~~ANKARA (İHA) - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Devlet halkını, vatandaşını, vatandaşının taleplerini bir tehdit olarak görüyorsa, kendisini vatandaşına karşı korunaklı hale getiriyorsa işte o devlet zalim bir devlete dönüşür ve zayıflamaktan, çürümekten, yıkılıp gitmekten başka bir seçeneği de kalmaz” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, JW Marriott Otel’de düzenlenen 2. Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumu’na katıldı. Sempozyumun açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki gün sürecek olan Ombudsmanlık Sempozyumu’nun Türkiye’de iki yıllık bir geçmişi olan kamu başdenetçiliği uygulamasına güç vermesine, çalışmalarına ışık tutmasını yürekten arzuladığını ifade etti. Türkiye’de Kamu Denetçiliği Kurumu’nu 2012 yılında çıkardıkları bir kanun ile ihdas ettiklerini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, aradan geçen iki yılı aşkın bir süre içinde kurumun yapılanmasını tamamlandığını ve mevzuatları hazırlayarak çalışmalarına başladığını sözlerine ekledi.
“11 BİN 580 ADET BAŞVURUDA BULUNULDU”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2013-2014 yılları içinde Kamu Denetçiliği Kurumu’na 11 bin 580 başvuruda bulunulduğuna dikkat çekti. Başvurulan incelendiğini ve neticelendirilmiş olmasından büyük memnuniyet duyduğunu ifade eden Erdoğan, “Kamu Denetçiliği Kurumu’nun yapılan başvurularla ilgili verdiği tavsiye kararlarına uyma oranı 2014 yılında yüzde 30 olarak gerçekleşti. Bu oran yeni bir kurum için umut verici olmakla beraber çok daha yüksek olması hepimizin arzusudur. İnşallah hükümetimizin ve Meclis’imizin de desteği ile bu oranın önümüzdeki yıllarda çok daha yükselmesini arzu ediyoruz” diye konuştu.
“2002 YILINDAN İTİBAREN TÜRKİYE’DE DEMOKRATİKLEŞME ADINA TARİHİ ADIMLAR ATILDI”
2002 yılının sonundan itibaren Türkiye’de demokratikleşme, insan hak ve özgürlüklerini güçlendirme adına tarihi adımlar atıldığını vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kamu Denetçiliği Kurumu’nun kurulması atılan bu adımlar içinde önemli bir yer tutuyor. Aynı şekilde 2010 yılında gerçekleştirdiğimiz Anayasa değişikliğinin ardından Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının getirilmiş olması da bireyin haklarını savunmak adına devrim niteliğinde bir önem, bir anlam taşıyor. Esasen bireyin idareye karşı haklarını savunma mekanizması gerek Anayasa Mahkemesi’ne başvuru hakkıyla, gerek Kamu Denetçiliği Kurumu’yla öze dönüşten kökleriyle yeniden kucaklaşmadan başka bir şey değildir” dedi.
“YIKILIP GİTMEKTEN BAŞKA BİR SEÇENEĞİ KALMAZ”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ombudsmanlığın 18. yüzyılda bu topraklardan çıkmış Avrupa’ya yayılmış bir uygulama olduğunu belirterek, “Bizim yüzyıllara sari devlet ve idare geleneğimizde birey, devlet ve idare karşısında hiçbir zaman yalnız olmamıştır. Çaresiz ve savunmasız bırakılmamıştır. Türk devletleri olan Memlükler, Selçuklulara baktığınızda orada ‘Divani Mezalim’ gibi kurumların olduğunu görürsünüz. Kimi zaman bizzat sultanlar camilere gidip, namazın ardından vatandaşın dertlerini dinliyorlardı. Vatandaşın bir memurdan şikayeti varsa bunu çeşitli vasıtalarla ya da doğrudan sultana kadar iletebiliyordu. Osmanlı Devleti’nde Divan-ı Hümayun, Kazaskerlik, Şeyhülislamlık, Kadılık gibi makamlar halkın şikayetlerini dinliyor, devletin ve iradenin halka zulmetmesinin önüne geçiyorlardı. Bir temel ilke Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye verdiği o meşhur nasihattir; ‘insanı yaşat ki, devlet yaşasın.’ Yani devlet öncelikli bir yapı asla yok. İnsan öncelikli bir yapı sözkonusu. Düşünün ki o dönemde İstanbul Afrika’nın içlerine kadar, Yemen’e kadar hükmediyor, oradaki halkın huzur içinde, adalet içinde yaşamasını işte bu anlayışla temin edebiliyordu. Yerelde kadılıktan başlayarak İstanbul’daki sultana uzanan o idare zinciri bozuluncaya kadar çok geniş bir coğrafya içinde adaleti tesis etmek, temin etmekte mümkün olabilmişti. Devlet ile birey arasındaki mesafe açıldıkça ne yazık ki hem birey zayıfladı hem de devlet zayıfladı. Devlet halkını, vatandaşını, kendisini var, kendisinin yegane sahibi olarak görüyorsa o devlet adildir. O devlet şefkatlidir, merhametlidir. Ama devlet halkını, vatandaşını, vatandaşının taleplerini bir tehdit olarak görüyorsa, kendisini vatandaşına karşı korunaklı hale getiriyorsa işte o devlet zalim bir devlete dönüşür ve zayıflamaktan, çürümekten, yıkılıp gitmekten başka bir seçeneği de kalmaz” şeklinde konuştu.
