Oğuzhan SAYGILI
Rus Devletinin yükselmeye başladığı dönemler ile Osmanlı Devletinin gerilemeye, çökmeye başladığı dönemler çakışır. Bu iki komşu devletin toplam 9 büyük savaş yaptığını tarih bize yüksek sesle, bağırarak söyler. 19. yüzyılın son çeyreğinde yapılan Osmanlıların “93 Harbi” olarak tanımladığı 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı çok geniş bir alanda yapılmıştır. Rus orduları İstanbul yakınlarındaki Yeşilköy’e kadar gelir. Savaşın sonunda Berlin ve Ayastefanos Antlaşmaları imzalanır. Bu antlaşmaya göre Osmanlı Devleti, ödeyemeyeceği çok ağır faturalarla karşılaşır. Rumeli topraklarının büyük bir kısmının elinden çıkmasına ve yakın vadede de tamamının elinden çıkmasına sebep olacak sürecin dinamiti yakılmış olur. 93 Harbi batıda Tuna, doğuda Kafkasya cephesinde verilmiştir. Bu harbin özellikle Batı cephesinde birçok muharebe olmuştur fakat Plevne Muharebesi kadar ses getireni, derin tesirler bırakanı olmamıştır.
Plevne Savaşı’nın bütün aşamalarında bulunan, gönüllü bir İngiliz subayı olarak Osmanlı saflarında katılan, Yüzbaşı Von Herbert’in yaşadıklarını bu hafta anlatmaya çalışacağım. Herbert’in Plevne Muharebesi’yle ilgili hatıraları ilk olarak 1895’de daha sonra da 1911’de İngilizce olarak yayımlanır. Eserin Türkçe’ye çevrilmesi için 1938 yılının beklenilmesi gerekir. Daha sonraki dönemlerde Herbert’in Hatıraları, 50’lili yılların Vakit ve Ulus gazetesi okuyucularının Toplu İğne isimli köşesinden tanıdığı gazeteci ve yazar Nurettin Artam tarafından çevrildi. Muhtelif zamanlarda ve farklı yayınevleri bu kitabı basmıştır. Benim okuduğum kitap[1] 2004 yılında, Kastaş Yayınevi tarafından yayımlanmıştır.
Herbert, 93 Harbi başlamadan hemen önce 2 Şubat 1877’de İstanbul’a gelir. Kendisine 27 Mart 1877 yılında İkinci Mülazım (teğmen) olarak Osmanlı Ordusunda görev verilir.[2] Hatıralar İstanbul’dan ayrılıp Doğu Rumeli’nin o zamanki son noktası “Bellova”ya doğru yol almasıyla başlar. Eserin başında 1877–1878 savaşları hakkında ve Türk ordusu hakkında bazı bilgiler sunar. Vidin’deki savaş hazırlıkları, dört muharebeden oluşan Plevne Savaşı ve teslim olup esir düşmesine kadar ki gelişmeleri tafsilatlı bir şekilde anlatır. Yazar, Plevne Savunması’nın mimarı Osman Paşa ile hem savaş sırasında hem de sonrasında birçok kez bir arada bulunur. Osman Paşa’ya beslediği hüsnüniyet hemen dikkat çeker. Paşa hakkında ilginç gözlemlerde bulunur. Kitabın sonunda Plevne Ordusu’nun bütün askeri birliklerin sayısı ve komutanların isimlerinden oluşan bir liste vardır.
Bana göre kitabın en önemli ve farklı tarafı Herbert’in Türk ordusu hakkındaki rafine gözlem ve tespitleridir. Aynı zamanda İngiliz ordusunda da görev yaptığı; hem de savaştan çok sonra kitabını yazdığı için sık sık iki ordunun muhtelif yönlerini mukayese eder. Yazar, Osman Paşa’nın ordusunun önemli bir kısmının ihtiyat ve redif askerlerinden oluştuğunu, birliklerin içerisinde müstahfazların en geri birlikler olduğunu belirtir. Osmanlı Devleti’nde uzun yıllardır devam eden, devlet tarafından İstanbullulara yapılan bir ayrıcalık olarak da yorumlanabilecek “İstanbul doğumluların askerlikten muaf olması” gibi bir uygulamayla ilk kez karşılaştığında oldukça şaşırır, bunun sebebini merak eder.[3] Taburlarda ve bölüklerde birer tane bulunan kâtip ile bölük emininin Avrupa’da olmadığını, ayrıca her livada 3-5 kadrolu imamın olduğunu vurgular. Orduda görev yaptığı süre boyunca baytar subaya rastlamadığını, baytarın yaptığı işi nalbantların ya da işten anlayan subayların yaptığını söyler.(s.16) Savaşın başladığı yıl alaylara numara verilmediğini, bu durumun birçok karışıklıklara neden olduğunu, daha sonraki yıl Alman usulünce birbirini takip eden numaralar verildiğini anlatır.(s.17) Subayların maaşlarını savaşta ve barışta düzenli bir şekilde alamamasına rağmen şevklerinin kırılmadığını, herhangi bir isyanı aklından geçirmediklerini ve bu durumun takdir edilmesi gerektiğini belirtir. Sefer esnasında subaylara harita verilmediğini, kendisi gibi birkaç subayın eline Avusturya’da basılmış bazı özel haritaların geçtiğini, Türkçe hiçbir harita görmediğini ısrarla vurgular.(s.33) Subayların bu haritalara ne kadar özen gösterdiğini(!) yine kendisi anlatır. Haritanın arkasına satranç tahtası şekli çizerek satranç oynarlar.(s.46) Savaş sırasında komutanlarının sık sık değiştiğini, örneğin kendi Miralayının altı, mirlivasının üç kez değiştiğine değinir. (s.48) Birkaç kez borazanın yanlış çalındığını, bundan dolayı ordunun geri çekildiğini anlatır.
