“On sekiz bin âleme server oldu Muhammed;
Otuz üç bin ashaba rehber oldu Muhammed
Çıplaklık ve açlığa kanaatli Muhammed;
Âsi, cani ümmete şefaatli Muhammed.
Gece yatıp uyumaz, tilâvetti Muhammed;
Garip ile yetime mürüvvetli Muhammed.
Yoldan azan şaşkına hidayetti Muhammed;
İhtiyaç olsa kime, kifayetli Muhammed.
Ebû Cehl, Bu Leheb'e siyasetli Muhammed;
Melâmetin sabunu, selâmetti Muhammed.
Namaz, oruç kılıcı, ibadetti Muhammed;
Daim teşbih deyici, riyazetti Muhammed.
Mel'un, lâin şeytana siyasetli Muhammed;
Şeriatın yoluna inayetti Muhammed.
Tarikate reh-nüma, iradetli Muhammed;
Hakikate muktedâ, icazetli Muhammed.
Duaları müstecâb, icabetti Muhammed;
Kötülüğe iyilik, kerametli Muhammed.
Tevfik veren zâlime, celâletti Muhammed;
Secde kılan eğilip, itaatli Muhammed.
Beş vakit namazlarda imametti Muhammed;
Mi'râc aşıp varanda şehâdetii Muhammed.
Arş ve Kürsî pazarı, inayetli Muhammed;
Sekiz cennet sahibi velâyetli Muhammed.
Miskin Ahmed kuluna yazdırın Muhammed;
Yetim, fakir, garibe sehâvetli Muhammed.”
Ahmed-i Yesevî'nin "Divan-ı Hikmetinden aldığım bu şiir, onun vezinde, nazımda, dilde, fikirde, inançta coşkunlukta.. Hemen hemen bütün özelliklerini gösteren bir "hikmettir.
Onun için, "Pîr-i Türkistan" hattâ "Hazret-i Türkistan" denilen, İslâm'da büyük, Türk'te şuurlu, tasavvufta coşkun Ahmed-i Yesevî'yi yahut (galat olmakla birlikte, daha ali adiyle) Ahmed Yesevî'yi, anlatmak için bu şiiri tahlil edeceğiz.
Önce Şekil Özellikleri:
Dîvân edebiyatının "gazel" nazım şekliyle dizilmişi bu manzume, "Hikmetlerin genel biçiminde değildir. Çoğunlukla Hikmet'ler, eski ve gelenekli Türk nazımı birimi olan dörtlüklerle yazılıyor. Buna Yesevî'den bir örnek:
Kudret ile ferman kıldı Mevlam bize
Yerde gökte canlı mahlûk kalmaz imiş
Kâbız kıldı Azrail'i âlem üzre
Aziz canı almayınca koymaz imiş
Kul Hoc(a) Ahmed öleceğni bilegör sen
Âhiretin hazırlığın kılagör sen
Varam deyip yol başında duragör sen
Melekü'l-mevt gelse fırsat koymaz imiş.
Bunlar, Prof.Dr.Kemal Eraslan'ın hazırladığı, "Divân Hikmet'ten Seçmeler" kitabındaki 34 numaralı "Hikmet"inin ve son kıt'alarıdır. Kafiyelenişleri, daha önceki dönemlerde bize kalmış destan parçalarının kafiyeleniş tarzını andırdığı gibi, Anadolu'da daha sonra, saz şairlerinin geliştirdikte "koşma"yı da andırmaktadır. Kafiye şeması şöyledir:
Birinci kıt'a: A-B-A-B... İkinci ve daha sonraki dörtlükler C-C-C-B ... (Yani üç mısra kendi aralarında son mısralar ise ilk dörtlüğün, ikinci ve son mısraları ile kafiyeli)
Manzumede hece vezni kullanılmıştır. Fakat görüldüğü gibi hece veznindeki mısraların çoğu, henüz şiiriyete kavuşmamış, ayrıca durgusuz ve duraksızdır. Bunun sebebi, önce verdiğimiz metnin, şiirin aslı olmayıp, Eraslan tarafından, Anadolu Türkçesine değiştirilmeden uygulanan metin olmasıdır. Ancak, bu hikmetin, Doğu (Hakaniye) Türkçesi'ndeki aslına da baksak, mısralarında tutukluk, şiiriyet azlığı, kafiyelerinde tekrar veya uyarsızlıklar bulabiliriz. Nitekim son kıt'anın aslı da şudur:
"Kul Hâce Ahmed öleringni bile körgil Âhiretnin yarağıgnı kıla körgil Barur min dip yol başında tura körgil Melekü'l mevt kilse fırsat koymas irmiş.”
