Yavuz SAYGILI*
Bulgar General: Yüzbaşı Efendi, bir gün vatanınız sizinle iftihar edecektir.
Kitabı elime aldığımda önce arka kapaktaki kısa yazıyı okudum. ‘…kendine has üslubuyla aynı zamanda ne büyük bir edib olduğunu da açıkça görecekler.’ Açıklamasını yeteri kadar dikkate almadığımı daha ilk sayfalarda fark ettim. 38 yaşına kadar hayatını askeri okullarda, kışlalarda, karargahlarda asker başında sonrasında ise uzun yıllar kurtlar sofrasında siyaset yaparak geçiren bir insanın bu denli akıcı, anlaşılır, güzel bir dille hatıralarını anlatması beni derinden etkiledi.
Yüzyıllara zor sığacak gelişmelerin yaşandığı o 20-30 yıllık dönemin önemli aktörlerinden olan İsmet İnönü’nün anılarını son derece ilgi çekici buldum. Devlet adamlarımızdan anı yazanların azınlıkta olması ise bu eseri daha değerli kılıyor.
Kitabı okumaya başlayınca ilk sayfalarda edibliği dikkat çeken Paşanın sayfalar ilerledikçe insana huzur veren dinginliği, sakin düşünmesi ön plana çıkıyor. Tabi ki bütün bu sakinliğin dinginliğin yanında bitmek bilmez bir mücadele azmi bulunuyor. Paşa inatçı ama sabit fikirli, değişime açık olmayan bir yapıda değil, inatçılığı mücadelesinde kararlılık olarak kendini gösteriyor.
//İLGİ ÇEKİCİ TESPİTLER
Şimdi ise kitapla ilgili kısaca bilgi verdikten sonra kitapta ilgimi çeken birkaç noktadan bahsetmek istiyorum.
Paşa kitaba, çocukluğundan anımsadığı olaylarla başlıyor, ‘İşte hayatımın cumhurbaşkanlığına seçildiğim güne kadar olan kısmı.’ diyerek kitabı bitiriyor. Oldukça hacimli bir eser. Sadece ilgimi çeken, aklımda kalan noktalardan birkaç tanesini aktarmakla yetineceğim.
Paşa, gençliğini anlatırken okudukça ülkenin durumunu daha iyi anladığını, durumun ise düşündüklerinden daha kötü olduğunu şöyle özetliyor: ‘Yeni bilgiler, bizde, memleketin halinin gördüğümüzden daha korkunç olduğu intibaını uyandırıyordu.’
Paşa ve arkadaşları yeni bilgilere de kolayca ulaşamıyorlardı. ‘O zaman Fransa’da neşrolunan ufak kitaplar serisinden Gazi Muhtar Paşa’nın hareketlerini, Gazi Osman Paşa’nın Plevne’sini nasıl hasretle öğrenmeye çalıştığımızı hala heyecan ile hatırlarım.’… ‘ Bu hal, tabii, hocaların ihmalinin değil, devrin siyasi adetinin neticesi idi.’
//BÜYÜK DEVLET, BÜYÜK MİLLET ROLÜ
Paşanın aktardığı şu konuşma ise adeta insana ‘Biz her zaman bulunduğumuz coğrafyada büyük millet, büyük devlet rolünü üstlenmişiz. Diğer milletler bizi sürekli yanlışlarını örtmemiz gereken büyük kardeş gibi görüyorlar.’ dedirtiyor. “En ziyade dikkate şayan bir misal zikretmek isterim. Muhatabım bir siyaset adamı, bir defa bana şiddetle hitap ederek, Bulgaristan’ın başına gelen felaketlerin müsebbibinin yalnız Türk Hükümeti olduğunu söylemişti. Hususi ve samimi bir sohbet esnasında söylendiği için hiç fenaya almayarak, muhatabıma biraz da acır bir halle hayret gösterdim ve fikrini daha açık söylemesini istedim. Muhatabım taşkın halde başladı: ‘Yeni bir devlet olarak ayrıldık, müstakil bir devletin hayatına alışmaya başladık. Bizi kendi halimize başı boş bıraktınız, birbirinden yanlış yollara sapmamıza mani olmadınız.’ diye cevap verdi.
