İçinde bulunduğumuz bu yıl (2010) Kur’an’ın yeryüzüne inişinin 1400. senesi olması sebebiyle Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından Kur’an Yılı ilan edilmiştir. Kur’an’ın yeryüzünü aydınlatmaya başladığı andan itibaren Müslümanlara ayrı bir manevi neşve katan, onları “ego”nun girdabından kurtararak sosyal çevreleriyle ilişkisini kuran ramazan aylarına içinde yaşadığımız bilgi çağında daha fazla ihtiyacımızın olduğu izahtan varestedir.
Ramazan, Kur’an ve oruç / ibadet iç içedir. Bunları anlamak ve yaşamak, mümin bireye dünya hayatında dinamizm kazandırır, hayatına anlam katar ve öte dünyada ise mutlu olmasını sağlar.
RAMAZAN VE KUR’AN
Ramazan, başlangıcında rahmet, ortasında bereket ve sonunda mağfiret (bağışlanma) olan bir kutlu bir aydır. Ramazan, Kur’an ve oruç ayıdır. Yani İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’ın indirildiği kutsal zaman dilimidir. Kur’an’ın betimlediğine göre, ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu (hakkı) eğriden (bâtıldan) ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. (Bakara, 185.) Kur’an kendisinde şek ve şüphe bulunmayan Allah’ın kelamı ve bütün insanlık, özellikle de sakınanlar ve arınmak isteyen iyiler/muttakiler için yol gösterici ve hidayet kaynağıdır. (Bakara, 2.) Kur’an bütün insanlığa indirilmiş, ancak ona uyanları huzur ve saadete götürecek olan ilahî hitaptır. Kutlu ve mutlu hayat kaynağıdır. Kendisine inanıp bağlananları iki cihan yani dünya ve ahiret saadetine ulaştıracağında hiç şüphe bulunmamaktadır. Bu sebeple bu ayda Kur'an’ın evrensel mesajını anlamak ve içselleştirmek için daha çok okunmalıdır.
Ramazan ayı ise azgın nefislerin terbiye edildiği, fakir ve yoksulların doyurulup gözetildiği, sevap ve mükâfatın arttığı, af ve mağfiretin çokça ihsan edildiği kutsal bir aydır. Tutulan oruçları, kılınan vakit ve teravih namazları, okunan hatim ve mukabeleleri, açılan iftar ve sahurları, yapılan dua, tövbe, hamd, zikir ve niyazları ile baştan sona bir feyz, rahmet ve bereket ayıdır. (Nesai, İman, 22, V, 117)
Ramazan ayı çok kârlı bir zaman dilimi ve uhrevi kazanç mevsimidir. Ramazan ayı, iradeleri merhametle eğiten ve özgürleştiren oruç ibadetinin yerine getirildiği, insanî ve ahlaki erdemlerin daha güçlü şekilde yaşanan hayata yansıdığı, sosyal yardımlaşmanın, sevgi ve nimet paylaşımının arttığı müstesna bir zaman dilimidir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), ramazanın önemi hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve mükâfatını Allah’tan bekleyerek ramazanın gecelerini ihya ederse, onun geçmiş günahları bağışlanır.”
Ramazan ayının güzelliği ve bereketi hakkında da Peygamberimiz (s.a.s.), “Ramazanın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Her kim, bu ayda idaresi altında bulunanların iş yükünü hafifletirse, Allah ona mağfiret eder ve cehennem azabından kurtarır.”, “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.” (Buhari, Savm, 5.) buyuruyor.
RAMAZAN VE KADİR GECESİ
Ramazandan söz edip de kadir gecesi’nden bahsetmemek mümkün değildir. Kadr, kadir ve kıymet demektir. Bu gece kıymetini Kur’an’ın indirilmesinden almaktadır. Bu gecede Kur’an indirildiği için, bütün kâinatin yaratıcısı tarafından bin aydan daha hayırlı olarak kıymetlendirilmiştir.(Kadir, 3.) Bütün mekânların en değerli ve önemli mekânı Kâbe olduğu gibi bütün zamanların en kıymetlisi de Kadir Gecesi olmuştur. Yüce Allah Kadir suresinde bu gerçeği şöyle ifade etmektedir: “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gecede, Rabbinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, ta fecrin doğuşuna kadar esenlik doludur.” (Kadir, 1-5.)
Ramazan, ibadetlerin doruk noktasına ulaştığı kutlu bir süreçtir. İbadetlerden maksat Allah’ı anmaktır. Allah’ı anmanın en güzel yollarından biri Kur’an-ı Kerim okumak ve namaz kılmaktır. Yüce Allah, “Beni anmak için namaz kıl.” (Taha, 14.) buyurmuştur. Namaz kılan kimse hem Kur’an okumuş hem de Allah’ı tekbir, tesbih ve dua ile anmış olur. Yani her türlü zikir namazda toplanmış, bir araya gelmiştir.
