Meserret DİRİÖZ
Çok zengin ve derin mânâlar yüklü şiirleri, umumiyetle islâmî bir tefekküre dayanan Yûnus Emre'miz, gün geçtikçe üzerimizdeki nüfuz ve hâkimiyetini arttırmakta, gerçekten de yaşamakta devam eden bir yakınımız gibi, adetâ aramızda dolaşmaktadır. İşte, edebiyat denilen ölmezlik budur. Onu okuduğumuz an, içimiz, dışımız bir ışık seliyle yıkanmakta ve kendimizi, ulu bir divânda hissetmekteyiz.
Ben, Yûnus'un pek çok şiirini, çocukken kaybettiğim sevgili Annem Hafîze Alpaytaç Hanım'ın sesinden duyduğumdan olacak, Yûnus, benim için ayrı ve husûsi bir mânâ taşır. Yûnus'la birlikte:
“Yine mahfiller düzüldi, yeni badyalar kuruldı
Yine kadehler sunuldu, esrük oldı bu canımız”
diyebilmek ne güzel..
Biz lisede okurken, 10. sınıf edebiyat kitabımızda Yûnus Emre'nin bir "Münâcâtı da yer almaktaydı. Yûnus Divânı'nı karıştırırken bu şiirle karşılaştım. Eser, 26 beyittik bir küçük mesnevi . Aruzun, "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılmış. Risâletün-nushiyye'yi yazan insanın kaleminden çıktığı belli.
Bazı Divân nüshalarında "İlâhî" başlığı altında bulunan manzume, aslında bir şathiyyeden başka bir şey değil. Münazara türünde kaleme alınmış. Bilindiği gibi şathiyyeler, büyük mutasavvıfların, çok zaman, halka bir gerçeği anlatmak için, Allah ile senli-benli, arkadaşlarmış gibi, adetâ kavga ve mücâdele üslûbiyle yazdıkları ve fakat, sonu tatlıya bağlanmış afv dilenmiş manzum, mensur sözleridir.
Münazara şekli, İslamiyetten önceki Türk edebiyatında bulunan ve sonradan bizden Fars ve Arap edebiyatlarına geçmiş bir türdür. Orta Asya'dan Anadolu'ya intikal eden bu an'ane de gösteriyor ki, Yûnus'un şiirlerinde görülen millî unsurlar, her yönden kemâl mertebesine ulaşmıştır.
Yûnus'un bu şiiri, dil ve teknik yönünden 13.asır şairlerinden Ahmed Fakih (Ö.13 asır başları), Şeyyâd Hamza (ö. ?) ve Sultan Veled (Ö.1312) ile 14.yüzyıl şairlerinden Gül şehri (ö.1359'dan sonra) nin Türkçe mesnevilerinden daha üstün görünmektedir. Şiir budur:.
“Yâ ilâhi ger suâl itsen bana Bu durur anda cevâbım uş sana”
"Ey benim Allah'ım, eğer bana sorsan, işte sana cevâbım budur."
Ben bana zulm eyledim itdim günah
N'eyledüm n'itdüm sana iyi padişah.
"Ben günah ettim (se), kendi kendime haksızlık ettim. Ey Pâdişâh sana ne yaptım?"
Gelmedin hakkımda benüm kem didün
Toğmadın, âsî beni-âdem didün
"(Daha ben dünyaya) gelmeden, doğmadan (önce) hakkımda, eksik (kötü) ve isyan edici Âdem oğlu dedin."
Sen ezelde beni âsi yazasın
Toldurasın âleme âvâzesin
"Sen beni, başlangıcı olmayan zamanda isyan edici diye yaz, (sonra da), cihâna (bunun) sadâsını doldur?"
Her ne dilersen hakumda işi edün
Ne tuşa turdum-ısa sen tuşladun
"Hakkımda dilediğini yaptın:
Ben, hangi safta durdumsa, (beni) o safa sen durdurdun."
Ben mi düzdüm seni, sen düzdün beni
Pür-ayıb nişe getürdün iy ganî
"Seni ben mi yaptım, meydana çıkardım? Sen beni icâd ettin. Ey zengin olan Rabbim! Beni neden ayıplarla dolu (bir şekilde) meydana getirdin?"
Gözüm açup gördüğüm, zindan içi
Toptolı nefs ü hevâ şeytân içi
"Gözümü açıp gördüğüm (yer) (sanki) zindan içi. İçerisi, nefis, heves ve şeytan (la) dolu."
