Sağlıklı Eğitim, Sağlıklı Toplum
Prof. Dr. Yılmaz ÖZBEK
SUNUŞ: Atatürk Üniversitesi’nin mümtaz bilim adamlarından Edebiyat Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr.Yılmaz Özbek’in Eğitim konusundaki değerli tespitleri ve öngörülerini bu sütundan sizlere aktaracağız. Özbek hoca’nın 2004 yılında yayımladığı “Sağlıklı Eğitim, Sağlıklı Toplum” eseri’nin eğitim bazında ülkemiz için bir vizyon oluşturma çalışması olduğunu vurgulamak da yarar görüyoruz. Özgün ve akıcı bir üslupla hazırlanan bu değerli eseri ERZURUM Gazetesi okurlarına sunmanın gururunu yaşıyor, Prof. Dr. Özbek hocamızı, Eğitim ve tefekkür dünyamıza armağan ettiği bu eseri dolayısıyla tebrik ediyor, saygılar sunuyoruz.
ERZURUM gazetesi
PROF. DR. ÖZBEK KİMDİR?
1947 yılında Erzurum’da doğdu. 1972 yılında Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. 1979’da yüksek lisans, 1982 yılında ise doktora çalışmasını bitirdi. 1986’da Yard. Doç., 1990’da Doçentlik kadrosuna atandı. 1989-1991 yılları arasında Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanlığı, 1992-1996 yılları arasında Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölüm Başkanlığı yaptı. 1993-1994 yıllarında Fen-Edebiyat Fakültesi Dekan yardımcılığı görevini yürüten Özbek, 1994 yılında Profesörlük kadrosuna atandı, 1995-1996 Fen-Edebiyat Fakültesi Senatörlüğü, 1996-2000 yılları arasında Atatürk Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevlerini de yürüttü. Halen Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığını sürdürmektedir.
ÖNSÖZ
“En anlamsız, en işe yaramaz kurallar bile kendi savunucusunu yaratır”
Bob Franklin
Dünya sürekli bir değişim içinde.
Değişmeyenler tutunamazlar oldukları yerde. Değişmeyen, eskimeyen hiçbir olgu, hiçbir yaşama biçimi yoktur.
Bu değişime ayak uyduramayanlar zaman içinde ya yok olurlar ya da önemini yitirirler. Bu yüzden yeniliklerden yana olmak, onlardan yana tavır koymak yaşamsal zorunluluk haline gelmiştir.
Bilginin çok hızlı bir biçimde çeşitlendiği, çoğaldığı ve de eskidiği günümüzde bu gerçekler bizi yeni bir tavır, yeni bir konum almaya götürmelidir.
Gençleri geleceğe hazırlamak, onların güvenle yaşama sarılmalarını sağlamak, çağın beklentilerine yanıt verecek bilgi ve beceri donanımlarına sahip olmaları, için ortamlar yaratmak, eğitim daha doğrusu tüm yetişkinlerden beklenilmeli.
Eğitim kurumlarının amacı üstün nitelikli insan yetiştirmek, insan kaynaklarını verimli bir şekilde kullanmak, toplumsal huzuru, kalkınmayı sağlamaktır.
Çağdaş eğitimin olanaklarından yararlanarak ülkenin kaynaklarını en verimli şekilde kullanıp çağdaş insanı yaratmak
Çağdaş toplumun en öncelikli görevi haline gelmiştir.
Olumsuzlukların kaynağını kime sorsanız sistemde olduğunu söyleyecektir.
Sıkıntı sistemde değil, sistemi işletiş biçiminde, sistemi işletecek olgunlukta olmayışımızda yatmaktadır
Sistemlerin birinin ötekine üstünlüğü vardır elbette, çağa uygun olanı, eskimiş olanı; önemli olan sistemi işletebilmek ve onun zamanla eskiyen yönlerini yenileriyle değiştirmektir.
Nitelikli insan yetiştirmek için öncelikle eskimiş basma kalıp bilgilerle gençlerimizi oyalamaktan, ezberciliği bir eğitim yöntemi olmaktan çıkararak işe başlamalıyız.
Bu yöntemlerle yaratıcı, üretici insan yetiştirmenin olanaklı olmadığını bugüne kadar hep yaşadık; olumsuzlukların yarattığı çatışmalar beraberinde irdelemeyi, sorgulamayı getirdi, bir şeylerin yanlış gittiğini anlamamızı sağladı.
Şimdi sıra sağlıklı yaklaşımlar, tavırlar sergilemede.
//GENÇLERE YATIRIM, GELECEĞE YATIRIM
Gençlere yapılan her türlü yatırımın ülkenin geleceğine, insanlığın geleceğine, barış ve huzurun egemen olacağı bir dünyanın kurulmasına yatırım olacağını bilmeyen yoktur. Fakat önemli olan bunu yaşama geçirmektir.