Herbert, Plevne Muharebesi’nin Başkomutanı Osman Gazi Paşa’yı efsane haline getiren komutanlığı ve kahramanlıkları hakkında muhtelif açıklamalarda bulunur. Paşa ile ölümünden birkaç yıl önce İstanbul’da da bir mülakatta bulunur. Konuşma sırasında Plevne’deki kahramanlıklarından bahsetmemesi karşısında Paşaya gıpta ile bakar. Osman Paşa’yı son zamanlardaki en büyük kahraman olarak görür. Sonraki dönemlerde Osman Paşa’nın Plevne Komutanı olarak hak ettiği ilgiye nail olmamasını da şöyle izah eder: “Eğer siyasetin kirli havuzuna batmamış olsaydı, bu lekesiz asker şöhreti ona ziyadesiyle kâfi gelirdi.” (s.49) Savaşta, Osman Paşa gibi Miralay Yunus Bey gibi birçok komutanın yaptığı fedakârlık ve feragatten övgüyle bahseder.
Eserin birkaç yerinde Mithat Paşa’nın Tuna Valiliği zamanındaki yaptığı hizmetleri takdir eder. Hazırladığı projelerin kendisinden sonra yarım kaldığını belirtir. (s.33,84,85,86)
Yazar, savaşın dehşetini, tahribatını tasvir ederken bazı bölümleri çok güzel bir üslupla anlatır. Edebiyat kokan, etkileyici bölümü sunuyorum: “Yirmi milkare kadar büyük olan savaş sahasına baktım. Burayı tasvir etmekten kalemim acizdi. Fakat, savaşı gözle görmekten çok sesini kulakla duymak daha korkunç bir etki yapıyordu. 240 topun durmadan gürleyen sesleri, uzaktan havlayan çoban köpeklerinin uğultusu gibi geliyor, dağlar çatırdıyor, yanardağ fışkırıyor gibiydi. Ayağımın altındaki toprak, bütün sinirleri gerilmiş ve hummaya tutulmuş canlı bir yaratık gibi tir tir titriyordu. Bir yangın ortasında ayakta duruyormuş gibi geliyordu bana. Manzara, içinde tarihin bir parçası eritilen, örse vurulan, şekil verilen bir fırını andırıyordu.”(s.131)
DEĞERLENDİRME
Milli mücadelemizde kendi gayretiyle düşmana mukavemet eden şehirlerimizin öncüsünün Plevne Müdafaası olduğunu bu eserden öğrenmiş oldum. Eser, 143 gün süren Plevne Müdafaası’nın yabancı bir subay penceresinden anlatılmasıdır. Bu kutsal mücadelenin ayrıntıları ile savaşın neden kaybedildiğinin cevabı kitapta bulunmaktadır.
[1] Yüzbaşı Von Herbert, İngiliz Subayının Anıları: Plevne Meydan Muharebesi, mütercim: Nurettin Artam, 295 sayfa, 2004, İstanbul, Kastaş Yayınları.
Not: Bu kitabın sunuş kısmında kitabın ilk kez Türkçeye çevrilmiş baskısı hakkında basıldığı yıl dışında herhangi bir bilgiden bahsedilmemiştir.
[2] Açıkçası Osmanlı Ordusunda yabancı asker ve subayların gönüllü olarak savaşlara katıldığına dair bir malumat ile ilk kez karşılaştım. Bu konunun uzmanlarından bu bilginin test ettirilmesi gerekir.
[3] İstanbul doğumluların askerlikten muaf olması, ilk kez Balkan Savaşları ya da I.Dünya Savaşında askere alınmasıyla ilgili birçok kaynakta karşılaşmıştım. Bunu farklı zamanlarda dile getirdiğimde birkaç öğretmen arkadaşım bu gerçeği kabul etmemişti. Herbert gibi bu hakikati öğrenen Türk vatandaşları da şaşırır inşallah (!)