Süleyman Çelebi Mevlidinin "Merhaba" bahrinde, bir beyit var ki, işittiğim ve künhüne akıl erdirdiğim günden beri, hayranı, tutkunu olmuşumdur:
"Merhaba ey rahmeten li'l âlemîn
Merhaba sensin şefiü'l müznibîn"
Peygamberin bütün âlemlere "rahmet" (Allanın iyiliği, lütfü) olduğunu açıklayan ilk mısradan sonra, Hz.Muhammed'in (sav) "Şefîü'l müznîbîn" yani suçluların da canilerin de şefaatçisi (onları da Allahın bağışlaması için yalvaran, araya giren) olarak gösteren ikinci mısrada, Islâmiyetin öz derinliğini, kavramaya güç yetişmez ilâhi insaniyetini buluyordum.
Süleyman Çelebi, aynı "bahir"de, bu beyti yalnız bırakmayarak, onu destekleyen ve açıklayan başka beyitler de sıralıyordu:
“Merhaba ey âsi ümmet melcei
Merhaba ey çaresizler eşfei
Ey cemâli gün yüzü bedr-i münîr
Ey kamu düşmüşlere sen destgîr
Dest girisin kamu üftâdenin
Hem penâhı bende vü âzâde'nin”
Bu beyitlerde Peygamberin, suçlulara, düşkünlere, yoksullara acıması, onları öncelikle koruması anlatılmaktadır.
"Şefîü'l müznibîn" terkibin ruhu!" "Sen ey Muhammedi Asi, (Allahın emirlerini yerine getirmemiş, onun emirlerine karşı çıkmış) ümmetinin sığınağısın, "mısraında açıklığa kavuşuyordu.
Yani "Ya ümmeti!" diye bizim için ağlayan Hz.Muhammed (sav), bizim boyun büküşümüze acıyacak, Allah'a bizim için yalvaracak ve müstehak olduğumuz ilâhi cezadan kurtaracaktır.
Sonraki mısralarda da Peygamber: "çaresizlere şifa veren" "bütün düşmüşlerin elinden tutan" "Biçareleri koruyan hem de bütün köle ve hür adamların sığınağı olan" gibi ibarelerle övülmektedir.
İşte gönlüm hep o övgülerle beraber iken ve Mevlidin bu mısraları, 600 yıl günahkâr kullara, teselliler bağışlamış, bizleri ümitsizlik çukurundan kurtarmış iken, Bursa'lı Çele-bi'deki aynı ruhu ondan asırlar önce Türkistan'da yaşamış Ahmed Yesevî'nin bu "gazelinde" ve diğer hikmetlerinde görmek beni mesud etti.
Şüphesiz Kur'ân'dan ve Hadis'ten ilham almış bu yüce merhamet, insaniyet, acıma gerçeğini Ahmed Yesevi'nin şiirlerinde, (belki de diğer mutasavvıflara göre) daha çok benimsemesi, onunla aramdaki muhabbet köprülerini sağlamlaştırdı.
İmdi, bu gazel'de, "Şefiü'l Müznibîn düşüncesine uyan; merhameti, acımayı kutsayan, yoksul kimsesizlere sevgi ufkunu açan ve esasen de Peygamberimizin yaşayışındaki gerçekleri tıpatıp aksettiren bu gazeldeki 2.,3.,4.,5. ve 13. (son) beyitlere bakalım.
Bu beyitlerin bir kısmı, yorum gerektirmeyecek kadar açık olmakla birlikte, derin ve yüce islâmî merhamet tema'sının benimsenmesi bakımından, bir bir ele alınmalıdır.
2.Beyitte, Peygamber efendimiz, bizzat kendisi, açlığa, ve giyimsizliğe kanaat eden, razı olan bir "fakr u faka" kahramanı olarak ele alınmaktadır. Ondaki "Şefiü'l Müznibîn" eğilimi, yani sağlığında ve ebedî hayatında, suçlulara, canilere şefaat eden yüce huyu anlatılıyor. Peygamber, bu alçak-gönüllü, bu ümit bahşeden tutumu ile bize çok daha yakın ve sevimli geliyor.
3.Beyitte: Gecelerini Kur'ân okuyarak uykusuz geçiren Peygamberimizin özellikle "garipler ile yetimlere" iyilik saçtığı, insanlık yaptığı, arka çıktığı belirtiliyor.
4.Beyitte: "Yoldan azan" yani dinin emirlerini yerine getirmeyen ve hattâ onlara karşı gelen şaşkınlara, Efendimizin Kurtuluş (hidayet) bahşettiği, onları doğru yola getirdiği anlatılıyor.
5.Beyitte: Ebû Cehl ve Ebu Leheb gibi, kendisine can düşmanı olan kişileri bile doğru yola getirmek (siyaset) isteyen Hz. Muhammed, "melâmetin sabunu" diye nitelendirilmektedir. Yani ayıplanıp hor görülenleri, günah işleyenleri, hattâ, Allaha daha fazla yaklaşmak için, bütün ayıplarını açığa vurarak, hor ve hakir olma yarışı yapanları temize çıkaran, onların asaletini gören, onlara cennet ümidi veren yüce varlıktır Hz. Muhammed (sav).
Son Beyitte: Bu sözleri, mısraları.kendisine Hz. Muhammed'in (sav) yazdırdığını.. Çünkü Hoca Ahmed gibi yetim, fakir ve garip kişilere onun çok cömert davrandığını söylüyor.
