Abdurrahman Akbaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
İslâm'ın temel esaslarından biri olan hac, Allah'ın sonsuz rahmetinin tecellî ettiği, hatıralarla dolu, Müslümanların derin bir iman, vecd ve aşk heyecanı içinde kaynaşarak takvayı tek üstün kriter telâkki ettikleri ve mahşerin bir benzerini dünyada yaşadıkları ulvî bir ibadettir.
Hac ibadeti sonsuz dünyevî uhrevî hikmetlerle bezenmiştir. Haccın ifâ edildiği
mübarek mekânlar müstesna bir feyiz menbaıdırlar. Bu mekânlarda ruh ahengini bulur, ilâhî feyiz ve rahmet olur.
Yüreklerdeki iman cevheri, yıldızlaşarak kemâl noktasına varır. Ruhlar, En Sevgiliye yakın olmanın hazzıyla coşar.
Hacdaki ziyaret yerleri, insanın Yüce Allah hakkındaki bilgisini ve imanını tecrübeye koyduğu mekânlardır. İşte bu mekânlardan biri de Arafat’tır. Arafat’ta vakfe (duruş) anları, gönlün, ihlâsın ve samimiyetin ön plâna çıktığı paha biçilmez dakikalardır.
Allah Rasulü’nün: “Hac, Arafat’(ta olmak)tır” (İbn Mace, Me nasik, 57), “Hac Arafat’tır” (Ebu Davud, Sünen; Kitabu’l-Menasik, H.no: 1949; Tirmizi, Sünen, Kitabu’l-Hac, Hadis no: 889-90; Nesai, Sünen, Kitabi’l-Menasik, Hadis no: 211; İbn Mace, Sünen, Hadis no: 3016) sözleri haccın hakikatinin, bilme, tanıma, anlama, kavrama olduğunu, Zilhiccenin dokuzuncu günü ve hem de mekân olarak da, Arafat’ta olmamız gerektiğini, aksi takdirde haccın diğer şartlarını yapmış olsak bile hac yapmamış sayılacağımızı vurgulamaktadır.
Aynı zamanda bu söz, Arafat’ın tanışma ve kardeşlik günü olduğunu da ifade etmektedir. Bu mekânda ümmetin çeşitli kültür çevresine ve entelektüel seviyeye mensup insanları birbiriyle kaynaşma ve tanışma fırsatı bulurlar. Bu fırsat, müminlerin birbirinden marifet elde etmelerini sağlar.
Arafat, cehaletten kurtulup marifetullah ile dolmaktır. Arafat irfan ve marifet mektebidir.
Arafat’ta Kâbe’ye yönelerek yaptığımız duada da bilgi elde etmeye yarayan uzuvların ışıklandırılmasını Allah’tan niyaz ederiz. Bunun için Arafat ârif olmak, marufa, marifete, marifetullah’a ermektir. Marifetullah ise müminin Allah'ı hakkıyla tanıması, bilmesi ve buna göre O'na yürekten bağlanmasıdır. Bu bağlanış O'nun emirlerini içtenlikle yerine getirmeyi ve yasaklarından uzak durmayı ifade eder.
Arafat; dirilişi, mahşeri, mahkeme-i Kübra öncesi bekleyişi, ölmeden önce ölmeyi, hesaba çekilmeden önce muhasebe yapmayı bilmektir. Arif olan anlar, Arafat’ı idrak eden hacı olur.
Arafat, irfan meydanıdır. Arafat marifeti yakalama yeridir. Arafat önce kendini bilme, kendini bulma deneyimidir.
Ve “Kendini bilen, Rabbi’ni de bilir” hükmünce, önce kendini tanıma,
ardından da Rabbi’ni tanımadır. Arafat’ta kendini ve Rabbi’ni tanıyanlar da, mükâfat olarak
Allah tarafından tanınacaklardır. (Bkz. HaccıAnlamak, Komisyon, DİB. Yayınları s, 33)
Dünya, gerçek yüzünü burada gösterir.
GELİŞ VE GÖÇ!...
Arafat’ta diğer müminlerle bir arada bulunan, kıyafetiyle artık bu dünyayı terk ettiğini gösteren mümin, haşir ve hesaba çekiliş sahnesini temsili bir şekilde yaşayarak sorumluluğun ve hesaba çekilmenin idrakine varır. Allah’ın huzurunda durmanın mânâsını, makam,
servet ve ilim gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını
anlar.
Kitabı sağdan verilip: “Alın, kitabımı okuyun. Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.” (Hakka, 19-21) sevincini yaşayan müminin misali hoşnut kalacağı yüce bir cennette olmayı arzu eder.
Bu yönüyle, Arafat artık her şeyin, akıl gözünü aşıp kalp gözüyle seyredildiği bir mıntıkaya dönüşür. Hac, aslında Arafat’ta duruştan ibarettir. Bu duruşun süresi, bir anlık bir süreden, bir güne kadar uzanabilir. Burada, bütün mesele, işte o tek ânı yakalayabilmek ve o ânı ebedileştirebilmekten ibarettir.