Habs içinde ölmeyeyin diyu aç
Mismil ü murdar yidüm bir iki kaç
"(Bu) hapishane içinde, ölmeyeyim diye, (elime geçen) birkaç, temiz ve pis (nesne) yedim."
Nesne eksüldi mi mülkünden senün
Geçdi mi hükmüm ya hükmümden senün
"Sana â'ıt şeylerden, ülkenden bir şey eksildi mi?
Senin emrinin üstünde emrim mi oldu?"
Rızkını yiyüp seni aç mı kodum
Ya yiyüp öynüni muhtaç mı kodum
"Kısmetin olan yiyeceklerini yiyerek seni aç mı bıraktım? Yahut öyününü yiyip seni (başkalarına) muhtaç mı ettim?"
Geçmedi mi intikamun öldürüp
Çürüdüp gözümi toprak toldurup
"(Beni) öldürüp, gözümü çürüterek (ona) toprak doldurmak (suretiyle aldığın) intikamın geçmedi mi? Yetmedi mi?"
Kıl gibi köpri yaparsın geç diyu
Emr idersin düzenimden kaç diyu
"Geç, diye, kıl gibi köprü yaparsın. (Beri taraftan), Cehennemimden kaç diye emr edersin."
Kıl bigi köpriden âdem mi geçer?
Ya düşer ya tayanur, yahud uçar
"Kıl gibi köprüden insan geçebilir mi? Ya Cehenneme düşer, ya durup kalır, veyahut uçar."
Kullarun köpri yaparlar hayr içün
Hayri budur kim geçerler seyr içün
"Kulların hayır için köprü yaparlar. Faydası budur: Bir yere gitmek için (üzerinden) geçerler."
Tâ gerek bünyâdı muhkem ola ol
Ol geçenler eydeler uş toğru yol
"(Kullarının yaptığı köprünün) temelinin sağlam olması gerektir ki, geçenler 'İşte doğru yol' desinler."
Terezi kurdun hevesât dartmağa
Kasd idersin beni oda atmağa
"Hevâ, heves (günah) tartmak için, terazi kurdun. Beni ateşe (cehenneme) atmağa kast ediyorsun."
Terezi ana gerek bakkal ola
Ya bezirgan, tacir ü attâr ola
"Terazi, bakkal olana; yahut, tüccar ve artarlara gerekli-
dır."
Sen basîrsin hod bilürsin hâlümi
Pes ne hacet dartasın a'mâlümi
"Sen görensin. Bizzat hâlimi bilirsin. O hâlde, amellerimi tartmana ne gerek vardır?"
Şimdi dirsin seni oda urayın
Şerr ü hayrun artuğ-ısa göreyin
"Şimdi, kötülüğünün ve iyiliğinin (hangisi) ağırsa, bakayım, (ona göre) seni ateşe (Cehenneme) atayım, dersin."
Şerri az İtmek elinde, hayrı çok.
Hayrı az itmek elinde, şerri çok
"(Halbuki), kötülüğü az, iyiliği çok; iyiliği az, kötülüğü çok etmek (ettirmek) senin elindedir"
Çün günah murdarlarun murdarıdur.
Hazretün hod yaramazlar arıdur
"Günah, pislerin pisi de olsa, senin Yüce Zâtın kötüleri temizler."
Pes n'içün murdarı açup dartasın?
Sen gerek lutf İle anı örtesin
"O hâlde, pis olan bir şeyi, neden açarsın? (Hal merhametinle örtmen gerekir."
Sen temâşâ kılasın ben hoş yanam
Hâşa lillâh senden iy rabbe'l-enâm
"Sen bakasın, seyr edesin, ben (de) güzelce| (Bu olacak iş mi.) Ey halkın Rabbi hâşâ ki senden fi zuhura gelsin).
Bir avuç toprağa bunca kıyl u kâl „
Neye gerek iy Kerîm-i Zü'l-Celâl
"Ey ululuk sahibi olan bağışlayıcı Allah! Bir avj için bunca ileri-geri söze ne lüzum var?"