Görülüyor ki, bu Hikmet'in Doğu Türkçesiyle aslında da şiiriyet zayıftır; vezne, kafiyelere ve mısralara yeterince özen gösterilmemiştir.
Yalnız, yukarı alınan bu kıt'alar için değil- pek az istisnası ile- "Dîvân-ı Hikmetteki bütün parçalar hakkında verebileceğimiz bu hükmün bir kısım sebepleri şöyle sıralanabilir.
a)Dîvân-ı Hikmet'teki şiirlerin, ne ölçüde Ahmed Yesevî'ye ait oldukları bilinmemektedir. Onun ağzından çıkmış olsalar bile yazıya geçinceye kadar çok değişmişlerdir.
b)Kaldı ki, hikmet tarzı Doğu Türk lehçelerinde, hemen hemen ortaklaşa (anonim) bir nazım türüdür. Bu yolda yazılanların çoğu ise Ahmed Yesevî'ye ait sayılmıştır.
c)Hikmet tarzında yazmış, Hakim Ata, Süleyman Ata, Azîm Hâce, Fakirî, Garibî, Kul Şerifî vs gibi çok şair vardır. Onların dediklerinden bir kısmı Dîvân'a karışmış olabilir.
d)Hoca Ahmed Yesevî'nin elinden çıktığı gibi onun zamanında veya ona yakın zamanlarda Dîvân'a alınmış hikmetler maalesef mevcut değildir. Ancak, bunların bir kısmı defterlere, "cönklere, güldestelere, Yesevî tarikatı evrakına yazılarak, belki elden ele değişerek bize kadar gelebilmiş olsa gerek.
e)Bu Hikmetlerin yazıldığı dönem, İslâmî Türk şiirinde "erken dönem" sayılır. Destanlar, Kopuz şiirleri devam etmekte olsa bile, yazılı Türkçe eser ve manzumeler henüz pek azdır. Hakaniye (Karahanlı) çevrelerinde, Ortaasya'da, yazılı büyük eser olarak ancak, Yusuf Hashâcib'in "Kutadgu Biligi’yle, Edip Ahmed'in "Atabetü'l Hakayık'ı düşünülebilir.
Şu halde, 11.12. asır şiirlerinde, 13.14.15. yüzyıl Anadolusunda, geleneğe dayanarak yükselen, seçkinleşen, olgunlaşan Tekke ve Halk verimlerinin şiiriyeti aranmamalıdır.
f) Bu Hikmetler fikir, duygu, inanç bakımından elbette Ahmed Yesevî'nindir. Ancak üslûp yönünden, dil ve şiiriyetleri ile onların "Hoca Ahmed" e ait oldukları söylenemez.
Kaldı ki Ahmed Yesevî'nin, edebiyatımız, sanatımız, tasavvuf ve düşünce tarihimiz bakımından belki en zengin tarafı, onun etrafında teşekkül eden menkıbeler, kıssalar, efsanelerdir. Hoca Ahmed Islâm-Türk varlığının amaçlarını, duyarlığını hattâ varlığını harekete geçiren bir "mitos" kaynağıdır.
İslâmiyetin şehirler ve bozkırlarda yayıldığı ilk çağların Ortaasya Türkmenleri akıllarına yatan, gönüllerini açan ve tasarılarında yaşayan her şeyi, bir din, ahlâk, fazilet tasavvuf kahramanı olan bu "Pîr-i Türkistan'a yakıştırmışlardı.
"Raşahat'ın tabiri ile: "Ahmed Yesevî meşâih-i Türk'ün ser halkasıdır ve Türkistan ulularının intisabı onadır."
Bu yakıştırmalarda ve bu menkıbelerde Ahmed'in şairliği meselâ Yunus'unki gibi önde değildir. O erişilmez bir müslüman, Anadolu'ya akıncı "Alp-erenler" gönderen Türklük davacısı, olağanüstüleri gerçek kılan bir ermiş, temiz yüzlü evliya ve kimselerin eline su dökemediği bir velî şeyhdir. Ama, içine ilhamlar doğan, söz kerameti ile Tanrı katlarına ışık salan bir "şair" değildir.
O halde, Yesevî'den "kilidi açılınca" dilinden dür saçılan" şairlik gücünü beklememeliyiz.
Bir şey demek caizse: Mevlâna'nın, Yunus'un şairlikleri velî'liklerine üstündür. Ahmed'in ise, evliyalığı, hocalığı ve kerameti daha ağır çekmektedir.