Bu bir birikim, bu bir olgunluk işidir.
Bu konuma gelmek için kapalı kapılan aralamak zorundayız.
Elbette toplumun genel anlayışına direnmek kolay değildir.
Gelenek haline gelmiş bir çok tutumumuzun doğru veya yanlış farkında bile değiliz.
Dünyadaki gelişmeleri, esintileri dikkatle izlemeliyiz, belli bir hıza ulaşabilmek için rüzgarı arkamıza almamız gerekmektedir.
Rotamız belli değilse, hangi limana gideceğimizi bilmiyorsak hiçbir enerjinin hiçbir gücün bize yararı olmaz.
Boşa oyalanmak, sahip olduğumuz enerjiyi boşa harcamaktan başka bir şeye yaramaz.
Planlı programlı olmak çağın gereğidir.
İnsan kaynaklarını başka türlü yerinde kullanma olanağına kavuşamayız.
GELENEKLER VE SORGULAMA…
Geleneklerimizin iyisi de, eskimişi de yanlışı da kolay kolay yaşamımızdan çıkmıyor. Bu bir şeyin iç yüzünü bilmeden, onun ya yanında ya da karşısında yer almaktan kaynaklanıyor. Yüzleştiğimiz her olguyu irdeleyerek, sorgulayarak yaşamın gerçeğini yakalayabiliriz. Buna göre organize olabiliriz, savunduğumuzu da karşı çıktığımızı da bilerek yapar ve kazançlı çıkarız.
Çağın yükselen değerleriyle donanmadan çağımızın dünyası ile baş edebilmek giderek olanaksız hale geliyor.
Mevcut eğitim anlayışımız ve gençlere yaklaşım tarzımız bizi başarıya götürmek bir yana, yaşadığımız bütün olumsuzluklara kaynaklık ediyor.
Bir şeylerin normal gitmediğini hemen herkes biliyor.
Dünyadaki gelişmeleri yakından takip edemeyen, kendini yenilemeyen eğitim kurumlarının hastalık ürettiğini, bunu topluma bulaştırdığını kimse yadsıyamaz.
Sorunlara çözüm üretmek bir yana çözümsüzlük içinde bocalar hale gelmiş bir toplum içinde yaşamanın sonucu olumsuzlukları doğal sayan, kaderimiz sayan hale gelişimiz hep birlikte. Hedefi olmayan, nereye gittiğini bilmeyen, amaçsızca oyalanan bu toplumun ürettikleri de bizi ne yazık ki tatmin etmiyor.
Gelişmiş ülkelerin bilgi birikimleri, insan kaynakları ve rekabete dayalı ekonomileri karşısında var olmak, varlığımızı sürdürebilmek, olanaklarını, kaynaklarını çarçur eden ülkemiz için giderek zorlaşıyor.
Türkiye nereye gidiyor, sorusunu zaman zaman sorarız kendimize.
Aslında nereye götürüyorsak oraya gidiyor diyebiliriz.
Sağlıklı işlemeyen kurumlarıyla, iyi şeyler üretmeyen, çağın gidişine ayak uyduramayan toplumuyla gideceği yer bizi mutlu etmez.
Ülkenin, kurumların bilgisi, birikimleri, gücü nereye taşıyabilirse oraya götürecek bizi. Suçlu arıyoruz ve buluyoruz da, ama kendi dışımızda bu suçlular.
Tüm toplum olarak üzerimize sinen koku aynı.
Bu koku iyi koku değil.
Bu kokudan bir an önce arınmalıyız.
Kurumları sağlıklı işletecek toplumun tümüdür.
Bugün yaptığımız gibi siyasetçiyi veya toplumun bir kesimini suçlamak sağlıklı bir çözüm arayışı olamaz. İyi şeyler de kötü şeylerde tüm toplumun üretimidir.
//NEREDE YANLIŞ YAPIYORUZ?
İyi şeyler üretemeyen, iyi şeylerle yüzleşemez ve bunu da beklemeye hakkı yoktur.
Öyle bir noktaya geldik ki kötü gidişten yakınmak yerine, nerede yanlış yapıyoruz bunu irdelememiz gerekir. İşte bu kitap eğitim boyutu ile buna cevap aramaya çalışıyor.
Bugün eğitimden sorumlu olan veya olmayan her yetişkinin çocuklardan beklentisi, kendi açtıkları izden, kendi çizdikleri yoldan, kendi değişmez doğrularını rehber edinerek yürümeleridir.
