Prof.Dr. Yılmaz ÖZBEK
//DÖNÜŞÜM”ÖRNEĞİ
Ünlü yazar Franz Kafka'nın"Dönüşüm' adlı öyküsünde tüm ailenin yükünü sırtında taşıyan, taşıyamadığında da işe yaramaz bir asalak olarak görülen böceğe dönüşmüş kahramandan farkın olmayacak senin.
Okulda saygın bir yer edinmek istiyordu, bu yüzden de önüne çıkan öğrencileri tokatlıyordu; herhangi bir kuralı çiğnemiş, herhangi bir suçu olması da gerekmezdi öğrencinin.
Bir gün bir öğrenci tepki gösterdi.
Okulun kabadayı geçinen hocasının küfür, tekme tokadı bu kez yanıtsız kalmamıştı.
Adının geleceğe bu şekilde kalmasını sağlamaya çalışan hoca çok zor duruma düşmüştü. Araya girenler tahribatı önlemişlerdi.
Küfürler savuruyor, tehditler yağdırıyordu.
Saygınlık yaratma çabaları boşa gitmişti.
//OKUL YAŞAMI
Bu olağan dışı bir olay değildi; okul yaşamının kanıksanan bir parçasıydı.
Okullar bugün çocukları baskı altında tutan sürekli korku konusunu işleyen kurumlar haline gelmiştir. Toplumun sağlıklı bireylerden oluşmasını engellemeye çalışıyoruz sanki.
Gençleri kalıp içerisine sokmak, tek tip insan yaratmak sanki tek amacımız.
İnsanımızın yaratıcılıklarının gelişmesi için gerekli ortamları yaratmayı, özgür iradeli insanlar yetiştirmeyi neredeyse yasak etmişiz.
Bu olumsuzlukları görmeyi büyük bir çoğunluk arzu etmemesine karşın, yine de bu tür çarpıklıkları yaşamamız sorumsuz davranışlarımızdan, iyinin yanında yer almamamızdan, kötüye tavır koymamamızdan kaynaklanmaktadır.
Bu anlayış yüzünden ne aile kurumu ne de eğitim kurumları sağlıklı düşünen gençler yetiştirecek olgunluğa, birikime, ulaşabiliyorlar.
//ŞİDDET, KORKU VE BASKI
Şiddet korku ve baskı uygulamanın eğitimde yeri olmayacağını çok önceden fark eden batılılar pedagojik formasyonu çok önemsedikleri gibi, psikolojik danışmanlık hizmetlerini de eğitim kurumlarında yaygın hale getirmişlerdir.
Bütün çocuklara aynı yaklaşımı sergilemek yerine her çocuğa kendi özelliklerine göre davranma yolunu seçmişlerdir.
Okul ve veli işbirliği çocukların başarı grafiğini yükselttiği gibi onların kişilikli olmasını da sağlamıştır.
Kişilikli olma bilgi sahibi olmadan daha az önemli değildir.
Çocukları yalnız bilgi ile donatarak sağlıklı toplum oluşturmak olanaklı değildir.
Yetişkinler çocukları kendilerine benzetmeye çalışırlar.
Kendi doğruları değişmez mutlak doğrulardır.
Bu yüzden de zamanın getirdiği değişimleri görmezlikten gelerek çocuklara şekil vermeye çalışırlar.
Çocukları kendi tercihlerimize göre şekillendirmek, kendimizi örnek kişilikler olarak sunmak yanlış sonuçlara götürür onları.
//FROESE DİYOR Kİ..
Leonard Froese çocukları kendimize benzetmeye çalışmamızın sakıncalarını şu şekilde seslendirmektedir:
"Çocukların eğitiminden sorumlu aile büyükleri ve eğitimciler onlara, kendilerini gerçekleştirme yolunda yardımcı olacaklarına, onları kendilerine benzetmeye çalışırlar.
Belli dünya görüşlerini, dini, politik veya başka fikirleri onlara empoze ederek onların gelişmelerini olumsuz yönde etkilerler.
