İstiklâl Marşımızın şairi, Türk İslâm kültürünün büyük ismi M. Akif Ersoy, 74 yıl önce aramızdan ayrılmıştı. Kendisini bir kez daha rahmetle anarken onu yetiştiren aile, mahalle ve okul çevresi hakkındaki bilgilerin hatırlanmasında fayda olduğunu düşünüyorum. Zira, her insan, yaşadığı çevrenin ürünüdür. Millet olarak istikbâlimiz adına yeni Akifler yetiştirmek, evlerimizi ve çevremizi Akif’inki gibi yapmak durumundayız çünkü. Dolayısıyla bu örnek insanları bilhassa yetiştikleri çevre itibariyle de tanımak bu konuda faydalı olacaktır.
AİLE ÇEVRESİ
Mehmet Akif'in babası, aslen Rumelili olan İpekli Mehmet Tahir Efendi, Fatih medresesinin sayılı hocalarındandır. Zamanın padişahının huzurunda ramazan ayındaki huzur derslerinde tefsir yapan sayılı bilginlerdendir. İlmi kadar irfanı davardır. Bilgisi, irfanı ne kadar yüksekse bunlara bağlı olarak dini yaşantısı ve dindar şahsiyeti de aynı şekildedir. Bir ahlâk âbidesidir. Dürüst, çalışkan, erdemli, haysiyetli, özü sözüne uygun, mert, yiğit bir insandır. Talebesi İbn’ülemin Mahmut Kemal'in ifadesiyle “salih, fadıl, vefi, sahı, alicenap, mürüvvetkâr, müstakim bir üstadı kâmildir. ”
Oğlunun eğitimine daha küçük yaşlarından itibaren çok önem vermiş, okula başlamadan önce gerekli bütün bilgileri ona öğretmiş ve bu öğreticiliği vefatına kadar devam ettirmiştir.
Bu yüzden Akif, babasından bahsederken “O, benim hem babam hem hocamdı. Ne biliyorsam kendinden öğrendim.” demektedir. Mehmet Tahir Efendi, daha sonra oğlunu zamanı geldiğinde önce mahalle mektebine, ardından ortaokul ve liseye göndererek tahsilini tamamlatır. Bir yandan da belirli bir program dahilinde ona dini dersleri verir ve Arapça’yı öğretir. Tahir Efendi çocuklarının sadece eğitimleriyle değil her şeyleriyle yakından ilgilidir. (Çocuklarının dedik çünkü Akif’ten sonra ailenin Nuriye adında bir de kız çocukları doğmuştur.)
Onları her sabah erkenden kaldırıp banyo yaptırıp, elbiselerini giydirip, kahvaltılarını yaptırarak okullarına hazırlayan müşfik bir babadır. Onlara mükemmel bir terbiyeci olarak davranır. Terbiye meselesinde dayağa, şiddete asla yer vermez. Ama disiplinli hareket eder.
Annesi Emine Şerife hanım Mehmet Akif’in annesi aslen Buharalı olup sonradan Tokat’a yerleşmiş bir ailenin kızıdır. Akif annesini “ibadete düşkün, zahide bir kadın'' olarak tarif etmektedir. Bu inançlarında son derece samimi, ihlâslı kadının yani annenin de Akif üzerindeki tesiri çok büyüktür. Çok dindar bir kadın olan Emine Şerife hanım, çocuğuna kazandırdığı hassasiyetlerle muhtemelen onun şairliği üzerinde de etkili olmuştur. O da kocası gibi çocuklarının her şeyi ile yakından ilgilenen bir insandır. Üstelik sadece oğlunun manevî, ahlâkî ve dünyevî ihtiyaçlarıyla ilgilenmekle yetinmemiş, onun bedeni gelişmesine, hatta dış görünüşüne bile çok dikkat etmiştir.
