Doç.Dr. Dilaver DÜZGÜN
Yunus Emre’nin yaşadığı dönemi yüzyıl olarak tespit edebilmemize rağmen, yıl olarak kesin bir biçimde belirleme imkânına sahip değiliz. Onun hayatı hakkında kaynaklarda yeterli bilgilerin bulunmayışı, bulunan bilgilerin ise çoğunlukla menkıbe ve rivayetlerden ibaret oluşu, tam bir hayat hikâyesi çıkarmamıza engel teşkil etmektedir. Bu bakımdan araştırıcılar, Yunus’un hayatını tarihi ve menkıbevi olmak üzere iki ayrı tarzda ele almak eğilimindedirler.
Yaşadığı dönem ve dolayısıyla tahmini doğum tarihinin tespitinde ipucu olarak kullanabileceğimiz en önemli malzeme, Risaletü’n-Nushiyye’nin sonunda yer alan
“Söze tarih yidi yüz yidiyidi
Yunus canı bu yolda fidiyidi”
beytidir.
Burada sözü edilen H. 707 (M. 1307-1308) tarihinin, Yunus’un doğumuna mı, ölümüne mi, tarikata girişine mi delalet ettiği yolunda çeşitli görüşlerin ortaya atılmış olmasına karşılık, bu tarihin Risaletü’n-Nushiyye’nin yazılışına işaret ettiği görüşü genel bir kabul görmüştür.
Buradan yola çıkılarak onun 1240-1241 yıllarında dünyaya geldiği ve 1320-1321 yıllarında vefat ettiği kuvvetle tahmin edilmektedir. Yunus’un doğduğu ve yaşadığı bölge hakkında da kesin bilgilere sahip değiliz. Sivrihisar’ın Sarıköy adlı köyünde doğduğu, Bolu, Karaman veya Erzurum’da yaşadığına dair hiçbiri kanıtlanmamış farklı iddialar mevcuttur.
Ölüm yeri meselesi ise daha karmaşık bir hal almıştır. Anadolu’da Yunus Emre’nin makberi, mezarı veya makamı olarak kabul edilen yerlerin çokluğu dikkat çekmektedir. Eskişehir-Sivrihisar-Sarıköy, Bursa, Bolu, Eğirdir, Erzurum, Kula, Keçiborlu, Karaman, Sandıklı, Kırşehir ve Sivas, bu rivayetlere konu olan bölgelerimizdir.
Yunus Emre’nin hayatı ile ilgili olarak kesin bilgilere ulaşamadığımız başka hususlar da vardır. Öğrenim görüp görmediği, nereleri dolaştığı, geçimini ne ile temin ettiği, bağlı olduğu tarikat, mürşidi, mürşidinin kimliği, aile hayatı, çocuk sahibi olup olmadığı konularında şimdilik kesin bilgilere ulaşılmamıştır.
Yunus Emre hakkında anlatılan en ünlü menkıbe, Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgili olanıdır: Kuraklığın ve kıtlığın hüküm sürdüğü bir dönemde Yunus, Karacahöyük’teki dergâhında bulunan Hacı Bektaş-ı Veli’yi ziyarete gider ve ondan buğday ister. Ancak o, Yunus’a buğday yerine nefes vermeyi önerir. Buğday almakta ısrar eden Yunus, kendisine verilen buğdayla yola çıktıktan bir süre sonra pişmanlık duyar, tekrar dergâha döner ve nefes istediğini belirtir. Bu kez, Hacı Bektaş “artık bundan sonra mümkün değil” diyerek nasibini Tapduk Emre’den alması gerektiğini söyler. Yunus, hemen Tapduk Emre’nin huzuruna giderek durumunu arz eder. Tapduk dergâhına kabul edilir ve burada 40 yıl kalır.
Yunus Emre’nin bilinen iki eseri vardır. Bunlardan Risaletü’n-Nushiyye, mesnevi tarzında yazılmış tasavvufi bir nasihatnamedir. Fatih nüshası 563 beyitten oluşur. Eserin başında 13 beyitlik fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılmış bir bölüm, sonra kısa bir nesir, arkasından da mefâîlün mefâîlün feûlün kalıbıyla yazılmış asıl manzum bölüm yer alır. Yunus’un diğer eseri ise Divan’dır. Divandaki şiirlerden bir kısmı heceyle, bir kısmı aruzla yazılmıştır.
