Ahmet KABAKLI
Hak bir gönül verdi bana hâ demeden hayran olur
Bir dem gelir şâdî kılur, bir dem gelir giryân olur.
Bir dem sanasın kış gibi, şol zemherî olmuş gibi
Bir dem beşaretten doğar hoş bağ ile bostan olur.
Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker, dertlilere derman olur.
Bir dem çıkar Arş üzere, bir dem iner tahtesserâ
Bir dem sanasın katredir, bir dem taşar umman olur.
Bir dem cehalette kalur, hiç nesneyi bilmez olur.
Bir dem dalar hikmetlere Calinus u Lokman olur.
Bir dem dîv olur ya perî, viraneler olur yeri
Bir dem uçar Belkıys ile, sultanı ins ü cân olur.
Bir dem varır mescidlere, yüz sürer anda yerlere
Bir dem varır deyre girer, İncil okur, ruhban olur.
Bir dem gelir İsî gibi ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine, Fir'avn ile Hâman olur.
Bir dem döner Cebrail'e rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrâh olur, miskin Yunus hayran olur.
Tasavvufta "telvin" renkten renge, "hâlden hâle" girme makamıdır. Umumî görüş bu makamın tam olgunluk tam ermişlik doruğu olmadığıdır.
Telvin'in görmeden ve ermeden ermişe sık sık uğrayan hasret, korku, pişmanlık, neşe, sevinç, keder, ıstırap, saadet gibi değişik ruh halleri olduğunu belirten tasavvuf nazariyatçıları da vardır.
Tasavvufta "telvin" denen bu hâle lâik bakışla (umumî sözlükte) belki "psikolojik değişkenlik" denebilir. İşte bu hâlden hâle, psikolojiden psikolojiye geçmenin tasvirlerine Yunus Emre'nin şiirlerinde sık sık rastlanılmaktadır.
Bu şiirde dile gelen hayaller ve isteklerin yanı sıra, insan oğlunun zaafları, çok yönlü mizacı da söylenmiştir. Hepimizin içinde böbürlenme ve alçak gönüllülük bir arada yaşar. Hepimizin çok âlim çok cahil olduğumuz konular vardır. Bir masal dünyasının dev'i perisi ve onlara hükmeden Belkıys ile Süleyman saltanatına özenmek hissi hepimizde vardır.
sadece mutasavvıf oluşunun değil şüphesiz daha şair ve sanatkâr oluşunun, ilham'dan çoraklığa yükselten alçağa gidip gelişlerinin sonucudur.
Halden hale geçen ruhu, dile getiren pek çok şiiri vardır. Fakat tam bütünlük gösteren bir şiiri vardır ki Yunus Emre’nin bir "iç romanı" sayılabilir. Hattâ hiç bir roman, hiç bir tahlil, belki hiçbir sanatkârı bu kadar büyük ustalıkla anlatamaz. Yunus'un veli şahsiyetinden daha çok sanat kişiliğini aksettiren ve mizacının karanlık köşelerini ele veren bu şiiri yukarıya aldık.
Bu şiirde dile gelen hayaller ve isteklerin; oğlunun zaafları, çok yönlü, çok türlü mizacıda söylenmiştir. Hepimizin içinde böbürlenme ve alçak gönüllülük bir arada yaşar. Hepimizin çok âlim çok cahil olduğumuz konular vardır. Bir masal dünyasının dev'i perisi ve onlara hükmeden Belkıys ile Süleyman saltanatına özenmek hissi hepimizde vardır.
Efsanelere, mitologyalara vücut veren insan duygusu budur... Mescid'de en bitimsiz kulluk duygularıyla secdeye kapanan arif kişinin içinden kiliseler, İncil ve Papaz duyguları geçebilir. Bu imanın koyusundan şüphenin koyusuna, başka imanların düşüncesine geçmektir
İnsanda öldürmek, zulmetmek hırsı ile.. İnsanlığı ihya etmek, hastayı sağaltmak, ölüyü diriltmek.. Zulüm ile şefkat muhabbet tutkusu ard arda, hastalık nöbeti gibi gelebilir.
Bakarsınız îsâ gibi bir kurtarıcı, bakarsınız Firavun ve baş veziri Hâman gibi bir öldürücü zâlim olmuşuzdur.
Tahlilini kısa geçiştirdiğimiz bu beyitlerde, Yunus Emre kendisi ile birlikte İNSAN'ı ve insanlığı da anlatmıştır. Telvin özellikle din, ilahiyat, tasavvuf, aşk, sanat konuları ile haşırneşir olan her insanın ara sıra uğraşıp kaçıştığı hallerdir.
Aynı şiirde Yunus'un insanı anlatmakla birlikte, daha çok kendi ruh hallerini ifade eden bölümler vardır Bir manâ entelektüeli ve sanatkâr olan şairimiz güzelliğe çabuk kapı¬lan; tabiatın ve insanın harikaları karşısında şaşkınlıklara, hayretlere kapılıp buradan ilâhî aşka, "lâmekân" hayranlığına varan bir yaratılıştadır.