İşte Mehmet Akif, böyle güzide iki insanın evlâdı olarak 26 Aralık 1873’te İstanbul'da doğdu. Burası, Mithat Cemal'in ifadesiyle “Kur'anlı evdir. İçindekilerin beş vakit namazlarını kazaya bırakmadıkları, tavanları secdeyle kubbeleşen bir evdir.” Huzur ve sevgi doludur. Karı koca arasında anlaşmazlık ve tartışma yoktur. İşte Akif’in en büyük şansı böyle bir evde böyle güzide iki insanın evlâdı olarak sevgi dolu bir ortamda yetişmesidir. Zira onun bedenen ve ruhen sağlıklı ve mutlu şekilde büyümesi bu evin sonucudur.
Nitekim bunun farkında olan Akif, bu evde yaşadığı mutlu zamanları sonradan şöyle nazmedecektir: “Çocukluğumda, evet bahtiyar idim cidden, Harimi ailenin farkı yoktu cennetten”
Sarızgüzel mahallesi Mehmet Akif’in doğduğu Sarıgüzel Mahallesi Fatih semtindendir. Burası İstanbul'un fakir ama mutlu insanlarının yaşadığı bir mahallesidir. Dinî ve millî değerlere içtenlikle bağlı insanlardan oluşan bu mahallenin insan ilişkileri ve inanılan değerleri benimseme ve yaşama noktasında Akif üzerinde tesiri çok büyüktür.
Bu mahallenin Akif’e bir etkisi de sporda olmuştur. Yine Mithat Cemal'in “pehlivanlı mahalle” diye vasfettiği bu yerde devrin ünlü pehlivanı Kıyıcı Üsman, Akif’i güreşe alıştırır. Akif, uzun süre güreşe yakın bir ilgi duyar. Sonradan yüzme, taş atma gibi diğer spor dallarıyla da ilgilenir. Denilebilir ki Akif’in sağlam karakterinin oluşmasında bu durum çok etkili olmuştur. Mahallenin değerleri onun ruhî hayatını şekillendirirken, burada ilgilenmeye başladığı sporla da bedeni sağlığını ve iradesini güçlendirecek alışkanlıkları kazanmıştır.
Bu mahalle Akif’in eğitim üzerinde de etkili olmuş bir muhittir. Zira burada bulunan Fatih Camii Akif’in okulu dışında ikinci eğitim yuvası olmuştur.Akif, camiyi çok erken yaşlarda tanımıştır. Babası onu daha yedi sekiz yaşlarında iken bu camiye zaman zaman getirmektedir. Zaten evleri de camiye çok yakındır. Beş vakit ezan sesi çocukluk günlerinden bu yana ruhuna işlemiştir.
İşte bu cami ortamında ortaokul yıllarında bir taraftan, babasından Arapça dersleri alırken bir taraftan da bu camide Farsça dersleri veren Gülistan ve Mesnevi okutan Esad Dede'den de Farsça dersi,Hoca Halis efendiden Arapça dersi almaktadır. Yine namazlarını bu camide kılmaktadır, dolayısıyla dinî şahsiyetinin oluşumunda bu mahallenin ve caminin etkisi büyüktür.
Burada komşularına da temas etmeliyiz. Komşuları dinî ahlâkî değerlere bağlı insanlardır. Dolayısıyla Akif’in arkadaş çevresi de bu tür ailelerin çocuklarından oluşmuştur. Yine evlerine gelip gidenler de babasının konumuna uygun olarak o devrin kültürlü, bilgili insanlarıdır. Bunlar genellikle Fatih Camisinde görevli hocalar ve medresede görevli müderrislerdir.
RASATHANELİ MEKTEP
Akif, önce, geleneğe uyularak 4 yaşında, dinî eğitim veren Fatih’teki Emir Buhari mahalle mektebine gönderilir. İki yıl kadar burada okuduktan sonra, Fatih ilkokuluna geçer. Buradaki eğitimine ilâve olarak evde babasından Arapça dersleri alır. Ardından Fatih ortaokuluna gider. İlk edebî ilgileri burada başlar. Devrine göre çok nitelikli hocaların bulunduğu bir mekteptir burası. Onun bu okuldaki hocalarından Türkçe hocası Hersekli Kadri efendinin Akif’e lisan sevgisi ve şahsiyet yönünden çok etkisi olmuştur. Akif hürriyetçi tutumunu büyük ölçüde bu hocaya borçludur. Çünkü bu zat Abdülhamid devrinin hürriyetperver şahsiyetlerindendir. Akif, hemen her bakımdan bu hocayı kendisine örnek almıştır. Yine bu dönemde de babası oğlunun öğrenimine katkı yapmayı sürdürür ve ilkokulda başladıkları Arapça derslerine devam ederler.