Hoca Ahmed, zaten bütün Türk ülkelerinde ilk tarikat olan Yesevîliğin (Yesevîye) kurucusu, Pîri, şeyhi, hattâ "doktrincisi"dir.
Gerçi onun da Yusuf Hemedânî ve (daha önce, daha efsanevî) Arslan Baba (Arslan Bâb) adlarında "mürşidleri vardır. Ama Yesevî, tarikatını başlıbaşına kuran, akıncı, alperen feyizli bir şahsiyet olarak O, Türkistan'ın bir tanesidir.
Bu tarikatı kurmak üzere, Şeyhi Yusuf Hemedânî'nin dergâhından ansızın ayrılıp Yesi'ye çekilmesi de, bu konudaki bağımsız kararlılığı ile "misyon"unu ortaya koyar. Nitekim Hemedânî'nin vefatı ile yerine "birinci halifesi" Şeyh Abdullah Berkî, onun ölümü ile de "ikinci halifesi'Şeyh Hasan Endaki geçer. Onun vefatıyla da "üçüncü halife" sıfatıyla Hoca Ahmed, postnişîn olursa da.. (Yine Şeyhi Hemedânî'den aldığı işaret üzerine) postunu "dördünce halife"ye bırakarak Yesi'ye (bugün Türkistan denilen şehir) gidip yerleşir. Vefat tarihi olan 1166’ya kadar orada 63'ünden sonra yer altına çekilerek irşad görevini yapar.
Yesi'ye çekilişin bir sebebi de, şüphesiz, buralardaki göçebe Türkmen halkları, sıcak tasavvuf ile kaynaştırdığı İslamiyete daha fazla ısındırmaktır.
Gerçekte Ahmed'in, Yûnus ile Mevlânâ'dan ayrı olduğu bir diğer nokta onun bir "davetçi, tarikat yayıcısı" hatta frenk deyişi ile bir "misyoner" (görevli) olmasıdır. Nitekim onun, manzumelerinde ve hakkındaki menkıbelerde de tarikat yayıcılığı propagandaya varacak ölçülerde açık görülmektedir. O bir Hoca'dır, öğreticidir ve ahlakçıdır. Hikmetlerini de ancak o maksatlarla kullanmıştır.
Öğretici şiirlerinin ise coşkun, lirik ve âşikane şiire aykırı oldukları iyi bilinmektedir.
Mevlâna ve Yunus, şiirlerinde (pek azı müstesna) açıktan açığa öğreticiliğe yer vermezler. Tasavvuf - islamiyet ve ahlâk telkinleri, "elmanın içindeki çekirdek gibi" şiirlerinin özündedir. "Şeriat, tarikat, marifet, hakikat anlatılırken, kitabî'likten kaçılarak "söz'e ve "söyleyiş'e önem verilir.
Mevlânâ'da "Kelam'ın ne kadar çok övüldüğü malûmdur. Yesevî'de söz'ün çarpıcılığına ve büyüsüne önem verilmediği gibi bu konuya dokunulduğu da görülmez.
Yunus'un söz'de ne kadar çok keramet ve hizmet beklediği ise dünyâ şairlerine ibret denilecek doruktadır.
“Keleci bilen kişinin-Yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin-işlni sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı - Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı-Bal ile yağ ede bir söz
Kişi bile söz demini- Demeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini- Sekiz uçmağ ede bir söz."
Böylece, Hikmet'lerdeki (pek az istisna ile) şekil dokusunun gevşekliği, hattâ zayıflığı ile bunun başlıca sebeplerini görüşmüş oluyoruz.
Hikmet'lerin Muhtevasına Gelince:
Verdiğimiz iki dörtlükte, konu tema duygu ve düşüncelerinin bir kısmı görülmüştü ve anlaşılmıştı ki Yesevî'nin hikmetlerinde fikir ve telkin unsuru ile öğreticilik (didaktik tutum) önde gelmektedir. Bütün Dîvân-ı Hikmette işlenen konu, düşünce ve temalar iki temelde toplanabilir:
1)Kur'an ve Sünnet'e bağlı islâmiyet ile tasavvufun esaslarını kaynaştıran telkinler. Yani, Yesevî'de tarikat şeriat sistemi içindedir. Hallac-ı Mansûr'u, ideal aşk yiğiti olarak, göstermesine rağmen, "şeriat, tarikat, birdir varana" görüşüne sımsıkı bağlıdır.