Her ne oluyorsa, işte o bir anlık duruşun içinde olup bitiyor.
Kuşkusuz davete icabet eden kişi, oraya niçin geldiğinin ve orada niçin durmakta olduğunun bilincindedir.
Orası, kendini oraya davet edenin, yani Davet Sahibi’nin meydanı, O’nun sofrası. Orada hacı, Allah’ın misafiridir.
Gören ve görünen, işiten ve işitilen, böyle bir idrak içinde bir’leşir (tevhit).
Orada Allah'ı bilme, tanıma ve her yerde ve her cihette yalnız Onu görme ve bilme vardır.
Arafat meydanı aynı zamanda mahşeri kalabalığı ve insanları bir araya toplayan içtimaî bir kongredir. Bu kongrede bütün Müslümanlar, İslâm bağından başka, bütün bağlardan ve işaretlerden sıyrılırlar, dikişsiz elbiseden, başka bütün örtülerden soyunurlar. Hiçbir fert, diğerinden, ayırt edilemez. Hiçbir kabileyi diğerinden, hiçbir cinsi öbüründen ayırt etmeksizin yapılan bir kongredir.
Orada yegâne bağ İslâm bağıdır. Yegâne boya, Allah’ın boyasıdır. Yegâne nişane ve alınlarda parlayan nur ve parıldayan iman nişanesidir haklarının ve evrensel ilkelerin bütün insanlığa duyurulduğu gerçek özgürlük ve eşitlik günüdür.
Ayrıca bugün, toplumları temelden sarsan her türlü ahlâksızlığın, haksız kazancın, emanete ihanetin, kan davasının yasaklandığı, toplumsal düzenin temeli olan adaletin ve hakkaniyetin hayatın bütün alanlarında tesis edilmesinin öneminin vurgulandığı bir gündür. İşte bu büyük meydan, Allah Rasûlü’nün “Tebliğ ettim mi?” sesine candan kulak vererek “Evet, ey Allah’ın elçisi, sen tebliğ ettin, tebliğ görevini yerine getirdin. Senin mesajın bize ulaştı.
Bundan sonra bu mesajı taşımak bizim görevimiz.” diyerek bu mübarek meydandan İslâm’ın bu temel ilkelerinin savunucusu ve taraftarı olmak azmi ve kararlılığı içinde Yüce Allah’la ahitleştiğimiz makamdır.
Arafe günü, nefis muhasebesi yapma günüdür. İnsanlığımızı ve Müslümanlığımızı sorgulama günüdür. Allah’ın emir ve yasaklarına, Hz. Peygamberin örnek ahlâkına ne derece uyabildik İslâm’ın güzelliklerini ne derece hayatımıza geçirebildik?
O gün bu sorular üzerinde de bir hayat muhasebesi yapma günüdür. Arafat, bir af ve ilticâ makâmıdır. Arafat, yeni bir doğuştur. Arafat, kabirlerden kıyamet sabahına kalkış ve fevc fevc mahşer meydanında toplanıştır.
Aciz, muhtaç bir şekilde keremi sonsuz olan Cenab-ı Hakk’a dua ederek af beklemedir.
Hazret-i Âdem ile Havvâ vâlidemizin Arafat Vadisi'nde buluşup ağlaşarak af beklemeleri gibi.
Bugünün fazilet ve sevabı nihayetsizdir. Nitekim Hz. Peygamber: “En faziletli dua, Arafat gününün duasıdır...” (Kurtubi, Ahkam, II/419) buyurmaktadır.
Arafe günü, dua ve yakarış günüdür. Arafat, duaların arşa yükseldiği “Buyur kulum! iste istediğini” denilerek iltifata mazhar olduğumuz, Yüce Allah’ın huzurunda, kıyamette mahcubiyete, boyun büküklülüğüne sebep olabilecek günahlarımızdan af dileyip anamızdan doğduğumuz günkü gibi günahlardan arınıp paklandığımız gündür.
Annemiz, babamız, ailemiz ve çocuklarımız, milletimiz için ve dünyanın dört bir bucağında zulme maruz kalmış kardeşlerimizin kurtuluşu, barış, huzur ve mutluluğu için dua günü...
O günde affediliş fakat kulluk sorumluluğunu tam bir yükleniş ve bu konuda Rabbe kesin bir söz veriş de vardır.
Arafat’ta içten yakarışlardan af ve mağfirete nail olduktan ve İslâm’ın günlük hayatta da bizden istediği sevgi kardeşlik gibi duyguların eğitimini ziyadesiyle aldıktan sonra hayatın
şeytanî dürtülerine karşı bir kararlılık göstermek için Mina’ya cemerata taş atmak üzere yolculuğumuz devam eder...
Ne mutlu zihnen, kalben, fikren kötü duygu, düşünce ve günahlardan arınıp hacdan
sonraki duygu ve tavırları hacdan öncekinden daha güzel olanlara...
Ne mutlu marifetle dolanlara...