Prof. Dr. M. Şevki Aydın
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
msaydin@diyanet.gov.tr
Biyolojik anlamda insan olmaktan kültürel anlamda insan olmaya doğru yol alan herkes, anlam arayışı içinde bulur kendini.
Hayatın, varlığın, kendi varlığının, var olmanın anlamını yakalamak ister.
Konuşmaya başlayan çocuğun, çevresinde gördüğü, hissettiği her şey ve her olup biten hakkında sorular sorup bilgi istemesi, işte bu arayışın eseridir. O da merak ediyor, çevresini tanımak, anlamak ve bu çerçevede kendini tanıyıp varlığını anlamlandırmak istiyor. Bu isteği doğrultusunda oluşturduğu sorulara uygun ve doyurucu cevaplar buldukça, yoluna aşkla, giderek artan istekle devam edecektir.
Bu anlam arayışı, o bireyin gelişmişlik düzeyine göre yoğunlaşır, derinlik kazanır. Varlığı ve hayatı doğru anlamlandırma, bireye, kendini bulma, kendi varlığını inşa edip hayatını yönetme/ denetleme imkanı sağlar. Bireyin hayatı doğru anlamlandırması, mutlu olma imkanını elde etmesine katkı sağlar. Çünkü her insan, varlığı anlamlandırma düzeyine göre kendi dünya görüşünü oluşturur ve bu görüş, onun tutum ve davranışlarını yönlendiriverir.
Bireyin anlam arayışının odağında Tanrı algısı yer almaktadır.
Kur’an’da anlatılan Hz. İbrahim’in Rab bini arayışı, O’nu tanıma çabası çok dikkat çekici bir örnektir.” (En’âm, 7678; Bakara, 260)
Girard, bu çerçevede ilginç bir olay anlatmaktadır:
“Sintenis isminde bir genç adam genç ve güzel karısını kaybetmiştir. Geride henüz pek küçük bir oğlu kalmıştır. Bu acı ile hayata küsen Sintenis, oğlunu alarak şehirden ayrılmış, bir küçük çiftlik evine taşınmıştır. Orada insanlardan uzak, tabiatla baş başa yaşamıştır. Sintenis’in inzivada büyüttüğü oğlu daha sonra şunları anlatmıştır: On yaşıma geldiğim halde Allah adını ne işitmiş ne okumuştum. İşte bu eksiklik benim bir ihtiyacı şiddetle duymama sebep olmuştu. Var olan her şeydeki hareketliliğin ve canlılığın güneşin eseri olduğunu sanıyordum. Bu parlak yıldız her gün doğuşundan batışına katar gökyüzünü dolaşıyor, sayısız varlıklara sıcaklık ve ışık yayıyordu. Onun canlı olduğundan hiç şüphem yoktu. Bu konuda babama bir şey söylemiyordum. Bu benim sırrımdı. Her sabah güzel havalarda erkenden kalkıp usulca bahçeye çıkıyor, gündüzün yıldızının doğuşunda hazır bulunuyordum. Böylece ona olan minnettarlığımı göstermek istiyordum. Daha sonra büyüyüp yetişkin olduğumda katıldığım gerçek ibadetlerden hiçbirinde, o zaman bu ilk ayinde hissetmiş olduğum doğruluğu ve içtenliği hissetmemişimdir... .” (G. Girard, Ana Dilinde Düzenli Öğretim’den naklen, Bilgin,1995:120121)
Varlığı, hayatı, olup bitenleri bireyin anlamlandırma çabasına din çok önemli katkı sağlamaktadır.Her şeyden önce, bu çerçevede sorulan, “Niçin varım? Yaşamanın anlamı nedir? Ölüm nedir? vb. temel soruların cevaplarını sadece din vermektedir.
Böylesi temel soruların ötesindekilerin cevapları, çeşitli yollarla elde edilen verilerle verilmeye çalışılmaktadır. Bu konularda da din, çok farklı ve önemli bilgiler sunmaktadır. Bu noktada hayatî öneme sahip olup altı çizilmesi gereken husus, çocuğun/bireyin içinde bulunduğu kültürel ortamın/eğitimin niteliğidir. Onun içinde bulunduğu kültürün/aldığı eğitimin, anlam arayışını tetikleyici... olup olmaması, sonucu belirleyecektir.
Buna göre bireyin, ya varlığı ve bir bütün olarak hayatı anlamlandırma çabası nicel ve nitel boyutuyla artarak devam edip gidecek, ya da bu anlam arayışı yeteneği giderek dumura uğrayabilecektir.
Bu durum, genel eğitim için olduğu kadar, din eğitimi için de söz konusudur. Hatta, arkasına dinin gücünü de aldığı için din eğitiminin, hem olumlu hem de olumsuz niteliğinin sonuçları daha büyük olacaktır.Dini anlama bağlamında bireyin dine ilişkin bilgileriyle öteki bilgileri arasında ilgi kurmak zorunludur.