Bu tutum çocukları çevresindeki insanları anlamamaya ve farklı düşüncelere hoşgörüsüz yaklaşmaya götürür.'"
Çatışma çıkar kuşaklar arasında. Bilemez genç beyinler hangi yöne yöneleceklerini; sürekli bir ikilem içinde bulurlar kendilerini. Sonunda pes eden yetişkinler olur.
Zaman gençlerden yana olur çünkü.
Bundan bir ders de almaz yetişkinler ve eski tutumlarına devam ederler.
Bu gençlerin gelişmesini, kendilerini çağın koşullarına göre gerçekleştirmesi engellemek, yani boşa oyalamak demektir.
Bu çatışma, bu oyalama ve bu uzlaşmaz tutumlar gençlerin yetişkinlere güvenmelerini olanaksız hale getirmektedir.
//YETİŞKİNLERE DÜŞEN GÖREV
Çocukların, gençlerin eğitiminden sorumlu olan yetişkinler hızla şu anlayışa ulaşmalıdırlar: 'Benim için iyi olan, toplum için iyi ise ancak onun değeri, geçerliliği, geleceği olabilir.
Bana ait olan, güzel doğru vazgeçilmez saplantısı kadar insanları, toplumları yabancılaştıran başka bir öğe olamaz.
Genç kuşaklara bilinçli bir şekilde yaklaşma birikimine sahip olmayanların yaptıklarından daha çok olacaktır elbette.
Çağdaş geçerliliği kanıtlanmış yaklaşımları yaşama geçirmeden toplumu bir yerlere getirmek olanaksızdır.
Gençlerle yüz yüze gelen, eğitim görevi üstlenen yetişkinlerin kendilerini sorgulama, sergiledikleri tavırları irdeleme zamanı gelmiştir artık.
Eğitim kurumlarının, ait olduğu toplumun kültürünü yaşatmak, yürürlükteki kuralların geçerliliğini korumak gibi bir yükümlülüğü olduğu gibi, insanların birey haline gelmelerinin yolunu açmak gibi bir sorumluluğu da vardır.
Yoksa sağlıklı toplumun gereksinim duyduğu eleştirel düşünceye sahip insanlar yetiştirmek yerine, otoriteler yaratan boyun eğen, kendi taptığı tanrıyı kendi yaratan, bireyin çıkarı yerine onların çıkarlarını koruyan yığınlar haline geliriz.
//ORTAK AMACA KİLİTLENME
İnsanlar bir amaç için bir araya gelip sağlıklı örgütlenemiyor veya örgütlense bile çeşitli ideolojik bölünmelere uğruyor ve kendi çıkarlarını korumak yerine çıkar çevrelerinin amaçlarına araç oluyor, kendilerinin sömürülmesine bizzat kendileri dayanak oluyorsa bu kurumların görevini yerine getiremiyor demektir,
bugün ülkemizde verilen eğitim büyük ölçüde çağın beklentilerini karşılamaktan çok uzak görülmektedir.
Bu haliyle bu kurumlar, şartlandıran, beyinleri gereksiz bilgilerle dolduran, onları işlevsiz hale getiren yapıdadır.
Yalnız ve yalnız sahip olma peşinde koştuğumuzu, olmak, olgunlaşmak ve kendimizi gerçekleştirmek anlayışından uzaklaştığımızı anlamak sağlıklı toplumun yolunu açacaktır.
Becerikli olma, iş bitirme, köşeyi dönme felsefesini toplum gençliğe aşılamıştır.
Sahip olmanın çok daha fazla önemsendiği, yaşamın tek amacı haline geldiği bir dünyada, bilgili, birikimli olmak, yani bir şey olmak önemini kaybetmiş durumda.
Bu bakımdan okulun verdiği eğitim, terbiye, dış dünyanın gerçekleriyle çelişiyor.
İki arada bir derede kalan genç bocalamaya başlıyor.
