Himmet Metin
Yatağan İlçe Müftüsü
Yeryüzünde yaşayan her canlının, huzur ve emniyet içinde yaşayabilmesi için kendine göre bir barınak, bir yuva edindiği hepimizin malumudur.
İnsanların yuvası fert olarak ev, millet olarak da vatandır. Huzur ve emniyet bakımından evsiz yaşamak mümkün olmadığı gibi, vatansız yaşamak da mümkün değildir.
Her inanç ve ideoloji, ilk plânda kendisine taraftar ararken, yurt aramayı da ihmal etmemiştir.
Çünkü bu, başarılı olmanın en önemli şartlarından biridir. Vatan olmadan bir milletin ayakta durması mümkün değildir. Bir milletin varolması, hayatiyetini devam ettirebilmesi ancak vatanına sahip olmasıyla mümkündür. Bizi şefkatli bir ana kucağı gibi bağrına basan bu toprakları yabancılara çiğnetmemek, ay yıldızlı bayrağımızı ebediyyen göklerde dalgalandırmak, semayı çınlatan ezanı, gönülleri yeşerten Kur'an seslerini susturmamak, toprağın altındakileri rahatsız etmemek, üstündekileri de zillete ve esarete düşürmemek için canla başla çalışmak hem dinî, hem de millî bir borçtur ve görevdir.
Bu itibarla mü'min, vatanını seven, ona gönülden bağlı olan, gerektiğinde de bu sevgi paralelinde vatanı için canını ve malını feda etmekten çekinmeyen bir insandır.
Millî şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy diyor ki:
"Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın
Bastığın yerleri "toprak" diyerek geçme tanı
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı,
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı."
Vatan sevgisi, sevgilerin en güzeli ve kutsalıdır. Vatan sevgisi imandan sayılır. Ancak bu sevgi laf ile olmaz. Vatanını seven, onun uğrunda canını, malını feda etmekten çekinmez. Şair ne güzel söylemiş:
"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır."
Vatan sevgisi, en asil, en yüce sevgilerden biridir. Gerektiğinde vatan için savaşmakta vatan sevgisinin bir tezahürüdür.
Cenab-ı Hak, Rasûlüllah (s.a.s) Efendimiz ve muhacirleri, yurtları olan Mekke'den çıkaran müşriklerle savaşma ve onları oradan çıkarma hususunda kesin emir vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah, din uğrunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasak eder. Onları sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) çıkarın. (Yani vatanınızı kurtarın.) Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerdir."(Mümtehine, 9)
İşte bu ilâhî emir üzerine Mekke'nin fethi gerçekleştirilmiş, Müslümanların kıblegâhı olan Kâbe putlardan temizlenmiştir. Yine Yüce Mevlamız buyuruyor ki:
"Ey iman edenler! Siz de düşmanlara gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip de Allah'ın bildiği diğerlerini korkutasınız. Allah yolunda sarfettiğiniz her şey, size haksızlık yapılmadan tamamen ödenecektir.''(Enfal, 60)
Bu ayette geçen "kuvvet'' kavramı, savaşta düşmana üstünlük sağlamaya yarayan her türlü silah, araç ve gereci içine alır. Top, tüfek, tank, uçak, gemi, yol, asker, kışla, yiyecek, içecek, ilim, sanat, ekonomi, insan gücü...
İşte bunların hepsi kuvvet kavramına dahildir. Yeryüzünde şerefli bir millet olarak ayakta kalabilmemiz için bütün bunları tam ve eksiksiz bir biçimde hazırlamaya mecburuz. Dinen de bu konuda yükümlüyüz. Bizler vatan uğrunda kanlarıyla destanlar yazan, şehitler ve gazilerle dolu bir milletin çocuklarıyız. Ecdadımızın bu vatan topraklarını bizlere nasıl emanet ettiğinin bilinci içerisindeyiz.
Vatan, uğrunda her fedakârlığı göstereceğimiz en değerli varlığımızdır.
Merhum Akif'in ifadesiyle:
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda,
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şühedâ,
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ."
Vatanımıza düşmanlarımızın yan gözle bakmasına asla razı olamayız. Silah elde, kışta kıyamette, yağmurda-karda, hudut boylarında ve vatanın her yerinde nöbet beklemeyi, en şerefli bir görev sayarız.