Şu âşık mizaç onu kutuptan kutba sürükler: Bakarsınız kendine güveni gitmiş, zemheride bir ot gibi uyuşuk, değer¬siz görüyor kendini; bakarsınız yukarıdan müjdeyi almış gibi yeniden doğar, bağ ve bostanı meydana getiren bir bahar oluverir. Bakarsınız nutku tutulmuş, canı lâf etmek bile istemiyor, bakarsınız şaşılacak bir talâkat, ikna gücü, çare buluculuk içinde her derdin tesellisini, dermanını Yunus veriyor. Daha bir ân önce hiçbir şey bilmediği üzüntüsüne kapılan bu insan, bakarsınız Lokman ve Calinus hekimler gibi etrafa şifalar yağdırıyor.
Yunus Emre'nin şiirine uygulamaya çalıştığımız TELVİN’i şimdi de Kuşeyrî'nin "Risâle-i Kuşeyrî" (Bak: Tasavvufun ilkeleri, Çev: Tahsin Yazıcı, Tercüman 1001 Temel Eser 1978, 125 s.156) ve Abdülkerim Ciylî'nin "İnsan-i Kâmil" (Bak: Tercüme: Abdurrahman Ayyıldız, Ulu Çınar Yayınlan, 1972) eserlerine bakarak ayrıca ve Eşrefoğlu Rûmî ile Şeyh Galib'den iki metin alarak derinleştirmek istiyorum.
Cîylî, Hallac-ı Mansûr ölçülerinde cesur ve atak davranarak, Allahın bütün sıfatlarını, onun kulu ve üstün "tecel-ligâhı" olan insana bağlıyor. Şu sindirilmez sözlerle "hâl" ehli, kişiyi anlatıyor:
"Dünyada ve âhirette... Mutlak fezadan zerrelere... Arş'tan Refrefe... Sidre-i Münteha 'dan, salsala-i ceres'e... Parlak yıldızlardan, gönüllerin dileği olan Adn cennetine... Mülk'ten Melekût'a kadar olan her-şey ben'im...
Ancak, dikkat et! Bütün bunlara rağmen Mevlâsına tövbe ederek dönen aciz kul da yine ben'im. Fakiyrim, hakiyrim, boyun eğenim, zillete düşmüşüm. ve günahlarımın esiriyim."
İnsanın Allaha kadar ulaşan büyüklüğü ve şeytanlara "oh!" dedirten küçüklüğü, burada anlatılıyor. Hak yoluna giren, onda yok olmak isteyen kişi ise böylece hâl'den hâle, yücelikten düşkünlüğe gidip geliyor. İşte "telvin" budur.
Eşrefoğlu "Divan"ındaki şu beyitler de, hem "melâmet'e hem de Telvin'e kaçarak, renkten renge girişi izah ediyor:
İnsanın Allaha kadar ulaşan büyüklüğü ve şeytanlara "oh!" dedirten küçüklüğü, burada anlatılıyor. Hak yoluna giren, onda yok olmak isteyen kişi ise böylece hâl'den hâle, yücelikten düşkünlüğe gidip geliyor. İşte "telvin" budur.
“Senin aşkın kime ki düştü ey Cân (Allah)
Ne mezhep koydu ne dîn ü îmân.
Bu aşkın oynuna hiç kimse doymaz.
Kapılarda kul oldu nice sultân.
Bu aşk zincirine çünkim çekildi.
Koyundan dahi yavaş oldu arslan
Şunun kim aşk alıptır cümle varın
Oladır der (kilise) ü Kabe ona yeksan (aynı)
Bu aşk esrarın (sırlarını) Eşrefoğlu Rûmî
Ko söyleme ki bilmez bunu inşân. “
Şeyh Galib de, Tercî-i Bend'inde, insanoğlunu, Kur'an diliyle yüceltiyor; hem de onun hâlden hâle, zandan zanna geçişini, inanılmaz kuvvette bir üslûpla anlatıyor. O şiirin sadece 4.bend'ini alıyorum:
"Sendedir mahzen-i esrâr-ı muhabbet sende Sendedir ma'den-i envâr'ı fütüvvet sende. Gizli gizli dahi vardır nice halet sende Ma'rifet sende, hüner sende, hakiykat sende.. Nazar etsen yer ü gök, dûzah u cennet sende.. Arş u Kürsiy ü melek sendedir elbet sende..Hoşça bak zâtına ki zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen!
Açıklama:
(Ey insanoğlu! Sevgi sırlarının mahzeni (saklandığı yer) sendedir. Yiğitlik (fütüvvet) nurlarının madeni sendedir. Gizli gizli (bilinmeyen) daha nice hâller sende vardır: Marifet, hüner ve hakikat sendedir. Bakmasını bilsen: yer ve gök, cehennem ve cennet Arş ve Kürsi (en yüce, ilâhi makamlar) ve melekler de sendedir.
Kendine iyi (hoş gözle, bilgi ile) bak: Sen âlemin özüsün; varlıkların, (kâinatın) gözünün bebeği olan İNSANSIN sen.)