Çün sana değmedi Yûnus'dan ziyan
Sen bilürsen aşikâra vü nihân
"Sen açığı da, gizliyi de bilirsin: Madem ki Yunus’tan sana bir zarar gelmedi,"
Değmesün senden dahî budur cevâb
Son sözüm "Vallahü a'lem bi's-sevâb
" (O halde), senden de bana bir zarar gelmesin son sözüm budur. Gerçekten, doğrusunu en iyi Allah bilir.
Edebiyatımızda ilâhî aşkı en güzel bir şekilde eden Yûnus Emre'nin Allah'a ve şeriata karşı ters içinde olabileceğini, bir an düşünmek bile mümkün Yunus, şeriatın bütün ahkâmına bağlı ve onları hâlis bir Müslümandır. Çünkü, ona göre, hakikata ilk kapısı şeri'attir:
Evvel kapı şeri'at, emr ü nehyi bildürür Yuya günahlarını her bir Kur'an hecesi
"Birinci kapı, yapılması ve yapılmaması gerekip rı bildiren Şeriattır. Kur'ân'ın (bir âyeti değil, birkeliı bir hecesi (bile, senin) günahlarını yıkar (temizler
Namaz kılmayana sen Müselmandır dimegil
Hergiz Müselman olmaz bağrı dönmüştür taşa
"Sen, namaz kılmayana Müslümandır, deme (onun) kalbi taşlaşmıştır, (o), asla Müslüman olmaz.
Şeri'attan sonra , Hakikat'a götüren ikinci kapa Ne hikmetse, bu iki kapıya mensup insanlar arasım ihtilâl ve suçlamalar ortaya çıkmıştır. Yunus'a] zümre, Allah rızası için birleşmelidirler:
Mumsuz baldur şeri'at, tortsuz yağdur tarikat
Dost içün balı yağa pes n'içün katmayalar?
"Şeri'at, mumsuz (süzme) baldır.Tarikat (ise (hâlis) yağdır. O hâlde, sevgilinin hatırı için, balı katmazlar?"Zahirle bâtının bu birleşmesi, insanı hakikat Tanrıya götürür. Şeri'atın da içinde bir yol olduğun mamak ve gerçek ma'hâsını bilmeden, sâde cehennemle aklını bozmak ise, Âdem oğlunu, yaratı hedefinden uzaklaştırır.
Şer'ile hakikatin şerhini eydem işit:
Şeri'at bir gemidür, hakikat deryâsıdur.
Ol geminün tahtası, her nice muhkem ise
Deniz mevc urıcağız, anı uşadasıdur.
"(Sana), şeriat ile hakikatin açıklamasını yapayım (da) işit: Şeriat bir gemidir; hakikat (da, onun) denizidir. O geminin tahtaları, ne kadar sağlam olursa olsun, deniz dalgalandığı zaman, onu parçalayabilecek güçtedir."
Şeriatın yolu, "Emrü bi'l-marûf" ve "Nehyü âni'l-münker" karşılığı olan "havf" ü "recâ" yani, korku ve ümit yoludur. Hakikat yolunun yolcuları, havf ü recâ bilmezler, onların gayesi aşktır. Sâdece, Allah'ı sevmektir:
BURADA KALDIK
Nitekim ben beni bildüm, yakîn bil kim seni buldum
Korkum anı buluncaydı, şimdi korkudan kurtuldum.
"Yakînen bil ki, ben beni bilince, seni buldum. (Men arefe nefsehu fe-kad 'arefe Rabbehu, sırrına erdim.) Korkum onu (Allah'ı) buluncaya kadardı. (Onu bulduğum için) şimdi korkudan kurtulmuş oldum."
Seni gören kişiye ne hacet hûr u kusur
Seni sevmeyen cânâ Tamu'dur cümle makam
İki cihan varlığı ger benüm olur ise,
Sensiz bana gerekmez, iş senünledür tamâm
"Seni (senin dîdârını) gören kişinin, hûrî ve köşklere ne ihtiyâcı vardır? (Yani, senin huzurun cennettir.) Seni sevmeyen bir can için (ise), her yer cehennemdir. Eğer iki dünyanın varlığı benim olsa (bile), sen olmadıktan sonra (onlar) bana gerekmez. (Çünkü) iş, seninle tamamdır."
Âşıkların hâlini, âşık olanlar bilür
Işk bir gizli haznedür gizlü gerekdür esrar
Dost yüzinden nikâbı her kim giderdi-yise
Hicâb kalmadı ana ayruk ne hayr u ne şer.