"Şefiü'l müznibîn" felsefesi, acıma, yoksullara, gariplere yakınlık ve yardım düşüncesi Yesi'li mürşidin yalnız bu gazelinde olmuş olsaydı, belki tesadüf denilebilirdi. Hatta "Dîvân'a yanlışlıkla girmiş" denilerek kaale alınmayabilirdi. Fakat öyle değildir. Bu düşünce, duygu ve kaygı Hikmetlerin birçoğunda parça parça bulunmaktadır.
Ahmed Yesevî, yine Dîvân’ın, mesnevi nazmındaki uzun bir Hikmetinde, Hz.Muhammed'in hayatını, anlatırken, onun gariplere, yetimlere, düşkünlere sevgi ve yakınlığını bir olay içinde canlandırıyor:
"Resul huzuruna bir yetim gelir;
Garib ve mübtelâyım (düşkünüm) diye söyler
Rahim (acıma) kıldı Resul, onun haline
Dileği ne ise getirdi yerine.
Resul dedi: "Ben de yetimim
Yetimlikle, gariplikle büyüdüm.
Muhammed dediler: "Her kim yetimdir
Biliniz o benim hâs ümmetimdir
Yetimi görseniz incitmeyin siz
Garibi görseniz dağ etmeyin (yaralamayın) siz
Yetimler bu cihanda hâr (hor) olmuştur.
Gariplerin işi müşkil olmuştur.
Hoca Ahmed, garipliğe düşmüştür;
Resul evlâdına sözler katmıştır."
Hem yetim hem de Mekke'den göçe zorlandığı için garib sıfatları taşıyan Peygamber'in sağlığında ve ebedî hayatındaki bu tavrı, insanların ibret ve örnek alacakları toplumu kurtarıcı bir fazilet ve ahlâktır.. Hem de yüce bir ümittir bize. Çünkü"Şefiü'l Müznibîn" sıfatı ile, Kıyamet günü, iyi kötü, sevaplı suçlu ayırt etmeksizin, hepimiz için, Allah katında bağışlama ricasında,(şefaatte) bulunacaktır. Onun mübarek ricası da muhakkak kabul olunacaktır.
"Her kim "ümmetindenim" dese, Resul işini koymasa, Şefaat günü olduğunda, mahrum koymaz Muhammed."
Kendisi de yetim ve kendisi de Mekke'den Medine'ye hicretle, doğduğu şehirden ayrılmakla "garib" (gurbette) olan Hz. Muhammed (sav), onlar için ağlamaktadır.
Yine yurdunu terkedilip bozkırlarda irşad görevi yapmakla garip (gurbete çıkmış) olan Ahmed Yesevî de, kendisini Hazret'e daha yakın görmektedir. O'nun merhamet ve şefkatini bizlere kurtuluş örneği vermektedir.
"Nerde bir gönlü kırılmış kişi görsen, ona merhem ol. Mazlum kişi yolda kalsa ona arkadaş (hemdem) ol."
Ayrıca peygamberin bu yolda "sünneti" olduğunu hatırlatarak şunu da söylüyor:
"Kâfir bile olsa incitme (azar verme) çünkü, gönüle katı gelen, gönül kırıcılıktan Allah da incinir. (Huda bîzâr) Bu konuda, Hikmet'lerden birkaç öğüt daha sunalım:
"Garip, fakir, yetimleri Resul sordu Hem o gece Mîrâc(a) çıkıp Didar gördü."
Yani, Efendimizin Mîrac'da yükselmesini ve Allanın nurunu görmesini, O'nun yetim, yoksul ve garib'lere olan ilgisine bağlıyor.
Hazreti Peygamber'i örnek tutmamıza bir başka nasihati da şudur:
"Akıllı isen gariplerin gönlünü avla Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir."
Ayni (1 numaralı) Hikmetle: "Gönlü katı, dili acı, özü zalim" kişiler "Kur'ân okuduğu halde, onunla amel etmeyen sahte âlim"lere eş tutulmaktadır.Ayni Hikmet'te Yüce Tanrı'nın da bizden razı olması için "garib , fakir ve yetimleri sorar olmamız" şartı ileri sürülmektedir.
Görülüyor ki Hoca Ahmed Yesevî bu "Şefîü'i Müznibin" düşüncesi ile, ona bağladığı:
Yoksullara, gariblere acıma, kimsesizlere, açlara, boynu bükülmüşlere şefkat düşüncesini ayrı bir ısrar ve özenle ele almakta, derinleştirmekte, övmektedir. Hatta Peygamber'in en büyük, en üstün yanını, vasıftaki arayışlarında hayır ve tavırlarında bulmaktadır.
Biz de bu üstün nitelikleri, Kur'an’ın, Hz Muhammed'in (sav), hadis'lerin özündeki cevher olarak takdis etmeliyiz. Bütün i sanlık için kurtarıcı, onarıcı, barışçı olan bu yolu izlemeyiz.
İnsanî üstünlük olan bu sevgi ve şefkatin, bir ibadet şe olan "zekât ve fitre"den daha önde... Çünkü onları da gönü olarak yapmamızı sağlayan haslet olduğunu düşünmeliyi
Yukarıda şiirler dolusu gördüğümüz bu en üstün hikmetleri 12 yüzyıl Türkistan'ından tutarak bütün çağların müslümanlarına ve insanlarına duyuran hatırlatan, örnek gösteri Ahmed Yesevî'yi de gönlümüze çok aşina olan bu öğütleri bu hikmetleri ile selâmlamalıyız...