Gençleri korumak adına korkuyu, baskıyı, cezayı kurumsallaştırdık. Bu temel anlayışımızın toplumun geleceğini nasıl yok ettiğini, genç kuşakları eskimiş, çağdışı olmuş kuralların, faşizan baskısı altında tutsak hale getirdiğimizi göremez olduk.
Oysa çağdaş dünya birey üretme, kendi yolunu kendi belirleyecek olgunlukta insan yetiştirme peşinde; kendi kendine yeten, eleştirel düşünceyi rehber edinmiş, kendi aklını kendi kullanan ve kendine ait görme, yorumlama, karar verme biçimine ulaşmış bireylere bu toplumun çok gereksinimi var.
Yeni kuşaklara egemen olmak yerine, onları anlamak, onlarla uyum aramak, onların bize benzemelerini sağlamak yerine, farklılıklarını çağın gereği olarak görmek yetişkinlerin
en öncelikli sorumluluğudur.
Eğer genç beyinleri kısırlaştırmak, insanımızı başkalarına malzeme olacak kalıplar içine sokmak istemiyorsak, kendimizi, yaptıklarımızı ve modern dünyanın dayattıklarını, yani yükselen değerleri tüm yetişkinler iyi incelemelidirler.
KURALLAR MI BİZİ YARATTI, BİZ Mİ KURALLARI?
Eskimişe, geleneksel olana sırtını dönmek, eleştirel düşünceyi yaşamın en önemli öğesi saymanın yolunu açmak modern insana verilmiş bir roldür zaten Bugünün insanının beklentilerine yanıt veremeyen eskimiş kurallardan sapmayalım derken, yaşamın gerçeklerinden uzak kaldık.
Gençleri anlayamadık, anlamak için de çabalamadık.
Kurallar mı bizi yarattı, biz mi kuralları yarattık?
Biz mi onlara egemen olacağız, onlar mı bize?
Kalıpların şekline mi gireceğiz, yoksa kalıpları yaşamımızdan söküp atacak
mıyız? Bunları sorgulamakta geç bile kaldık.
Hep yaptığımız gibi, ağlamanın, yakınmanın, eleştirdiğimiz olumsuzluklara çare olacağı yok. Ziyan olan oldu hiç değilse yeni kuşakları modern eğitim anlayışı ile yetiştirebilsek.
Kimse bunu önümüze koymayacaktır.
Bunun için yeni bir anlayışa, büyük bir çabaya gereksinim vardır.
Bu kitap bu yolda kendimizi gözden geçirmek, sorgulamak için bir yol bir işlev üstlenirse amacına ulaşmış olacaktır.
Kafka ve Hesse'den konuya ışık tutacak, renk katacak birer örnek aldık. Dünyanın bu iki dev yazarının eğitim konusuna nasıl baktığını okurla paylaşmak istedik.
Nasıl Bir İnsan Yetiştiriyoruz?
Burada yazmaya çalıştıklarımla deneyimlerimi aktarmak istiyorum.
Okuduklarımdan etkilenmemiş olmam elbette ki olanaksız, ama daha çok öğrenciyken yaşadıklarım, bir bilim adamı, bir eğitici olarak yaşadıklarım ve öğretmen-öğrenci, daha doğrusu çocuklarla, gençlerle yetişkinlerin ilişkilerin den gözlemlediklerimin bir yansıması olacak burada sunacaklarım.
Daha çok toplumu şekillendiren yanlış tutumlar ve bu yanlışlıklardan çıkış yolları olacak konunun odak noktası.
//İNSAN KAYNAKLARININ PLANLANMASI
Nasıl bir insan yetiştirmeyi hedeflediğimizi, daha doğrusu toplumun hangi özelliklere sahip insanlara gereksinim duyduğunu bilmiyoruz.
İnsan kaynaklarımızın planlanması yönünde herhangi bir programın olduğu izlenimini de edinemedim şimdiye kadar.
İnsanımızı çağın beklentilerine göre yönlendirdiğimizi, yetiştirdiğimizi de asla söyleyemeyiz. Eğitim adı altında yaptığımız, insanımızı çağdışı düşüncelerle, basma kalıp fikir kırıntılarıyla koşullandırmaktan, başka bir şey değildir.
Eğitimin yerini koşullandırmanın aldığı yerde sağlıklı ve özgür iradeli insan yerine, dümeni başkasının elinde tehlikeli yığınlar yetiştirilir.
//ÖNCE EĞİTİM
Ülkemizde koşullandırmadan, gereksiz bilgilerle oyalamaktan başka bir tanıma uymayan eğitim biçimini çağdaş eğitim olarak nitelemek yalanıyla kendimizi oylamaktayız.