RAMAZAN VE ORUÇ
Ramazan ayı, aynı zamanda oruç ayıdır. Bu aya erişenlerin oruç tutmaları emredilmiştir. “…Öyle ise sizden ramazan ayına yetişenler onu oruçla geçirsin. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara, 185.)
Oruç’un Arapçası savm ve sıyamdır. Arapçada savm kelimesi, “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek” (İbn Manzur, Ebi’l-Fadl Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanü’l-Arab, Daru’s-Sadr, Beyrut, 1410/1990; XII, 350-351.) anlamına gelmektedir.
Fıkıh terimi olarak ise, imsak vaktinden iftar vaktine kadar, bir amaç uğruna ve bilinçli olarak yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir. Tarifteki imsak vakti, oruç yasaklarından (yeme içme ve cinsel ilişki) uzak durma vaktinin başlangıcını ima eder. İmsak vakti, tan yerinin ağarması (fecr-i sâdık) vakti olup, bu andan itibaren yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda sahurun sona erip orucun başlaması vaktidir.
Yine tarifteki iftar vakti ise, oruç yasaklarının sona erdiği güneşin batma vaktidir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti de girmiş olur. Gündüz ve gecenin tam manasıyla teşekkül etmediği bölgelerde oruç süresi, buralara en yakın, vakitlerin oluştuğu bölgelere göre belirlenir.
Kur’an-ı Kerim’de orucun başlangıç ve bitiş vakti, mecazi bir anlatımla şöyle belirtilmiştir: “...Fecrin beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilecek hâle gelinceye kadar yiyip içiniz; sonra akşama kadar orucu tamamlayın...” (Bakara, 187.)
Oruç, Hz. Peygamber’in hicretinden bir buçuk sene sonra şaban ayının onuncu günü farz kılınmış olup, İslam’ın beş şartından biridir.
Orucun farz kılındığını bildiren ayetler şunlardır:
“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Oruç sayılı günlerdedir. İçinizden hasta veya yolculukta olanlar başka günlerde tutabilirler. Hasta veya yolcu olmadığı halde oruç tutmakta zorlananlar ise bir fakir duyumluğu fidye vermelidir. Daha fazlasını veren, kendine daha fazla iyilik etmiş olur; fakat yine de, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 183-184.)
Oruç, riya ve gösterişin en az karışacağı bir ibadet olduğundan, sevabı en fazla olan ibadetlerden biri olarak kabul edilmiştir. Peygamberimizden rivayet edildiğine göre, orucun bu niteliğine ilişkin olarak yüce Allah; “Oruç benim içindir; onun karşılığını ben vereceğim.” (Buharî, Savm, 2, 9; Müslim, Sıyâm, 30.) buyurmuştur.
Sonsuz güzellikleri ile manevi hayatımızı kuşatan bu rahmet ve oruç ayında, öksüz ve yetimler sevindirilmeli, hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç olanların yardımına koşulmalı, en önemlisi de israf, gösteriş ve debdebe kokan iftar davetleri yerine, yoksul ve muhtaçların da katıldığı iftar sofraları tercih edilmelidir. Allah’a bu güzel ve bereketli anları yaşattığı için sayısızca şükredilmelidir.
RAMAZAN VE AHLAKİ ERDEMLER
Öbür taraftan yine bu ayda ahlaki erdem niteliğini taşıyan davranışlar edinilmeli, bunlar yaşam boyu mümin bireyin ayrılmaz edinimleri haline getirilmelidir.
Bu ahlaki edinimlerin başında insanlara tebessüm ve teşekkür etmek gelmektedir. Bilindiği gibi tebessüm etmek, insanlara gülümsemek sadaka statüsündedir. Gülümsemenin sadaka olduğunu Rasulüllah (s.a.s.) şu sözleriyle bütün insanlığa duyurmuştur: “(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.” (Tirmizi, Birr, 36.)
Teşekkür etmek de insanî ve ahlakî bir davranıştır ve İslam bu davranış biçimine büyük bir değer atfetmiştir. Bu cümleden olarak Allah elçisi Hz. Muhammed (s.a.s.) “Halka teşekkürde bulunmayan Allah’a da şükretmez.” (Tirmizi, Birr, 35.) buyurarak teşekkürün dindeki konum ve önemine dikkatlerimizi çekmiştir. Öbür taraftan “Kim, kendisine yapılan bir iyiliğe karşı, bunu yapana: “Cezakellahu hayran (Allah sana hayırlı mükâfat versin!) derse teşekkürü en mükemmel bir şekilde yapmış olur.” (Tirmizi, Birr, 86.) buyurarak insanların kendilerine yönelik bütün iyi davranışlara teşekkür etmeleri gereğini ortaya koymuş olmaktadır.
Ne mutlu iradeleri merhametle eğiten ve özgürleştiren oruç ibadetlerini Allah rızası için yapanlara, ramazanı paylaşma iklimine çevirenlere ve kutlu mükâfatlarına ulaşanlara...
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Ağustos 2010 sayısında yayınlanmış, gazetemiz sitesinde Kuran Yılı dolayısıyla bilgilendirme amacıyla kullanılmıştır.