“BİZİM TARİHİMİZDE VATANDAŞI FORMATLAMAK, TEK TİP BİR BİREY OLUŞTURMAK GİBİ BİR SİYASETİN OLMADIĞINI GÖRÜRSÜNÜZ”
Osmanlı Devleti’ni 6 asır boyunca dünyanın en güçlü devleti haline getiren temel özelliğin halkına karşı adaletli davranması olduğuna dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Selçuklu’yu asırlar boyunca bu coğrafyanın güçlü bir devleti haline getiren unsur, asırlar boyunca halkıyla kurduğu irtibattır. Selçuklu’da, Osmanlı’da halk ile arasındaki irtibatı kopardığı ya da zayıflattığı dönemlerde gerilemeye başlamış ve tarih sahnesinden silinmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti hem adil ve güçlü bir devlet hem de uzun soluklu bir devlet olacaksa tarihindeki bu büyük tecrübeleri kullanarak, tahindeki bu zengin mirası tevarüs ederek bunu sağlayabilir. Ancak o zaman bunu başarabilir. Onun için ümitsiz olmaya asla gerek yok. Bizim tarih içinde kurulmuş devletlerimize baktığınızda hiçbirinde vatandaşı şekillendirmek, formatlamak, tek tip bir birey oluşturmak gibi bir siyasetin olmadığını görürsünüz. Kıyafet dayatması yoktur, dil dayatması yoktur, kültür dayatması, etnik köken, din, mezhep dayatması yoktur. Saraybosna’dan Batum’a, Kırım’dan Sana’ya, Bağdat’tan Cezayir’e kadar çok geniş bir coğrafya içinde dinler, diller, mezhepler, kültür ve gelenekler tam bir özgürlük içinde varlıklarını idame ettirmişler. Devlet ve idare halk üzerinde ceberut, baskıcı, zalim bir yapı değil tam aksine kucaklayan, merhametli, şefkatli, dinleyen ve saygı duyan bir yapı olmuştur. Bu sayede adil, bu sayede uzun özürlü olmuştur.”
“HİÇBİR DEVLETİN YASAKLAMALARLA, KISITLAMALARLA VARABİLECEĞİ BİR HEDEF YOKTUR”
Başbakanlığı döneminde yapılan reformları da anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, dinler üzerindeki baskıları, kısıtlamaları kaldırmaya çalıştıklarında bundan devletin zarar göreceğinin ifade edildiğini dile getirdi. Kıyafetler üzerindeki, özellikle başörtüsü üzerindeki baskı ve yasakları kaldırdıklarında bundan ülkenin zarar göreceğinin ifade edildiğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Şarkıların, türkülerin, kelimelerin, kavramların, hatta kalem ve klavyelerin üzerindeki baskıyı kaldırdıklarında Türkiye’nin zayıflayacağı, bölüneceği, parçalanacağı iddia ediliyor. 12 yıl içerisinde tüm iddiaların, tüm karamsar senaryoların tam tersi gerçekleşti. Bireyin hak ve özgürlükleri genişledikçe devlet güçlendi. Hak ve özgürlükler güçlendikçe devlet kadar ekonomi güçlendi, siyaset güçlendi. Kaldırılan her bir yasak, her bir kısıtlama hem bireyi güçlendirdi hem de iddia edilenin tersine devleti güçlendirdi. Milleti güçlendirdi, ülkeyi güçlendirdi. Hiçbir devletin yasaklamalarla, kısıtlamalarla, özellikle de korkularla varabileceği bir hedef yoktur. Bireyi, halkını, vatandaşını kendisi için bir tehdit olarak gören devletin adil olma imkanı ve ihtimali asla yoktur. İşte onun için Türkiye daha güçlü, daha adil, daha huzurlu bir ülke olmak adına tüm anlamsız yasak ve kısıtlamalardan kurtulmayı, demokrasiyi daha ileri standartlara kavuşturmayı, hak ve özgürlükleri daha da genişletmeyi sarsılmaz bir hedef olarak muhafaza edecektir” ifadelerini kullandı.
‘O BATILI SİYASETÇİLERE SORUYORUM’
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Suriye’de kimyasal silahlarla, konvansiyonel silahlarla, varil bombalarıyla 300 bin insanı katledilmesine susacaksın, hatta bu insanlık dışı katliama destek vereceksin ondan sonra Kobani deyip sağı, solu yakacaksın, cinayet işleyeceksin. Ya Kobani için bu kadar dertlisin de Kobani’nin dışındaki şehirler için niçin senin en ufak bir derdin yok. Kaldı ki Kobani’de şuanda kimse yok. Kobanili olanların hepsini zaten biz aldık, ev sahipliği yapıyoruz” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, JW Marriott Otel’de düzenlenen 2. Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumu’na katıldı.