Bunların birbirinden kopuk, birbirinden ilgisiz olması, dini anlama işinin önünde engel teşkil eder.
Birey, varlık ve hayat hakkında çeşitli kaynaklardan, farklı yollarla elde ettiği bilgileri kullanarak dini anlamaya çalışır. Bu bilgileri kullanarak ve bunların elverdiği ölçüde dinin kaynaklarını anlam(landırm)aya çabalar, dinî bilgiyi elde eder ve bu bilgilerin hayatla bağlantısını kurup onunla bütünleştirerek kullanılabilir hâle getirir.
Bireyin varlık ve hayata ilişkin bilgileri ne kadar fazla ve nitelikli ise, anlama ve kavrama düzeyi o kadar gelişmiş olacak; dolayısıyla bunları kullanarak elde edeceği dinî bilgiler de o kadar fazla ve nitelikli olacaktır. Onun idrak düzeyi ve bu bilgilerinin nicel ve nitel durumu, dini iyi anlama düzeyini, elde edeceği dinî bilgilerin yeterlik derecesini belirleyici rol oynamaktadır. Kur’an’ın bizi yeryüzünde dolaşmaya (Nahl, 36; Ankebut, 20), kendi varlığımız ve evren hakkında düşünüp bilgilenmeye yönlendirmesinin (Fussilet, 53; Neml, 93) altında yatan espri budur, diyebiliriz.
Bu ilişki, genel eğitimle din eğitimi arasında organik bir bağın varlığını; hatta bütünlüğünü işaret etmektedir. Genel eğitimi ihmal ederek, sağlıklı bir din eğitimi yapılamayacağı gerçeğini açık seçik biçimde gözler önüne sermektedir. İslam’ın bilgiyi, bilimi tevhidî bir yaklaşımla ele alıp, mutlak ilmi yücelterek bilimler arasında hiçbir fark gözetmeden her birini Müslümanın elde etmesini istemesi (Zümer, 9; Fatır, 28; Kenzu’lUmmal, c.10, s.138. No: 28697), Müslümanın bilimsel bilgi/hikmet avcılığına çıkmasını ilke olarak koyması (İbn Mace, Hikmet,15, No:4169), böylesine bütüncül bir eğitim anlayışını öngördüğünün kanıtlarındandır.
Esasen İslam’a göre, indirilen Kitab’ı da kâinat kitabını da insanoğlu okuyup anla(mlandır)makla yükümlüdür ve bu iki kitabın sahibi de Allah olduğundan dolayı aralarında asla çelişki olamaz; birbirini tamamlamaktadırlar. Bu iki kitabın her birine ilişkin elde edilen bilgiler, bir diğerinin daha iyi anlaşılmasına yol açar.
Hayata ve varlığa ilişkin elde edilen nitelikli bilgiler, Kur’an’ın mesajını daha iyi kavramanın yolunu açacağı gibi, vahiyle elde edilen bilgiler de hayatı ve varlığı anlamlandırma hususunda ufuk açıcı katkıda bulunacaktır.
Gerçekte insan fıtratı, daima bütünlüğü ve bu bütünlük içinde tutarlılığı arar. Sözü edilen anlam arayışının gereğidir bu.
Zira, birey elde ettiği veriler/bilgiler arasında ilişkiler kurup bir bütünlük ve tutarlılık oluşturmadan, onları kullanarak anlamlandırma işleminde başarılı olamaz. Bu yüzden birey, dinden gelen bilgileriyle, bilim, felsefe gibi başka kaynaklardan çeşitli yollarla elde ettiği bilgileri, bu iç tutarlılık çerçevesinde bütünleştirmeye çalışır.
Bu tutarlı bütünlüğü sağladığı oranda tatmin edici anlamlara ulaşabilir. İnsan fıtratının ve İslam’ın öngördüğü bu tutarlılık arayışı, bireyin tabi tutulduğu eğitimin, dolayısıyla o eğitim sürecinde elde ettiği bilgilerinin niteliğiyle doğrudan ilgilidir.
Ezberci bir eğitim, bu tutarlılık arayışını yok ederken, anlamlı öğrenmeyi gerçekleştiren eğitim, bunu besleyip geliştirmektedir. Hazır kalıplar olarak ezberlenmiş bilgiler arasında tutarlık arama ihtiyacı kolay kolay duyulmaz.
Çevre temizliği yapan çocukların, gördüğü her atığı, ellerine tutuşturulan torbaya rast gele atıp biriktirirken onları düzenli yerleştirmeyi düşünmedikleri gibi, bu bilgileri de hafızaya rast gele depolanır.
Oysa, birey tarafından bizzat üretilmiş olan anlamlandırılmış bilgiler böyle depolanamaz; onların her birinin sistem içinde ilgili yere yerleştirilmesi gerekir. Bireyin düşünme, sorgulama, anlamlandırma yeteneğini geliştiren bir din eğitimi, dinî bilgilerin birey tarafından keşfedilmesini kılavuzlar. Bu din eğitimi sürecinde birey bunu yaparken doğal olarak, onları anlamlandırır.