İnsan ne ise o oluşunu eğitime borçludur; olumlu, olumsuz, sağlıklı, sağlıksız sahip olduğu her şeyin kökeninde eğitim anlayışı yatar.
Yetişkinler sahip oldukları bilgi ve deneyimleri kendinden sonra gelen kuşağa aktarmayı eğitim saymaktadır.
Bunları hem de sorgulamadan, kendi yaşamına yansıyan olumsuzlukları ayıklamadan aktarmaktadır. Yeni gelişmelerin biçimlendirdiği evrensel ruh, çağın gelişmeleri çağın beklentileri pek önemsenmez.
Tek doğrularla, kendi doğrularımızla genç beyinleri eğitim adına tahrip ederken, kendi bağnazlığımızı gençlere bulaştırırken ulusal görevimizi en iyi şekilde yapım sözde gururunu, hazzını yaşıyoruz.
Evrensel kültür içinde yer alabilmenin yollarını aramak yerine, yabancı olanı yoz, farklı olanı kötü saymak ve bunu da genç beyinlere görev saymak bu çağda olsa olsa kendisi ziyan olmuş aklı ve iradesini kullanma özgürlüğüne sahip olmayan, gelişmelere sırtı döndürülmüş birilerinin işi olabiliri
Eğitim kurumlarında pedagojik formasyon derslerini ve psikolojik danışmanlık etkinliklerini çok önemli sayıyoruz ama bunları eğitim kurumlarında kim yaşama geçirecektir.
Böyle bir yaklaşıma ne gereksinim duyulmaktadır. Ne de istek uyanmaktadır.
//AMAÇ: ÇAĞI YAKALAMAK
Eğitim bilimsel yaklaşımlardan haberi olmayan sorumlu kişi ve kurumlara psikolojik danışmanlık biraz lüks olacak herhalde.
Her kurumun bir amacı, bir hedefi olmalıdır, ulaşmak için yollar yöntemler belirlenmeli ve biri girilmelidir. Amaç çağı yakalamaktır.
Çağın yüksellerini tanımadan, benimsemeden ve onlardan yararla çağı anlamak, yaşamak ve onun ürünlerinden yararlanmak, olası değildir.
Özgür düşünmeyen, eleştirel aklı rehber almayan sokakta, okulda boyun eğmeyi öğrenen, öğreteni kendisine görev edinen insanlardan bunu nasıl bekleriz.
Bu yaklaşım eğitim kurumlarının değişmez en önemli önceliğidir.
Disiplin yönetmelikleri bunun yaşamasının güvencesidir.
Ayrıca her yöneticinin kendi kuralı, her öğretmenin kendi prensipleri vardır.
Genel geçerli olan kurallardan çok kişisel tutumlar daha belirleyicidir.
Bunlara uymayanlar dayakla, çeşitli cezalarla hizaya getirilirler.
Okulda en çok dayak atan, cezaları en ağır şekliyle uygulayan yönetici ve hoca en saygın kişidir. Böylelerinin adı, şanı kuşaktan kuşağa kalır.
Öğrencilerin çoğu içinde bu kişilikler örnek oluşturur.
Öğretmen olan öğrenciler de onlara öykünürler, şiddeti benimser ve eğitim yöntemi olarak kullanırlar. Velilerin de bu tutuma karşı diyecekleri bir şey yoktur.
Zaten kendileri de aynı yöntemi kullanırlar. "Eti senin kemiği benim" sözü geçerliliğini hala korumakladır.
Şiddet uygulayan için dışarıdan hiçbir caydırıcı uyarı gelmez.
Herkes olan bitenden hoşnuttur.
Böyle gelmiş ve böyle gidecektir.
Anormal olan nedir ki?
Çocuklar ve gençler hiçbir şeyi sorgulama şansına sahip değildirler.
Onlara gösterilen yolda hoşlarına gitse de gitmese de yürümek zorundalar.
Yolun nereye götüreceği önemli değildir.
Başlarına geleceklerden de kimse sorumlu değildir.
İnsanı bir şeye zorlayacaksın, ona bir şeyler dayatacaksın, bundan tatmin olacaksın, ama sorumluluklara ortak olmayacaksın; buna da eğitim diyeceksin, görevini yerine getirmiş sayacaksın, içinde yaşadığımız toplumda güzel şeylerle karşılaşmak ancak rastlantılara kalmıştır.
Güzel şey yapmayan insanlardan oluşmuş bir toplumda güzellikler yaratmak ve yaşamak kimin hakkıdır ki?
Rastlantılar seni güzel şeylerle yüzleştirince, başarılı kılınca büyükler seninle çok övünecekler, her yerde senden bahsedecekler, işler ters gidince, bunda kendi paylan da olduğu halde senden utanacaklar.
DEVAM EDECEK