//OLMAK YA DA OLMAMAK ÜSLUBU
Olmak veya sahip olmak felsefesine göre biçimlenmiş yaşam anlayışlarının bir bütünün iki parçası olması halinde hem bireyi, hem toplumu yücelttiğini, ailede, eğitim kurumlarında gençlere belletmeliyiz.
Yalan söyleyen oğluna öfkelendiğini söyleyen bir babanın daha sonraki pişmanlık duygusunu anlatırken yaşadığı ikilemi görseydiniz keşke.
Bu tavrıyla çocuğu yaşamın gerçeklerinden uzaklaştıracağını düşünüyordu.
Önemi olan erdemli bir yaşam sürmek değildi;
Önemli olan sahip olmayı sağlayan her yöntemin doğru olduğunu savunan sağlıksız toplum anlayışını benimsemek, benimsetmekti.
Eğitim kurumlarında korkuya, baskıya, yasağa dayalı ilişkiler kurumsallaşmıştır.
Büyüğe, öğretmene saygı değişmez bir olgudur.
Yaşça büyük olanın saygıdeğer olduğunu değişmez, vazgeçilmez tanrısal bir yasa haline getirmişiz. Bu yanlış bir tutumdur.
Bir insanı yaşı değil, tavırların, üstün niteliklerin saygı değer yapacağını onlara öğretmek toplumda güzel değerlerin yükselmesine, hem de yeti kendilerine çeki düzen vermelerine yarayacaktır.
//DEĞİŞİMLERE YAKLAŞIM
Toplumda yeniliklere, değişimlere kuşkuyla bakmaktayız, onları tehlikeli görmekteyiz; en iyi en güzel şeylerinde eskiyebileceği değişimin doğanın yasası olduğu, değişime ayak uyduramayanların ya yok olacağını ya da çağdışı kalacağını bil tim programlarımızı düzenlemeli ve gelişmeleri izlemeli ve gençlere değişen koşullan sunmalıyız.
Çoğu zaman yetişkinler kendi rahatları için, kendi yerlerini, konumlarını sağlamlaştırmak adına var olanı ona sarılma gibi bir tutum içine girerler.
Kuralları koyar, kendiişlerine geldiği gibi davranırlar.
Çocuklar bundan zarar görürler.
En büyük suçlardan birisi de evde, okulda konuşmak, gevezelik etmek konuşan değil, çok evet diyen sevilir.
Susmak hala yılmaktadır.
Bu tutum çocukları söz dinler hale adına onları aptallaştırmaktan başka neye yarayacaktır?
Öğretmenler, özel yaşamlarında farklı olsalar bile yüzleri asık, sinirli bir görünüş içinde olurlar.
Bu toplum onlara dayatmaktadır.
Onlara soru sormak, o konuyu tartışmak cesaret ister.
Okulu sevimsiz 5 için, öğretmen yönetici sanki işbirliği yapmıştır..
Fizik sınavı olmuştu.
Problemin birisini hiç kimse çözememişti.
Bir arkadaşımız bu problemi fizik hocasına sormuştu.
Hoca bir ders saati boyunca uğraştı, ama problemi çözemedi.
Çok sinirlendi ve arkadaşımızı aşağıladı; bununla da yetinmedi ve hastanelik edinceye kadar dövdü on sınıf korkmuştu.
Hoca geleceğini güvence altına almıştı.
Bundan böyle kimse onu zor duruma sokmaya, son cesaret edemeyecekti.
Bu tür olaylara sık sık rastlanırdı.
Korku, şiddet okullarda kol geziyordu.
Bugün de dayak, yaralama, aşağılama eğitiminin önemli parçası olarak hala varlığını sürdürmektedir.
//SUSMAK ERDEM MİDİR?
Susmak bir erdem olarak kabul edilir, az konuşanlar sevilir, evde okulda sokakta birileri ne derse o olur. Sürü haline getirilmeye yarayan bütün yöntemler hayatımızın ayrılmaz parçası gibi. "Ben yok, biz var", "sürüden ayrılanı kurt kapar" gibi sözler sürü olmamızı öneriyor zaten. Birey olmaya giden bütün yollar kapalıdır.