Şeri'at edebinden korkaram söylemeğe
Yoğ-ısa eyde-yidüm dahi ayruksı haber.
"Âşıkların hâlini, (ancak) âşık olanlar bilir.
Aşk, gizli bir hazine olduğu için, sırların gizli (kalması) gerektir.
(Küntü ken-zen mahfiyyen" kudsî hadisine işarettir.) Kim sevgilinin yüzünden örtüyü kaldırdıysa, onun için hiç bir mâni'a kalmadı. Artık, (ortada) hayır da, şer de bulunmaz. Şeriata saygımdan dolayı söylemeye korkuyorum. Yoksa, başka türlü sözler söylerdim."
Aslında Hak ile Hak olan Yunus'un, edeben söylemek istemediği haberin ne olduğunu tahmin etmek zor değil:
Ne dirsem buyruğum yürür, elimde ferman dutaram
N'iderisem hükmüm revân çün hükm-i Sultân dutaram
İns ile bu cinn ü perî dîvler benüm hükmümdedür
Tahtum benüm yıl götürür mühr-i Süleyman dutaram
iblîs ü Âdem kim olur ya aza yahud azdıra
Cümle benem eyü, yavuz, kamusun benden dutaram
Dünyâ benüm rızkım-dürür, kavmi benüm kavmüm-dürür
Her dem benüm yargum urur, yarguyı Hân'dan dutaram
" (Ben) ne dersem, (benim) emrim yürür. (Çünkü), elimde ferman (var). (Elimde) Pâdişâh fermanı tuttuğum için, ne yaparsam, hükmüm carî olur. (Bütün) bu insanlar, cinler, periler ve devler, benim hükmüm (altında) dırlar ve benim tahtımı
rüzgâr, (bir yerden bir yere) götürür. Çünkü, Hz.Süleymân'ın mührünü (elimde) tutarım. Şeytan ve Adem kim oluyor ki (biri) azsın, (biri) azdırsın, (yoldan çıkarsın). Bunların hepsi, be¬nim. İyiyi de, kötüyü de kendimden sayarım. Dünya, benim rızkımdır, kısmetimdir. Dünya kavimleri de benim kavmimdir. Her nefeste benim hükmümün (növbeti) vurur, (mehteri çalar). Çünkü hân tarafından, (yani Büyük Sultan tarafından) verilmiş fermana sahibim."
Yukarıdaki mısralarda, elinde Sultan'dan fermanı bulunduğunu, "Kudret'ullah'la muttasıf olduğunu ifâde eden Yunus, şu mısralarla da, bizzat Sultan olduğunu söylemektedir:
Işklular bizden alalar, 'ışksuzlar hod ne bileler?
Kimler ala kimler vire, ben bir ulu dükkân oldum.
Yûnus'a Hak açdı kapu, Yûnus Hakk'a kıldı tapu
Bakî devlet benümkiymiş, ben kul iken Sultân oldum.
"Ben, bazılarının aldığı, bazılarının verdiği, (yani, alış-ve-riş yapılan) büyük bir mağazayım. Aşk sahipleri bizden alırlar. Aşkı olmayanlar zaten ne bilsinler. Allah Yûnus'a kapu(sunu) açtı. Yûnus (da), Hakk'ı ululadı. Ebedî devlet, saltanat benimki imiş. Çünkü ben, kul iken, Sultan oldum."
işte bu sebepledir ki, Yunus'un söylediği sözler de, haki-katta ona ilham eden Allah'ın sözleridir:
Misgin Yûnus bu sözi kendüzinden eyitmez
Hak Çalab viribidi sabak lisânumuza.
"Zavallı (veya Miskten yapılmış) Yunus, bu sözü, kendiliğinden söylemez. (Onu) Hak Taâlâ gönderdi; dilimize öğretti."