2)Yesevî'nin tasavvuf anlayışı, bir yanı ile Sünnî inanışa dayanırken, bir yanı ile de Allah'a yükselişte "aşk'ın yegâne kanat olduğunu telkin eder. Yesevî de gerçi bir ahlâkçı, bir toplum onarıcısıdır. Ancak, onun ahlâk, din, insan, töre anlayışı, Yusuf Hashacib'inki gibi "sosyolojik bir sistem" olmayıp... Göçebe ve şehirli Türkmenlere gönül yoluyla kurtuluş'un yolunu gösteren kanatlı bir kılavuzdur.
Bu esaslar içinde, Allah sevgisi, peygamber aşkı, gerçek dervişlik, yoksullara yakınlık, biçarelere acıma, Yesevî Tarikatının telkinleri, kör nefis'le mücadele, yalancı şeyhler tarizler, kulluk, zikir, tevbe, şükür, ilâhi aşk, âyet ve hadis yorumları, erken kalkma, gerçek şeyhin kerametleri, Yesevi'nin Hikmet'lerindeki yücelik ve hattâ onun "Kız ve erkeklerle birlikte sohbet" edişleri Dîvân-ı Hikmette dile getirilen başlıca unsurlardır.
Şimdi "Şefiü'l Müznibîn" diyerek yazımızın başına aldığımız "Muhammed" redifli Hikmetin tahliline başlıyalım:
İlk gözümüze ilişen, bu "hikmet'in, öbürlerinden farklı olarak beyit birimleri halinde olması ve gazel nazım şekliyle kafiyelenmiş bulunmasıdır. Ancak, bu tarzdaki hikmet, tek ve istisna değildir. Prof. Dr.Eraslan'ın düzenlediği "Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler" kitabında dörtlüklerle yazılmış 4Î met'e karşılık "mesnevî nazım şeklinde 2 uzun... Ve gazel biçiminde 26 hikmet bulunmaktadır.
Ancak, bu manzumelerin çoğu, yalnız kafiyeleniş"gazel" tarzındadır. Yoksa, yukarıdaki Muharref redifli gazel gibi pek çokları, önce hece ile yazılmışlardır. Bunlarda "Gazelin, bir bakıma şartı olan aruz vezni kulanılmamıştır.
Ayrıca, bu şiirlerin temaları da, yüzde doksanı "aşk terennümü" olan gazellerden farklıdır. Kimisi uzun kimisi kısa tu muş olan bu nazımlarda gazelin hiçbir kuralına uyulman Muhtevasında da gazel tarzının "mazmun'ları söz konusu değildir.
Dörtlük dizisi halindeki Hikmetlerde olduğunu, yukarı misalleri ve sebepleri ile anlattığımız zaaflar, ihmaller, ha sakatlıklar, gazel biçimindeki bu Hikmetlerde de mevcuttur.
Gazel biçimindeki bu "Hikmet" Doğu ve Batı lehçeli Türk edebiyatlarında vasat ve şaheser türlü benzerleri görüleni "N'ât" (Naat da denilebilir) muhtevasındadır. N'âtler, bilindiği gibi Hz. Peygamber'e yapılmış övgülerdir. Fuzulî'nin "Su" redifi kasidesi, Türk edebiyatının en güzel N'ât'lerinden biridir.
Burada Hoca Ahmed Yesevî'nin, mümkün olduğu kadar şiir gücü yüklenmiş fakat fikir yanı çok ağırlıklı bir n'âti ile karşı karşıyayız. Bu, bir şairin olduğu kadar da bir hakîm'in (hikmet eri, bilge) ve bir âlimin (bilgin) eseridir. Beyitlerinin çoğunda şeriat ve din bilgileri, kalan beyitlerde ise tasavvuf görüşleri ağır basmaktadır.
Hakkiyle "hikmet" olan bu şiirde zengin bir kelime hazinesi vardır; din ve tasavvuf terimleri de yerli yerinde kullanılmıştır. Yalnız bu "gazel" belki konusu câbı, Kur'ânî terim tabir ve kelimelerle yüklü olup, Ahmed'in öbür yüzlerce, Hikmet'i kadar sade ve yalın değildir.
O kadar hikmet içinde, bizim bu n'ât'i seçişimizin sebebi öteden beri üzerinde durduğumuz ve ancak nâdir şairlerde, seçkin ediblerde rastladığımız "merhamet, acıma" tema'sını bu manzumede bol bol görmemizdir. Bu temaların peygamber'e de bağlanarak çok güzel anlatılmasıdır.