Yunus’un eserleri, farklı araştırmacı ve yayıncılar tarafından birçok kez basılmıştır. Bu konuda en kapsamlı yayın çalışması Mustafa Tatçı’ya aittir. Tatçı’nın tenkitli metin halinde hazırladığı divanda 415 şiir bulunmaktadır.
Her şeyden önce mutasavvıf bir halk şairi olan Yunus Emre, Ahmet Yesevi’nin Türkistan’da başlattığı hikmet geleneğini Anadolu sahasında ilahi adıyla sürdüren bir sanatkârdır. Sade bir Türkçe ile kaleme alınan ve gerek biçim, gerekse içerik bakımından Türk milli zevkini yansıtan şiirlerinde Yunus, sürekli bir ideal insan tipini aramaktadır.
Eskilerin insan-ı kâmil diye adlandırdıkları olgun insan modeline ulaşmak, Yunus’un temel hedefleri arasındadır. Şiirlerinde yer alan en önemli mesaj, sevgi, barış ve kardeşliktir.
Ben gelmedim dava için benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldim
dizeleriyle misyonunu açıklayan Yunus, aşk karşısında son derece duyarlıdır. Ona büyük bir değer yükler ve bazı şiirlerinde aşkı dinle, imanla eş anlamlı saydığını ifade eder. Aşksız insanı bazen kuru ağaca, bazen taşa benzetir.
“Aşıkların yüzünden bellidir benizinden
Her kim aşık olmadı benzer kuru ağaca
*
İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül meseli taşa benzer”
Daima insanlarla sağlıklı bir diyalog içinde olmayı ve kendi ifadesiyle “gönül yıkmak”tan kaçınmayı önerir.
“Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil”
ve
“Gönül Çalab’ın tahtı gönüle Çalap baktı
İki cihan bedbahtı kim gönül yıkar ise”
dizeleri, bu düşünceyi dikkatlere sunar.
Şiirlerinden Örnekler
“Kerem eyle bir beri bak nikâbı yüzünden bırak
Ayın on dördü müsün balkurur yüz ü yanak
Şol bal ağızdan keleci yüz bin şekerden tatlıdır
Söyler olursa bu dilin deprenir olsa ol dudak
Otuz iki inci bitmiş mercan içinde ey cânım
Kıymeti âlâ inciden aklığı da inciden ak
Yüzüne karşı bu güneş bir dem gelüben duramaz
Gelip kaşından kiçi ay her dem okuyalı sebak
Gören seni pervane tek nicesi oda düşmesin
İki yanadan çün durur ol iki şu’leli çerak
Aşkın selasilinde zencire kim ki düşse
Azâdlık istemez ol olsa vücûdu toprak
Dil nice vasf etsin hüsnün ile hulkunu kim
Hüsnünü Hak eylesin yavuz gözlerden ırak
İşittim boyun senin serviden âlâ imiş
Dahi gözüm görmeden boyunu sevdi kulak
Yunus Hak tecellisin senin yüzünde gördü
Çare yok ayrılmağa çün sende göründü Hak
* * *
İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül mesel-i taşa benzer
Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer
Aşkı var gönül yanar yumşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer
Ol sultan kapısında ol hazret tapusunda
Âşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer
Aynı hırs ol olmuştur nefsine ol kalmıştır
Kendine düşman olmuş yavuz yoldaşa benzer
Aşktır kudret körüğü kaynadır âşıkları
Nice kaptan geçirir ondan gümüşe benzer
Âşık gönlü dölenmez maşûkun bulmayınca
Kararı yok dünyada pervâzı kuşa benzer
Münkir sözünü bilmez sözü ileri varmaz
Neye teşbîh edersin anlanmaz düşe benzer
Geç Yunus endişeden gerekse bu bişeden
Ere aşk gerek evvel ondan dervîşe benzer
* * *
Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gele şol göz açıp yummuş gibi
İşbu söze Hak tanıktır bu can gövdeyi konuktur
Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi
Miskîn Âdem oğlanını benzetmişler ekinciğe
Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi
Bu dünyada bir nesneye yanar içim göyner özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi
Bir hastaya vardın ise bir içim su verdin ise
Yarın onda karşı gele Hak şarâbın içmiş gibi
Bir miskîni gördün ise bir eskice verdin ise
Yarın onda sana gele Hak şarabın içmiş gibi
Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler
Meğer Hızır İlyas ola Âb-ı Hayât içmiş gibi “