Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Âdemoğlunun yoluna ışık tutan Mesnevi'sini Farsça yazmıştır Bu dile aşina olmayanlar onu tercümelerinden okurken, ana dilleri Farsça olan İran halkı, Mesnevi irfanına dört elle sarılıp, o insanlık prensiplerini dolayısıyla da dünyâ görüşünü benimsemiş olsaydı, bu coğrafya parçası, bir yeryüzü cenneti, ahlâk ve îman kıblegâhı olurdu. Hâlbuki M Mevlâna’nın, medenî, insanî ve zarif rehberliği, ne yazık ki bu ülkede ifâde bulup asla bir örnek cemiyet çehresi arzedememiştir.
Her çağın beşeriyete yapabileceği en isabetli îkaz, şüphesiz, o hikmet ve irfan yağmurları ile insanoğlunun kuruyup kalmış ruhunu yeşertmek, meyve ve mahsûl vermesini sağlayabilmek tir, vesselam
Maddenin ve maddeciliğin ağır tazyiki altında bunalmış olan dünyâya Mesnevi kültürünün açtığı derûnî ve manevî ufuk, belki de beşeriyet için en büyük hizmetlerden biridir.
Yirminci asır sona ererken, kütlelerin idrak ettikleri gerçek, artık insanoğlunun yalnız madde ile beslenemeyeceği ve bu tek taraflı kültür ile huzur ve sâadete kavuşamayacağı keyfiyetidir.
Şu hâlde birbirinden ayrılması muhal olan kılıcın iki yüzü gibi, kütle terbiyesinde, zihnî faaliyet kadar ruhî değerlere de yer verilmesi gerekmektedir. Sabit olan bu hakikat karşısında da, insanoğlunun kendi kendisini tanımak, tasfiye edip başıboş duygularını kontrol altına almak yolunda, Mevlânâ Celâleddîn-i Rumi’nin Mesnevî'si, yedi asırdır dalgalan dünyânın başından aşan ve kıyamete kadar da aşacak olan bir rahmet deryâsıdır.
* * *
Zaman zaman, hattâ sık sık: Niçin konuşur, neden yazar çizerler? diye düşünürüm. Zira insanoğlu, kulağına söylenenler ve yazılanlarla hizaya gelmiş olsaydı, onu dört başı mâmur hâle gelmiş görmek mümkün olurdu.
Kur'ân'ı hatmetmiş ya da hıfzetmiş kaç kişinin, Kur'an ahlâkı ile yaşadığı söylenebilir? İnsanlığın fahri denmeğe seza bir Celâleddîn-i Rûmî'nin, bir Yunus Emre'nin beşerin yüzüne, kulağına ve gönlüne ilettiği sesi kaç kişi duymuş, kaç kişi gözüne ve gönlüne sindirip, kendine rehber ve dünyâ görüşü eylemiştir?
Şu hâlde, Seyrânî'nin: "Merdin eşiğine baş koyanın döşeği taş olsa da ona kuş tüyünden yumuşak olur" dediği gibi, bir kâmil erden nasip almak, kâğıt üstündeki hakikatleri, günlük hayâtın içinde yaşanır hâle getiriverir, böylece de aktif plâna aktararak insanoğlunu, müşahhas bir makama verdiği bağlılık akü ile benlik ve ikilikten kurtarıp hürriyete kavuşturmuş olur.
***
Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Âdemoğlunun yoluna ışık tutan Mesnevî'sini Farsça yazmıştır.Bu dile âşinâ olmayanlar onu tercümelerinden okurken, ana dilleri Farsça olan Iran halkı, Mesnevi irfanına dört elle sarılıp, o insanlık prensiplerini dolayısıyla da dünyâ görüşünü benimsemiş olsaydı, bu coğrafya parçası, bir yeryüzü cenneti, ahlâk ve îman kıblegâhı olurdu. Hâlbuki Mevlana’nın medenî, insanî ve zarif rehberliği, ne yazık ki bu ülkede ifâde bulup asla bir örnek cemiyet çehresi arz edememiştir.
***
Yazık ki Şiî çoğunluğunun Sünnî mezhep erbabına, hattâ azınlıklara karşı takındığı çirkin ve mutaassıp tutum, şiddet, zulüm ve insan hak ve hürriyetine bayraktarlık eden İslami inanışın ne kadar karşısında ve Mesnevi kültürünün ne derece dışında kalmış bir nasipsizlik örneği çizmekte bulunuyor.
Şu hâlde, yapılması gereken, her yeni neslin, kendi çağdaşları için yeni şeyler söyleyip yazması değil, asırların gerisinden seslenerek beşeriyetin kulağını bükmüş ve yoluna ışık tutmuş hakikatleri duyurabilmeyi bir boyun borcu bilmesidir.
Her çağın beşeriyete yapabileceği en isabetli îkaz, şüphesiz, o hikmet ve irfan yağmurları ile insanoğlunun kuruyup kalmış ruhunu yeşertmek, meyve ve mahsûl vermesini sağlayabilmektir.
Vesselam.