kaçınılmaz hale gelmiştir. Okuldan ka¬çan, okulu asan öğrenci sayısı küçümsenmeyecek duruma gelmiştir. Çağımızda çok hızlı değişimlere tanık olmaktayız. Bilgi çoğalıyor, bilgi çeşitleniyor, bunun yanı sıra bilgi eskiyor da.
Bu yüzden aldığımız eğitimle yetinmek geriye gitmek demektir.
//YENİLENME İHTİYACI
Kendimizi sürekli yenilemeli, eskiyen bilgilerin yerine yeni bilgileri koymalıyız.
Özellikle fen bilimleri, sağlık bilimleri dalarında bilgilerin daha çabuk eskidiğini gözlemlemekteyiz.
Bu yüzden kendini yenilemeyen bir uzman birkaç yıl içinde sahip olduğu bilgilerin uygulama alanı dışında kaldığını görecektir.
Bilgi sahibi olmak kadar onları günün gelişmelerine göre yenilemek de kaçınılmaz hale gelmiştir
Bugün yaşadığımız gelişmeler bize, insanın sürekli kendini yenilemesini, yetkin hale getirmesini zorunlu kılıyor
. Öğrenmenin ömür boyu süren bir süreç olduğunu, ölürken de can vermeyi öğrendiğimizi bilmeyen yoktur.
Bir çok meslek için ömür boyu sürecek eğitim programlan doğal olarak yaşamın vazgeçilmez parçası haline gelmiştir.
Bugün ülkemizde eğitim kurumları kendimizi tanıma, yeteneklerimizi ortaya çıkarma, toplumun gereksinim duyduğu insanı yetiştirme becerisinden uzak görünmektedir.
Çağımızın çok boyutlu insanını yetiştirmek, gerekli ortamları hazırlamak eğitim kurumlarından beklenmektedir.
Bunun için ilk adım korkuyu, baskıyı yok etmek olmalıdır.
Okul çağında çocukların tanık olacakları her türlü baskı onların ruhsal yapısını olumsuz yönde etkileyebileceği gibi, çalışmak, öğrenmekten de soğutacaktır onları.
DEVAM EDECEK