‘Aziz dostum, siz ilk andan itibaren Türk düşmanlığını siyasi hayatınızın tek gıdası saydınız. Bizim size herhangi bir meselede bir sözümüzü işittirebilmemize ne surette imkan olacaktı?’ dedim ve muhakemesinde insaflı olmasını söyledim. Muhatabım daha ziyade açıldı:
‘Biz başlangıçtan itibaren Hadsburglarla Petersburg arasında ihtiraslara vasıta olduk. Bizimle topla oynar gibi oynadılar. Siz seyirci kaldınız, siz bizi bırakmayacaktınız, bizim hırçınlıklarımıza bakmayarak, kolumuzdan tutacaktınız. Biz Avrupa siyasetinin ortasında bu kadar darbelerin tesirlerini nasıl anlayacaktık, nasıl yolumuzu bulacaktık? Bırakmasaydınız, bizi kurtarmış olsaydınız, sizinle beraber emniyetle ve kuvvetli olarak her iki memleket için faydalı olacaktık.’ dedi.” Paşanın Bulgar siyaset adamına verdiği cevap akılcılığının ve sakinliğinin ispatıdır diye düşünüyorum. Bu konuşmanın günümüzde etnik ayrımcılık peşinde koşan zihinlere öğretilmesi, duyurulması eminim faydalı olacaktır.
//İTTİHATÇILAR
Cumhuriyetin ilanı sonrası İttihatçıların durumu ile ilgili tespitleri şöyle:
“İttihatçılar, hiçbir vakit ‘suçluyduk’ demediler. ‘Memleketi kurtarmak için uğraştık, felakete uğradık. Asıl olan biziz. Şimdi bunlar geldiler, bizim bıraktığımız eserleri devam ettirerek muvaffak oldular.’ Kanaatindeydiler. Onlara göre şimdi birleştik, herkes yerini almalıdır.”
Milli Mücadele komutanlarının tecrübe ve özgüvenleri hakkında şunları kaydediyor:
“ Biz askerliği Alman hocalardan öğrendik. Fakat iyi öğrendik ve öğretmenlerle eşit seviyeye geldik. Bunu ispat da ettik. Milli Mücadelede General Liman von Sanders bize mektup yazdı. Geleyim, size yardım edeyim diyordu. Yani biz muharebeyi idare edemeyiz diye düşünüyor. Gelecek, o idare edecek. Oralı olmadık. Çünkü kendimize güveniyorduk. Eşitlik imtihanını vermiştik. Ne bizde ne kolordu ne de tümen komutanlarında, hiçbir kumandanda bir kompleks yoktu.”
//TERAKKİPERVER CUMHURİYET PARTİSİ
Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin kapatılması hakkında söyledikleri o günlerin siyasi durumu hakkında bilgi veriyor:
“ Terakkiperver fırka erkanı, reformcu kimselerdi ama Osmanlı reformcusu idiler. Ben dahil hiçbirimiz reformculukta Atatürk metotlarını daha evvel görmüş, düşünmüş, benimsemiş değiliz. Atatürk metotları meydana çıkınca, ben sükunetle vaziyeti mütalaa ederek, halin, zamanın tedbirleridir diye düşünmüşümdür. Atatürk’le konuşmalarımızda, yapılabilirse bu şimdi yapılır, dediği zaman benim inanmam, ötekilerin korkması… Farkımız bundan geliyor. Halbuki zaman da farklıydı, Atatürk ile aramızdaki ölçüler de farklıydı. Beraber bulundukları bir işten çıkıp dışında kalarak, onun cereyan tarzını takip etmeye istidatları zayıftı. Terakkiperver Fırka’yı teşkil ettiler. Kendilerini bu yola sevk eden ve sonra ihtilafa vardıran endişeyi şöyle izah ediyorlardı: Cumhuriyetin ilanını bize sormadan danışmadan yaptınız, aceleye getirdiniz. Olmaz ! Bundan sonra neler yapacaksınız, rejimi hangi istikametlere götüreceksiniz, bilmiyoruz. Birçok reformlar yapacaksınız, ıslahat yapacaksınız ama bunların hepsini bir günde üç senede beş senede yapmak şart mıdır? Bu mütalaalar, bu endişeler, kimisinde acele etmemekten, ihtiyatlı olmaktan, kimisinde başka sebeplerden hülasa öz duygularından ileri geliyordu. Hani beraberdik, diyorlardı. Evet beraber olduğumuz zamanlar icraatı beraber yaptık. Şimdi beraber olmadığımız zaman geldi, ayrı yapıyoruz.”
//HERŞEY BANA SORULMALI MANTIĞI
Milli Mücadelede beraber bulunmuş kimseler arasında ayrılık çıkması, herkesin ‘Bu işleri beraber yaptık, bundan sonra yapılacak işlerde de söz sahibi olmalıyım, her şey bana da sorulmalı.’ şeklindeki sitemleri hakkında ise mantıklı düşünceleri göze çarpar. ‘Herkesin görevinin belirli olduğu bir rejim kurduk. Cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı kadar bilgi ve irade sahibidir; bakan, bakan kadar yetki sahibidir. Herkes görevi ve makamı kadar söz sahibidir. Makamı insana hangi sorumlulukları yüklüyorsa onun kabullenmek ve en iyi şekilde yerine getirmek en iyisidir.’ doğrultusunda düşünmektedir.