Bu mertebeye yükselmiş Yûnus Emre, neden bir şathiyye yazmış; Allah'la münazaraya girmiştir? Bana kalırsa, "Ehl-i Hakk'ı anlamayan, onlarda ve herkeste ayıp ve günâh ara¬yan müteşerri'lere, câhillere, nefes kesici bir ders vermek için onu kaleme almıştır. Bunlar, yerlerde sayıp, menzil alamadıkları için, "ehl'ullah"ın dilini bilmediklerinden böyle yaparlar:
Çün dosta gider yolum, mülk-i ezeldür İlüm
'Işkdan söyler bu dilüm, 'ışk oldı seyrân bana
Şerî'at ehli ırak iremez bu menzile
Ben kuş dilün bilürem, söyler Süleyman bana
"Yolum sevgiliye gittiği için, ilim, ülkem, ezel ülkesidir. (Bu sebeple), dilim, (hep) aşkı söyler. Aşk bana gezinti (yeri) olmuştur. Şeriat ehli, uzak oldukları için, bu konaklama yerine erişemezler. Ben, kurdun, kuşun (cümle yaradılmışların) dilini bildiğimden dolayı, benimle (ancak) Süleyman (olan) konuşur."
Eski şâirlerimiz, "zâhid" ve "vâ'iz" gibi adlarla da anılan, bu, dinin gerçeklerine dar bir açıdan bakan, "biri, iki gören adamlara hep çatmışlardır. Fuzûlî, bir gazelinde, şu mısraı yazmıştır:
Cehennem kapusun açdırma vâ'izden haber sorma.
Büyük bir mutasavvıf ve lirik bir şâir olan Şirazlı Hafız (Ö.1389) da, böyle cehennemle korkutan birisine şöyle hitap ediyor:
Nâ omîdem me-kon ez-sâbıka-i lutf-i ezel
To pes-i perde çi dânî ki, ki hûb est o ki zişt
"Beni, ezeli bağışın eskiden beri devamından ümitsizlendirme. Sen perde arkasında, kimin güzel, kimin çirkin olduğunu, ne biliyorsun?
Nâbl (Ö.1712) ise, bu konuda şöyle diyor:
Vâ'iz, bizi tahvîf ile teşvişe düşürme,
Sen mahkeme-i Rûz-i Cezâ'dan mı gelürsen?
"Ey vâ'iz! Bizi korkutarak, karışıklığa (telâşa) düşürme! Sen Ceza Günü'nün mahkemesinden mi geliyorsun?"
Yûnus Emre, Hâfız'dan da, Fuzûlî'den de, Nâbî'den de farklı düşünüyor. Doğrudan doğruya zahide, vaize, şeriat adamına çatmıyor; onları techile, tahkire gitmiyor. Yetmiş iki millete bir göz ile baktığı için, onlara, münazara ve mantık yoluyla bir ders vermek, onları aydınlatmak istiyor.Bunun için, doğrudan doğruya Allah'a: "Ey Tanrım! Eğer bana sorarsan (soru açarsan), o zamam benim (de) sana cevabım budur." hitâbiyle münazarayı başlatıyor. Dikkat edilecek olursa , or¬tada Yunus'a sorulmuş bir soru yoktur. O, halkın, Kur'ân-ı Kerîm'de geçen "Sırat" ve "Mîzân" (Terazi) üzerindeki yanlış yorumlarını, sual-cevap şekline sokmuştur. Günahların "Terazi" ile tartılması, günahı çok olanların "Sırat" köprüsünden geçemiyerek cehenneme yuvarlanmaları keyfiyetinin zahir şekliyle, Allah'a isnâd edilmesinin, mantıksız ve saçma bir yakıştırma olacağı, belirtmeye çalışıyor. Bunun için de, şi¬irin başından sonuna kadar hep, halkı uyarmak maksadiyle, açığı da, gizliyi de bilen kerem sahibi Allah'a, cevabı İçinde bulunan sorular yöneltiyor. Bu metod, Yunus Emre'nin, aynı zamanda yaman bir münâzaracı olduğu gerçeğini, önümüze sermektedir.
Yunus, "Sırafı da, "Mizan"ı (teraziyi) da, "cennet'i de, "cehennem'i de, müteşerri'lerin ve avamın anladığı gibi zahirî mânâlariyle anlamamaktadır. Bu müteşâbih ve mecazlı mefhumları, Tiânevl birer hâl olarak görmektedir. Buna göre, meselâ, Dost'un huzuru, cennet'dir. Ondan uzaklık ise, cehennem'dir.
Yûnus, nefsini herkesten daha aşağı gören, kâmil bir insandır.
İy bana eyü diyen, benem kamudan kemter.
Şöyle mücrîmem yolda, mücrimler benden server.
"Ey benim hakkımda iyi diyen! Ben, herkesten daha noksanım. (Bu Hak) yolunda, öyle suçluyum ki, suçlular, benden daha yücedirler."