Yunus'un "hâlden hâle geçiş"indeki hikmetleri ve zirvelerden çukurlara gidip gelen "devr-i dâimini" Şeriatte ve Tarikatta eşsiz bilgin Nîşâbûr'lu Kuşeyrî'nin sözleri ile "ilimleştirme" yolunu arayalım şimdi:
Kuşeyrî'ye göre: "Temkinin sürekli olması da mümkün değildir." Doğrusu şudur ki,
kul yükselmede oldukça Telvin sahibidir.. Kul beşerî sıfatlarını arkada bırakırsa, her
türlü kusurdan münezzeh (arınmış) olan tanrı, o kulunu, (nefsin hasta ettiği beşerî
hâllere sataştırmamak suretiyle) Temkin sabhibi yapar."
Kuşeyrî, "Telvin" kavramının yanma, yine tasavvuftaki "Temkin" kavramını da koyarak, iki kavramın, bir ölçüde zıtlığını da ifade ediyor:
"Telvin, hâl sahibinin, Temkin ise hakikat ehlinin sıfatıdır. Kul, hak yolunda oldukça Telvin içindedir. Çünkü, o bir hâlde kalmayıp bir hâlden ötekine yükselir ve bir sıfattan ötekine geçer. Bir evden çıkar, baharda bir bahçeye konar...
Telvin sahibi sürekli artmaktadır.Temkin sahibi ise, vuslata erer sonra birleşir.. Şeyh Ebû Ali El-Dakkak, diyordu ki:
Hz.Musa (selâm üzerine olsun) Telvîn sahibi idi. Bu sebeple Allanın kelâmını dinlemekten döndü ve hâli kendisine tesir ettiği için yüzünü örtmek gereğini duydu. Peygamberimiz ise (Allahın selât ve selâmı üzerine olsun) Temkin sahi¬bi idi.Bu sebeple (Mi'râc'a) gittiği gibi döndü. Çünkü Mi'râc gecesinde gördüğü şey, kendisine tesir etmedi.
Kuşeyrî, Telvin'le Temkin'in farklarını, daha iyi anlatmak için Yusuf-Züleyha kıssasını hatırlatıyor:
"Yusuf ('un güzelliğini) gören kadınlar (bir şey doğrarlarken) ellerini kestiler .Bunu sebebi ise, Yusuf'u ansızın görmekten dolayı üzerlerine gelen hâl'dir. Halbuki, Mısır azizinin karısı Züleyha Yusuf a tutkunlukta hepsinden daha "tam" olduğu halde, o görüşte kılı kıpırdamadı. (Çünkü her zaman gördüğü ve gerçekten sevdiği) Yusuf konusunda, o Temkin sahibi idi."
Kuşeyrî'ye göre: "Temkinin sürekli olması da mümkün değildir." Doğrusu şudur ki, kul yükselmede oldukça Telvin sahibidir.. Kul beşerî sıfatlarını arkada bırakırsa, her türlü kusurdan münezzeh (arınmış) olan tanrı, o kulunu, (nefsin hasta ettiği beşerî hâllere sataştırmamak suretiyle) Temkin sahibi yapar."
Kısacası, Allah'a dönen aşk'ın, insanı Telvin'den Temkin'e, geçirmesi yine Allah'ın iradesi ile olur.
Fakat, bu iki durumun, yani Telvin ve Temkin'in de olmadığı bir makam ve hâl vardır ki, o da Allah'ta yok olma, (Fenâfillâh) makamıdır .Kul, nefsinden , duygusundan ve kâinatta mevcut her şeyden de (Mâsivâ) sıyrılıp kaybolduktan sonra, bu kaybolma kendisinde devam ediyorsa, mahv'e yani yok olmaya ermiştir.
Bu bilgilerin sonunda varacağımız hüküm şudur ki, yukarıda "Telvin" başlığı koyduğumuz şiirde, Yunus Emre, henüz oluş halindedir.
Daha sonra Yunus Emre, merhaleleri aşarak: telvin'den"fenâfillah"a nasıl geçtiğini ermiş'in diliyle anlatacaktır.
"Kuru idik yaş olduk,
Ayag idik baş olduk
Kanatlandık kuş olduk,
Uçtuk Elhamdülillah!
Diri illi pınar idik,
İrkildik ırmağ olduk
Aktık denize daldık,
Tasdik Elhamdülillah!
ZAMAN MERDİVENİ
Düştü mü dersiniz o"Belde" ile,
"Melâl'e uzanışın güzelliği?
Ve gönül Konya'sında Yunus Yunus
İçten içe yanışın güzelliği?
Ne Boğaziçi'nde Hafız Burhan var
Ne eski Kalamış'ın güzelliği...
Hangi şadırvanda kaldı kimbilir,
Akif'le uyanışın güzelliği?
"Süleymaniyede Bayram Sabahı"
Bir daha inanışın güzelliği?
Gülümser sütun sütun, Sinan Sinan,
Sevgiyi içmiş taşın güzelliği.
Gitti mi dersiniz Ahmet Hâşim'le
Göldeki son kamışın güzelliği?
M.Necati KARAER