Anlamlandırma işlemini yaparken de, mevcut dinî bilgilerini ve diğerlerini kullanır. Sonuçta onlar arasında ilişkiler kurarak kendi bilgi sistemini oluşturur; onları bütünleştirir. Bu yolla birey, dinî bilgi kalıplarını ezberlemekle yetinmek yerine, onları gerekçelendirerek anlamlandırmanın peşinde koşar. Bu işlemler, farklı bilgiler arasında tutarlılık sağlanmadan gerçekleştirilemez.
Dinî bilgi, ne kadar sağlam temellendirilirse o kadar etkili, uygulanabilir ve kalıcı olur.
Anlamlandırdığı dinî bilgileri birey, daha iyi içselleştirip benimser. Bu bilgileri sürekli geliştirebilir, güncelleştirebilir. Kendi malı olduğu için de bu bilgilere sahip çıkar ve bu bilgiler doğrultusunda dindarâne tutum ve davranışlarını oluşturma yoluna girer.
İyi anlamlandırılmamış, empoze edilmiş, dayatılmış ezber dinî bilgiler ise, sahibine pek yarar sağlamaz.
Çünkü böyle biri ya körü körüne bağlanmaya, dolayısıyla içe kapanıp bağnazlaşmaya, tutuculuğa mahkum olur; ya da en küçük bir itiraz karşısında onları çöpe atabilir. Küreselleşme olgusu karşısında, bireyin dış dünyayla doğrudan ve yoğun etkileşim içine girmesi hesaba katılırsa, ikinci şıkkın daha geçerli olacağı rahatlıkla anlaşılır.
Çocukluğunda birtakım kalıp bilgileri ezberleyip anlamadan benimseyen/veya benimser görünenler, ergenlik dönemine doğru sorgulama imkanı bulunca, bunları savunma gücünü kendilerinde bulamazlarsa kabullenmekte zorluk çekmekte, kolaylıkla terk edebilmektedirler.
Daha kötüsü, o bilgilere olduğu kadar, onları empoze edenlere karşı da güvenlerini kaybetmektedirler. Mevcut bilgilerini terk eden kişi, bilgi kirliliğinin de yaygınlaştığı günümüzde yeni bilgileri ne kadar sağlıklı elde edebilir?
Böylesine altyapısız olan birisi, bu karmaşık çevredeki imkanları ne ölçüde doğru değerlendirebilir?
Bir din bilimleri uzmanı akademisyenimizin şu kişisel serüvenine ilişkin değerlendirmesi bu konuda önemli ipuçları vermektedir:
“Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda endişe, yasak ve güvensizlikten kaynaklanan ve belki korku, belki tabu diyebileceğim tutumlarım oldu; büyüklere kayıtsız şartsız itaat; devlete ve devlet adamlarına sonsuz saygı ve hürmet. Dinî konularda hoca efendilerin söylediklerinin aynen kabulü, ibadet ve ritüellerin en ince detayları içerecek şekilde yapılmaması durumunda kabul görmeyeceği endişesi; günahkârlık ve suçluluk duygusu. İlk gençlikte bedensel ve ruhsal değişimlerin yarattığı gerilimler, yaşanan farklılaşmalar karşısında ne yapacağını bilememenin şaşkınlığına, beden ve cinsiyetle ilgili oluşturduğu tabuları da eklemek gerek.Otorite, din ve cinsiyet konularındaki tabularımı yıktım. Yurt dışındayken aldığım dersler ve tanıklık ettiğim devlet toplum ve birey devlet ilişkisi, ülkemdeki seçkinciliğin nasıl bir baskı oluşturduğunu görmeme katkıda bulundu. Dinle ilgili tabuların yıkılmasını sağlayan en önemli etken yine bilgi oldu.” (Aktüel, 19.06.08)
Herkes, körü körüne bağlandığı tabularını, sistemli ve tutarlı bilgiyle yıkma şansına sahip olabilecek mi?
Elbette hayır!
Bu mevcut dayanakları kaybetmenin sürüklediği boşluktan çıkmak hiç de kolay olamamaktadır.
Bu boşlukta, her tür anlamsız inançların ipoteği altına girip onların bağnaz savunucusu olma riski yüksektir.
Çocuklarımızın yarınını riske atmamak için din eğitimimiz, çocuğun/bireyin anlam arayışını iyi kılavuzlamalı, bu yeteneğini besleyip geliştirici nitelikte olmalıdır. Ancak, bunu yapabilmemiz, din eğitimi anlayış ve uygulamalarımız konusunda paradigma değişikliğini gerektirmektedir.
KaynaklarBilgin Beyza, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Ankara 1995
NOT:Bu yazı Diyanet Aylık Dergisinin Mayıs 2009 sayısında yayımlanmıştır.