Yûnus, herkesi cehennemle korkutanların aksine, herke¬sin cennete girmesini ister:
Hak Çalab'um, Hak Çalab'um, sencileyin yok Çalab'um.
Günahlarımız yarlığa, iy rahmeti çok Çalab'um.
Ben eydürem kim iy Gani, nedür bu derdün dermanı
Zinhar esirgeme beni, 'ışk odına yak Çalab'um.
Kullar senün, sen kullarun; günahları çok bunların
Uçmağa koy sen bunları, bineler Burak Çalab'um.
"Hak (olan) Tanrı'm, Hak (olan) Tanrı'm! Senin gibisi yoktur. Ey rahmeti çok Rabb'im! Günahlarımızı bağışla. Ey zengin (olan Allah'ım)! Ben, bu derdin ilâcı nedir derim, sorarım. (Bu dertten kurtulmam için) sakın beni koruma Tanrı'm. (Beni), aşk ateşine yak. Kullar senindir; sen kullarınınsın. Bunl arın günahları çoktur. (Buna rağmen) sen bunları cennet'e koy Burak'a binsinler."
Yûnus'a göre "Sırat", Allah'a ulaşabilmek için geçilen) yoldur:
Menzili ırak bu yolun, bu yola kim varası?
Müşkili çok bu yolun, bunu kim başarası?
İnce Sırat Köprüsi, sıfat imiş bu yola,
Dosta giden kişinün toğrılıkdur çâresi.
"Bu yolun konaklama yeri uzaktır. Bu yola kim gideiü Bu yolun zorlukları çoktur. Bunu, kim başaracaktır? Buya sıfatı: İnce Sırat Köprüsü"dür. SevgiliVe giden kişinin çâresi doğruluktur."
Bu sebeple, Sırat Köprüsü'nü geçmek, tarikat ehli bitel salar, herkesin harcı değildir:
Kırk kişi bir ağacı, tağdan gücin indire, Ya bunca mürîd, muhib "Sırat" nice gecesi?
"Bir ağacı (bile) kırk kişi dağdan güçlükle indirdli hâlde, bunca mürit, muhip, Sırât'ı nasıl geçeceklerdir?"
Âşıklar ölmez. Onlar, dosdoğru oldukları için, zâtenl rafı geçmişlerdir. Sırat da, ölüm sâdece, nefse uyanların kibire, gurura kapılanların, yolunu yitirenlerin, dünyevî mi hastalarının karşısına çıkar:
Yûnus yoldan azuben, yüksek yirde turmasun,
"Sin"le "Sırat" görmeye sevdügi didâr ise.
"Yûnus yoldan azarak, yüksek mevki'de durmasın.3 sevdiği (Hakk'ın) yüzü ise, kabir (ölüm) in ve Sırat'ın (yüzünü bile) görmeyecektir."
Yukarıda işaret ettiğim gibi, Yûnus'a göre "İnce Sırat Köprüsü", "Dost'a giden "menzili ırak bir yol'dur. Bu yol, bu sırat ancak "doğruluk'la geçilebilir. O, bu konudaki sözlerim! beyitler veya kiralarla sürdürüyor:
Kimde kim toğrılık var, Hak Çalab anı sever
İki cihâna yarar, ol erin sermâyesi
Toğrılık mancınığı, istiğfar taşıyıla
Toğru vardı atıldı, yıkıldı nefs kal’ası.
İmân aldanğuçları bilün çokdur bu yolda,
Nefsine uyanlarun gitmez yüzi karası.
Yüz bin riya çerisi, biiün vardur bu yolda,
Nefs öldürmiş er gerek, ol çeriyi kirası.
Yûnus imdi salâdur gel gidelüm yokluğa,
Gözlerün lâyık ise, Dost dîdârın göresi.
"Hak olan tanrı, doğru olan kişiyi sever. O erin sermayesi iki cihanda yararlı (geçerli) dir. Nefis kalesi, doğruluk mancığından atılarak doğru varan (tövbe), istiğfar taşıyla y Biliniz (ki), bu yolda, İmân aldatıcıları çoktur. Nefsine uı rın, yüzünün karası gitmez. Biliniz (ki), bu yolda, nefsini müş er gerektir. Yûnus, şimdi davet ediyorum: Gel ye (yok olmaya) gidelim. (O zaman), gözlerin, eğer lâ Dost'un yüzünü görecektir."