Eğitim kurumlarının görevi sanki birey olmayı engellemektir.
Çocuklarda özgüvenin oluşmasını önlemek için toplumun hemen hemen her kesimi .işbirliği yapmış gibidir.
Sorularına hiçbir yerde ciddi yanıt alamaz çocuklar; meraklarını gidermek suç sayılır. Sanki yalana, ikiyüzlülüğe, çanak tutulur.
Çocuk doğuştan suçlu gibidir.
Sürekli cezalandırılmaları için bahaneler bulunur.
Ceza en önemli eğitim yöntemidir.
Ne zaman, nerede, hangi söz ve davranışından ötürü cezalandırılacağını bilemez kimse.
Sürekli ürkek, korkak ve güvensiz durumdadır onlar.
Hangi davranışın suç olduğunu, ne kadar ceza gerektirdiğini kimse bilmez.
Ceza verenin ruh haline bağlıdır cezanın türü, şiddeti ve yoğunluğu.
//RUTİNLEŞMİŞ CEVA VERME AHLAKI
Toplumda rutin hale gelmiş olan korku yaratma ve şiddet uygulama kişiden kişiye geçerek, tüm toplumu kuşatmakta ve herkese bulaşmaktadır.
Çocuklara şiddet ve korkudan arı ortamlar hazırlayarak, her türlü baskıyı kaldırarak, onların sağlıklı gelişmesini sağlamak eğitim kurumlarının öncelikli görevi olmalı; bilgilendirme, öğretme böyle bir temele dayanırsa, onların yaratıcılıklarını kısıtlayan olumsuzluklar ortadan kalkar ve insanlar arasında sağlıklı ilişkiler kurulur ve yaşanır.
Sağlıklı insan ilişkileri ancak ve ancak korkunun ve şiddetin madiği ortamlarda gelişir. Toplumu oluşturan insanlara sorumluluk duygusu aşılamak, herkesin davranışlarının
Sorumluluğunu bilmek zorunda olduğu düşüncesine eğitim kurumlarında yapılabilecek en önemli iştir.
Sınırlarını, sorumluluklarını bilen insanların çoğalmasın toplumların oluşması.
içinde yaşadığımız toplumda çocuklar yeti; gibidir.
//ŞİDDET EĞİTİMİN LEGAL BİR PARÇASI MIDIR?
Onları istedikleri gibi kullanabilirler, zanaat verirken veya öğretmene teslim ederek “eti senin kemiği benim" sözünü kullanırız.
Ne kadar ürkütücü bir söz.
Şiddeti, sanki eğitimin legal bir parçası haline getirmişiz.
Karşımızdakilerden çocuğumuzu şekillendirmesini ve şiddeti de bir araç olarak kullanmasını talep ediyoruz.
Bu anlayış toplumda gelenek haline gelmiş durumdadır.
Bundan kurtulmak için her şey gibi onunda eskidiğini ve kabul etmek bunu yaşamımızdan çıkarmak zorundayız.
Çocuk yaşamın canlılığını, tazeliğini ve geleceğini simgelemek. Yaşamın en güzel varlığıdır. Onu ezmeye yanlış eğitimle sakat etmeye hiçbir yürek dayanmamalıdır.
Geleceğimizi yok etmek, tahrip etmek değil midir, bu aynı zamanda.
Çocukları kimliksiz, kişiliksiz yetiştirmek organize olmuş, herkes el ele vermiş sanki.
Çocuklar için yaptıklarımızı sık sık başlarına kalkıyoruz.
"Sana bakıyoruz, seni besliyoruz, senin için her şeyi yapıyoruz, o halde biz ne diyorsak, biz ne bekliye getirmelisin.
Kendi yolunu kendin çizmelisin. senin aklın yetmez, biz ne dersek o doğrudur ve o olacaktır’ bu şekilde çocukların sürekli başına kalkarız, onlarda bize karşı borçluluk duygusu uyandırırız.
DEVAM EDECEK