Milli Mücadele günlerinde, Paşa, Genelkurmay Başkanı olarak bir binbaşı kumandasındaki müfrezeyi doğrudan emir vererek isyancıların üzerine gönderir. Binbaşıya bizzat talimat verir. İsyancıların dini inançları kullanarak asker arasına nifak sokacağını söyler. Binbaşı, Paşaya merak etmemesini söyler. Paşa, defalarca tembih eder,söylediğinin başına geleceğini ve bu durumdan kendisini sorumlu tutacağını binbaşıya söyler, tekrar tekrar tembih eder. Müfrezeyi gönderir. Ne yazık ki binbaşı, Paşanın dediği halde, perişan bir şekilde geri gelir. İsmet Paşa’nın bu olayı anlatırken kullandığı şu cümle, onun insan onuruna ne kadar değer verdiğinin kanıtıdır: ‘ Binbaşının adını ve gönderdiğim yeri söylemiyorum. Geçmiş bir hadisedir, bir üzüntü yaratmasın.’
Paşa, eski dönem paşalarından birinden bahseder. Ferik(korgeneral) Memduh Paşa hakkında bir çok takdire şayan özellik sayar. Sonra ise Memduh Paşa’nın okuma yazma bilmediğini söyler. Bu durumu şöyle niteler: ‘Ömrümün en hayret verici hadiselerinden biri budur.’
Türk dostu diplomat diye nitelendirilen Mösyo Franklin Bouillon, Paşaya Lozan’da tavsiyelerde bulunur: ‘Mutlaka zaman kazanmalısınız. Çünkü sizi tanımıyorlar, Anadolu’yu bilmiyorlar. Yaptığınız işi her yerde olan basit bir askeri ayaklanma gibi görüyorlar. Kendinizi mutlaka onlara öğretmeniz lazımdır.’ İnsan, ‘Bir tarafta bir millet yüzyıllardır oturduğu ata toprağını savunuyor, bu toprakların 2-3 yılda elinden alınmasına karşı çıkıyor, onurunu savaş meydanlarında koruyor; diğer tarafta insanlar bunu her yerde olan basit bir ayaklanma gibi görüyor, ne garip!’ demekten kendini alamıyor.
//LOZAN SÜRECİ
İsmet Paşa’nın sakin ve mantıklı düşünmesi Milli Mücadelenin başlangıcında da kendini gösteriyor. Paşa, Anadolu halkının tamamen yok edilmesi için milyonlarca asker gerektiğinin farkında. Bunu Türk tarafı için bir dayanak noktası olarak görüyor. Dibe vurup sonra da hızla yükselmek için bir dip noktası buluyor kendisine. Biliyor ki Anadolu halkı tamamen yok edilemeyecek veya bu çok pahalıya mal olacak, bu durumu bir dip nokta olarak kabul ediyor. Ve Lozan’da bu süreç içerisinde ne kadar hızlı yükseldiklerini, can çekişen bir halktan tam bağımsız bir devletin nasıl yaratıldığını bize gösteriyor.
//İNSAN ÖMRÜNE SIĞAN DEĞİŞİMLER
Kitabın ilk kısımlarından birinin başlığı olan şu cümle, onun başından geçen bütün o idam fermanlarına, savaş meydanlarına, devrimlere, isyanlara, ihtilallere, suikastlere, darağaçlarına, parıltılı üniformalara, heyecanlı kalabalıklara, öfkeli nutuklara, çizmelere, kalpaklara, fraklara sakin bir yaklaşımı: ‘ Bir İnsan Ömrüne Sığan Değişmeler Hayret Vericidir.’
Başta da belirttiğim gibi yazdıklarım sadece aklımda kalan, ilgimi çeken noktalardan bir kaçı. Kendimi yeterli seviyede bilgi sahibi görmediğimden dolayı alıntılara çokça yer verdim.
Hacimli bir kitap olsa da İsmet Paşa’nın Hatıraları, hayatının bir kısmının son derece kısa bir özeti. Geniş tecrübe sahibi, kendisine büyük sorumluluklar verilmiş, eşine az rastlanır bir devlet adamı olan İsmet Paşa’nın anılarının, aynı dönemi anlatan diğer kitaplarla beraber okunmasının çok faydalı olacağı düşüncesindeyim.
*Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrencisi
[*] Hatıralar, İsmet İNÖNÜ, Yayıma Hazırlayan: Sabahattin Selek, İstanbul, Bilgi Yayınevi,Kasım 2006 tek cilt,630 sf.