Hürriyet gibi istiklâl de uzun ince bir yoldur: Kan ister, can ister; fedakârlık ister, feragat ister; zekâ ister, tecrübe ister; bilgi ister; inanç ister. Bunlar da yetmez, yürek ister, yiğitlik ister…
İstiklâlin kara sevdalıları, bu uzun ince yolda feleğin her türlü esbâb-ı cefasına göğüs gerecek, felâket tufanları altında sendelemeden, aksamadan azimle yoluna devam edecektir. Kaderin cilvesine, feleğin sillesine aldırmayacak, hak bellediği yolda gerekirse tek başına gidecek, hiç kimseden alkış, takdir beklemeyecek, dehrin kahrına yüksünmeden göğüs gerecektir.
Kıvrak kalemi, seyyal zekâsı, metîn karakteri, keskin makaleleriyle olduğu kadar değerli araştırmalarıyla da tanınan Necdet Sevinç’in yeni çıkan eseri bu adı taşıyor: İstiklâlin Bedeli. Kitabı elinizden bırakamıyor, istiklâl uğrunda katlanılan fedakârlıkları, namus yolunda çekilen çileleri yeniden hatırladıkça gazilere, şehitlere beslemiş olduğunuz hürmet ve muhabbetiniz kat kat artıyor.
Beyinlere nakşedilmesine, kulaklara küpe olmasına, herkesin okuması gerektiğine inandığımız “İstiklâlin Bedeli” şöyle başlıyor: “Gaziantepliyim. Gaziantep’te doğdum. Çocukluğum, lise son sınıfa kadar ilk gençlik yıllarım Gaziantep’te geçti.Türklerle Fransızların boğaz boğaza çarpıştığı sokaklarda büyüdüm. Fransızlarla boğaz boğaza çarpışan kahramanların bir kısmını tanımak, bir kısmı ile konuşmak şerefine eriştim. Savaşta ayakta kalabilen hemen hemen bütün camilerde, hanlarda, evlerde Fransız şarapnellerinin, Fransız kurşunlarının izi vardır. Ben o atmosferi soluyarak yaşadım. Ben o atmosferin çocuğuyum.”
Yaralılarla yaralanıp o yaralarla inliyorsunuz; ilâçsız, tıbbî malzemesiz ameliyat edilmeye mecbur kalanların ıstırapları sizi de kıvrandırıyor. Acılarla inliyor, çaresizlikler içinde çırpınıyor; aç, bi-ilâç savaşanlara katılıyorsunuz…Aç açık cepheden cepheye koşuyorsunuz. Onlarla ayazda donuyor, onlarla sıcakta yanıyorsunuz.
Yazar, gönüller burkan, yürekler yakan ifadelerle devam ediyor: “Bizim çocukluğumuzda âdeta kafileler hâlinde körler, topallar, çolaklar geçerdi sokaklardan. Onların düşmana diz çökmeyen kahramanlar olduğunu, baş eğmemek için kollarını, gözlerini, ayaklarını feda ettiklerini sonradan öğrendim…”
Kurtuluş Savaşı denilen o büyük mücadelenin neler uğruna ve nasıl kazanıldığını görüyorsunuz. Şair haykırır: “İhtilâl istiyorum, mukaddes bir ihtilâl”… Millî Mücadele, mukaddes bir ihtilâlin ta kendisidir. Bütün bir millet, kadınıyla, kızıyla, kızanıyla, çoluğuyla, çocuğuyla, erkeğiyle, kadınıyla, genciyle, yaşlısıyla, sağlamıyla, sakatıyla topyekûn ayaklanır: Nene Hatun olur, Şerife Bacı olur, Kara Fatma olur, Rahime Kaptan olur; her bir fert Karayılan, Şâhin Beğ kesilir…Onlar uzakları yakın edenlerdir; onlar darı bol, bolu dar edenlerdir; onlar yoğu var, azı çok edenlerdir. Onlar karanlık geceyi sabah edenlerdir; onlar olmazı olduran, dolmazı dolduranlardır. Onlar dağı, bayırı düz edenlerdir. Onlar aşılmazı aşanlar, onlar yenilmezi yenenlerdir.
Necdet Sevinç’in kalemine nurlar yağsın deyip arka kapak yazısını okuyoruz: “Türk çocuklarının, başlarını kartallar gibi gökyüzünün yüce katmanlarında dolaştırarak yaşamaları için kendilerini feda eden kahramanların aziz hatıralarına armağan edilen bu kitap, efsanevî Antep Harbi’nin yegâne belgesel romanıdır.
Bayrağına düşman eli uzandığı anda, hiç kimsenin “uygun görmesine lüzum görmeden” şeref ve haysiyetini kurtarmak için silâha sarılan bir şehrin yaşanmış hikâyesidir, bu kitap. Bir kutsal isyanın, bir başkaldırının, savaşın galiplerine meydan okuyuşun hikâyesidir.
Fransızlar; topları, tankları ve uçakları ile halk ibadet hâlinde iken camileri vurmuştur!.. Çarşıları vurmuştur!.. Hanları, kervansarayları, bedestenleri vurmuştur!.. Evleri vurmuştur!.. Yalnız Kozanlı mahallesinde 2 bin 657 ev obüs mermileri ile çökmüş, kasabadaki 10 bin evden 8 bini harabe hâline gelmiştir!.. Tespit edilebilen şehit sayısı 6 bin 317, yaralı sayısı 11 bindir.
Bütün bunlara rağmen ne sitem edilmiştir, ne ah; aksine bir türkü söylenmiştir siperlerde her sabah:
Vurun Antepliler namus günüdür
Vurun Türk uşağı namus günüdür!..”