Bu arada edebiyata da ilgisi artan Akif, bir taraftan Kur'an hıfzına çalışır, babasının çevresindeki hocalardan Arapça ve Farsça dersleri de alırken bir yandan da Leyla ile Mecnun, Hafız Divanı, Gülistan gibi şarkın klâsik edebî eserlerini okumaya başlar.İşte tam bu sırada yani ortaokul tahsili bittikten sonra Akif’in hangi okula gideceği ailede ufak bir tartışma konusu olur. Annesi oğlunun bir din adamı olarak yetişmesi için medreseye gitmesini istemektedir. Babası ise medreseye değil mektebe gitmesine taraftardır. Neticede anne dinî bilgilerin medrese hocası olan, baba tarafından yeterince verileceğine kanat ederek bu tercihe saygı duyar. Akif böylece Mülkiye idadisine yani lise tahsiline başlar.
Burada şunu da belirtmek lazımdır ki, Tahir efendi oğlunu mektep ve meslek seçiminde özgür bırakır. Akif, çok iyi bir öğrencilik devresi geçirirken babası ölür. Ailenin düştüğü maddî sıkıntı yüzünden o yıl yeni kurulan Baytar mektebine geçer. Bu okulda en çok tesirinde kaldığı hoca ise o yıl Paris'ten Türkiye'ye dönen Doktor Rıfat Hüsameddin'dir. Akif’in fen ilimlerine daha fazla ilgi duyması bu hocayla daha da çoğalmıştır. Bu hocanın Akif üzerindeki tesiri o kadar büyüktür ki Mithat Cemal “Bir mektep bazen bir hocadır. İnsan bazen bir mektepten değil bir muallimden çıkıyor. Akif de bu Rifat Hüsameddin'den çıktı.” der.
Akif, baytarlık eğitimi sırasında çocukluğundan gelen lisan sevgisi sebebiyle Fransızca’sını ilerletmek için yine özel eğitimi sürdürür. Kamil isimli birisinden geceleri Fransızca dersleri alır. Bununla da yetinmez aynı hassasiyeti küçük yaşlarında başladığı Arapça ve Kur’an eğitiminde de gösterir ve Tabhane medresesinde İskeçeli Hafız İsa efendiden Kur’an’ı hıfz etmeye ve Arapça öğrenimini ilerletmeye devam eder. Akif, buradaki dört yıllık eğitimini başarıyla tamamlayıp birincilikle mezun olur. Veteriner olarak hayata atılır.
Okul çevresi Akif’i yetiştiren üçüncü önemli çevredir. Burada hem fen ilimlerini iyi bilen hem de dindar olan hocalardan ders almıştır. Dolayısıyla o din ve ilim çatışmasına asla düşmemiştir. Gündüz laboratuarda gece ise yine Kur’an okunan, ilmî, fikrî, edebî sohbetlerin yapıldığı o mesut evindedir. Aldığı eğitim onu belli bir ilim dalında sınırlamaz. Bir taraftan ilmî, fennî buluşlarla ilgilenirken, öte yandan şiirler yazar. Pasteur'la Fuzuli onun için aynı derecede ilgi uyandıran isimlerdir. Böylece Akif, bir taraftan devrin en ünlü veterineri olurken diğer yandan da en büyük şairi olur. Yine dinî ilimlerle ilgisini devam ettirir. Baytar olup hayata atıldıktan sonra da hem dinî hem de edebî bilgilerini daha da derinleştirecek çalışmaların içine girer.
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Mehmet Akif’i, böyle bir güzide insanı, bu örnek şahsiyeti yine Mithat Cemal'in ifadesiyle işte bu üç mekân yetiştirmiştir: “Kur'anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep...”
*NOT: Bu yazı Diyanet Aylık Dergisi Aralık 2006 sayısından, Milli Şairin vefatının 74. yıldönümü dolayısıyla alınarak yayına konulmuştur.