Çünkü biliriz ki:
"Bu vatan, toprağın kara bağrında sıradağlar gibi duranlarındır,
Hudutta, gazi bayraklarından alnına ışıklar vuranlarındır."
Vatanı kem gözlerden, düşman istilalarından korumak için hudut boylarında nöbet beklemek, çok kutsal ve sevabı bol olan bir davranıştır. Kâinatın Efendisi, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar ki: "Allah rızası için bir gün nöbet beklemek, dünya ve dünyadakilerden hayırlıdır. Sizden birinin kamçısının cennetten işgal ettiği bir yer de, dünyadan ve dünyadaki her şeyden hayırlıdır.''(Buhârî, Cihad, 72)
Şunu hiç unutmayalım ki, vatan için yaşamasını bilmeyen, vatan için ölmesini de bilemez.
Önce bu vatan için yaşamak, bu aziz millet için yaşamak. Bu necip milletin ilerlemesi, istiklâl ve istikbâli için şuurla çalışmak şarttır. Millet ve vatanımızı seviyorsak, ama gerçekten seviyorsak, şu mübarek Anadolu toprakları üzerinde millî bütünlük, sulh ve selamet içinde ilelebet yaşamak istiyorsak, öz nefislerimizde bulunan Müslüman Türk karakterini muhafaza etmeliyiz.
Vatanını her şeyden fazla seven bir Türk olarak, düşmanlarımızın çirkin gaye ve oyunlarını çok iyi bilmeli, düşmanın tuzağına düşmemek için çok uyanık olmalıyız. Birlik olmalıyız. Ayrılıklara düşmemeliyiz, zira birlikte dirlik, ayrılıkta hüzün ve acı vardır.
Türk milleti dinine, diyanetine, bayrağına, ırz ve namusuna bağlı bir millettir. Bu kutsal değerlerini ayakta tutmak ve Ezan-ı Muhammedî’nin sesini daima yüce tutmak için zaferden zafere koşmuştur. Malazgirt'te, Çanakkale'de, Sakarya'da, İstanbul'un fethinde ve daha nice yerlerde kanlarını canlarını vermişler, şehadet şerbetini içmişlerdir. Bizler de onların, böyle bir ecdadın torunlarıyız.
İnanıyoruz ki, bir fani için erişilebilecek rütbelerin en yücesi şehitliktir.
Din, iman, vatan ve mukaddesat uğrunda şehadet şerbetini içip bu fani âlemden göçenler, Allah katında peygamberlerden sonra en yüksek mertebededirler. Biz onları aramızdan ayrılmakla öldü sanıyoruz. Oysa onlar ölmüş değillerdir. Mahiyetini bilmediğimiz bir hayat ile yaşamaktadırlar.
Bu hususta Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"Allah yolunda öldürülenlere sakın "ölüler'' demeyiniz. Zira onlar diridirler. Fakat siz farkında değilsiniz."(Bakara, 154)
Yine Yüce Mevlamız başka bir ayet-i kerimesinde buyuruyor ki: "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Bilakis onlar Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden sevinç içinde rızıklanırlar.''(Âl-i İmran, 169)
Malum olduğu üzere şehitlik, varılabilecek en yüce mertebelerden biridir. Şehitliğin faziletini anlatan hadis-i şeriflerinde Allah Rasûlü Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
"Cennete girdikten sonra hiçbir kimse dünyaya gelmeyi arzu etmeyecektir. Yalnız şehitler böyle değil. Şehit, gördüğü ikramdan dolayı dünyaya dönme ve on kere şehit olmayı temenni eder."(Tirmizî, Cihad, 25)
Cenab-ı Hak da, şehitleri öven ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyor: "Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen mü'minlerin canlarını ve mallarını; Tevrat, İncil ve Kur'an'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alışverişten sevinin. Bu büyük bir başarıdır.''(Tevbe, 111)
Allah Rasûlü buyuruyor ki: "İki göz vardır ki, onları cehennem ateşi yakmayacaktır. Biri Allah korkusundan dolayı ağlayan, diğeri de Allah rızası için gece nöbet bekleyen göz."(Riyazüs-Salihin, c. 2, s. 544)
Şehitlerin günahlarını Cenab-ı Hakk affediyor. Kul hakkı hariç, bütün günahların Allah tarafından affedileceğini Allah Rasûlü bizzat haber veriyorlar. (Müslim, İmaret, 121)
Böyle bir müjdeye kim nail olmak istemez ki! Müslüman her hâl ve şartta önce devletini, içinde bulunduğu toplumu ve sonra kendisini düşünür.
Hepimiz çok iyi bilmeliyiz ki, bu vatan her şeyiyle bizimdir.
Maddî manevî sıkıntılarımızı gidermek, millet fertlerini inançta, keder ve kıvançta birbirleriyle kaynaştırmak için el ve gönül birliği ile çalışıp, iç ve dış düşmanlara karşı vatanımıza sahip çıkmalıyız.
Müslüman Türk milleti için vatanın ayrı bir önemi ve ayrı bir değeri vardır. Bu yüzden tarihimiz,vatan savunması uğrunda verilmiş nice savaşlarla doludur. Aziz milletimiz yurt savunmasını Allah’ın emri olarak canı pahasına yapmış, sayısız şehitler vererek güzel yurdumuzu korumuş ve bizlere emanet etmiştir.
Dün olduğu gibi bu gün de gerek yurtiçi ve gerekse yurtdışında, memleketimiz aleyhinde kötü emellere sahip insanlar bulunmaktadır. Çok iyi biliyoruz ki bunların amacı, bizi bölmek ve parçalamaktır. Bizi birbirimize düşürmektir. Bu oyunlara asla gelmemeliyiz. Varlığımızı korumanın, millet olarak gelişme ve kalkınmamızın yegâne şartının, millî birlik ve beraberlik olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız.
Vatanını seven gerçek bir Müslüman, millî birlik ve beraberliğe özen gösteren, bunu bozacak davranışlardan kaçınan insandır. Ecdadımızın bizlere aziz bir emaneti olan bu vatanı, sonuna kadar en iyi şekilde korumalı ve bizden sonraki nesillere tertemiz olarak emanet etmeliyiz.
"Sahipsiz olan vatanın batması haktır.
Sen sahip olursan, bu vatan batmayacaktır.'' diyen şairi unutmayalım.
Atalarımız, dünyanın en güzel ve bereketli topraklarını vatan olarak seçmişler ve üzerinde titremişlerdir. Merhum şairimiz Mehmet Akif Ersoy diyor ki:
"Enbiya yurdu bu toprak, şüheda burcu bu yer,
Bir yıkık türbesinin üstünde Mevla titrer.''
Bütün bu sözler vatanın bizlere kutsal bir emanet olduğunu ne güzel anlatmaktadır.
Bugün bizi birbirimize bağlayan en önemli bağlarımız vatan ve din bağımızdır. Bu iki konuda duyarsız olmamalıyız.
Aksi takdirde geleceğimiz tehlikeye girer. Müslümanlar bir binanın tuğlaları gibi olmalıdırlar ve birbirlerinin eksikliklerini gidermelidirler. Milletimizin birlik ve beraberliğinden dolayı vatanımız yükselir, devletimiz kuvvet bulur.
Vatan, millet ve din aleyhtarı olan bozgunculara, millî birliğimizi yıkıcı davranışlarda bulunan fesatçılara yüz vermemeli, böylelerini gerektiğinde ilgili makamlara bildirmelidir.
Biz, tarih içinde zor günlerde kenetlenmesini bilen bir milletiz.
Huzur ve güven içinde yaşayabilmemiz için daima güçlü olmak zorundayız. Güçlü olmanın önemli bir şartı, milletçe yekvücut olmak, birlik ve beraberlik içinde bulunmaktır. Bir kere düşünelim, bir kum ve çakıl yığınını birkaç çocuk bile elleri ile dağıtabilir.
Eğer bunları çimento ile yoğurursanız, ortaya kaya gibi bir beton çıkar ki, artık onu elle yıkıp dağıtmak imkansız hâle gelir. Küçücük taşları ve kum taneciklerini sağlam bir kaya haline getiren nedir? Hiç şüphesiz, onları birbirine bağlayıp kaynaştıran çimentodur.
Bunun gibi milyonlarca Müslümanı birbirine kenetleyip tek vücut ve parçalanmaz bir millet hâline getiren harç da İslâm kardeşliğidir.
Bu kardeşliğin sağlam ve kalıcı olabilmesi için de Müslümanların hiçbir karşılık beklemeden, Allah rızası için birbirlerini sevmeleri gerekir.
Zaten, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de: "Birbirinizi sevmedikçe gerçek mü'min olamazsınız'' buyurarak bizleri uyarmıştır. (Buhârî, İman, 9)