Sempozyumun açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, devlet ile birey arasındaki mesafeleri kaldırmak konusunda Türkiye’nin kararlılığı asla sarsılmayacağını söyledi.
“ÖZGÜRLÜK NE KADAR HAKSA GÜVENLİKTE O KADAR HAKTIR”
Türkiye’nin ileri demokratik standartlara kavuşma, hak ve özgürlükleri genişletme konusunda reform kararlılığı asla geriye gitmeyeceğini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Birey için özgürlük ne kadar haksa güvenlikte o kadar haktır. Özgürlüğün olmadığı yerde güvenlik olmaz. Güvenliğin olmadığı yerde de özgürlük olmaz. Bu ikinin çok hassas bir dengede muhafaza edilmesi gerektiğini hepimiz biliyoruz. Eğer güvenlik öne çıkarsa özgürlük kısıtlanır. Eğer özgürlük başkasının özgürlük alanını ihlal edecek şekilde yorumlanırsa o zaman da güvenlik sarsılır. Adeta bıçak sırtında yürürcesine özgürlük ve güvenlik dengesini muhafaza etmek, teraziyi tam dengede tutmak zorundayız” dedi.
“YILMADAN, KARARLIKTAN TAVİZ VERMEDEN REFORMLARIMIZI YAPTIK”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hiçbir zaman en mükemmel seviyede, en ideal noktada olduklarını iddia etmediklerini ifade etti. Böyle bir iddia içinde olmaları durumunda bunun kendilerini ciddi bir yanılgıya sevk edeceğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:
“Ancak özellikle Batılı dostlarımızın şunu bilmesini isterim, Türkiye bütün bu kararlı reformlarını zor bir coğrafyada, yoğun bir terör saldırılarına ve içeride değişime karşı yoğun dirence rağmen gerçekleştiren bir ülkedir. Farklı dil ve lehçeler üzerindeki kısıtlamaları kaldırırken karşılaştığımız direnci herkes gördü ve yaşadı. Irkçı siyasete karşı mücadele verdik. Statüko partilere karşı mücadele verdik. Korkulara karşı, ön yargılara karşı mücadele verdik. Bütün bunlara ek olarak özgürlüklerin genişleşmesinden rahatsız olan terör örgütüne ve onun uzantısı siyasi partiye karşı mücadele verdik. Bu kadar dirence rağmen vazgeçmeden, yılmadan, kararlılıktan taviz vermeden reformlarımızı yaptık.
“BU VANDALLIĞA, BU ŞİDDETE GÖSTERİ HAKKI, GÖSTERİ HAKKI, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜMÜ DİYECEĞİZ?”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, doğu ve güneydoğu illerinde, büyükşehirlerde yaşanan hadiseleri herkesin gördüğünü ve bazı siyasi partilerin taraftarlarını Suriye’deki Kobani’ye yönelik terör saldırılarına karşı sokağa çağırdıklarını hatırlattı. Basın açıklaması yapmanın, gösteri yapmanın, protesto etmenin, fikirleri özgürce ifade etmenin demokratik hak olduğuna dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Birkaç gün içinde 42 insan gösterilerde hayatını kaybetti. Üstelik hayatını kaybedenler bizzat göstericilerin insanlık dışı saldırıları neticesinde katledildiler. Binlerce işyeri yakıldı, yağmalandı. Kamuya ve sivillere ait yüzlerde araç kullanamaz hale geldi. Kamuya ve sivillere ait onlarca bina yakıldı, kullanılamaz hale getirildi. Daha da ileriye gidildi Bingöl’de 2 polisimiz şehit edildi onlarca polisimiz olaylarda yaralandı. Şimdi biz bunlara demokratik hak mı diyeceğiz? Bu vandallığa, bu şiddete gösteri hakkı, gösteri hakkı, ifade özgürlüğümü diyeceğiz? Dünyanın neresinde böyle bir hak böyle bir özgürlük var. Ben batıyı bilen birisiyim. Batının neresinde ne olduğunu, güvenlik güçlerinin orada nasıl bir güç kullanımı içerisinde olduğunu gayet iyi bilen birisiyim. Orada bunlar normal karşılanırken benim ülkemde bu noktada güvenlik güçlerim bir adım attığı zaman bunun değerlendirmesini yapanlar adil davranmalıdır diye düşünüyorum. Bizi kıyasıya eleştiren o uluslararası medyaya, o batılı siyasetçilere soruyorum, kendi ülkelerinde böyle bir vandallığa, böyle bir yağmacılığa, insan hayatına kasteden bu türden şiddete demokratik hak diye bilirler mi? Özgürlük diye bilirler mi? Türkiye söz konusu olduğunda çok bariz bir çifte standardın devreye girdiğini görüyoruz” diye konuştu.
Sempozyumda internet ve sosyal medyanın gündeme geldiğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, Eylül ayında BM Genel Kurulu’nda özel bir toplantının yapıldığını, bu toplantıda IŞİD’in son dönemde attığı adımların değerlendirmesinin yapıldığını ve IŞİD’in twitter ve interneti çok iyi kullandığının gündeme geldiğini ifade etti.
“İSRAİL’İN GAZZE SALDIRILARI SIRASINDA KATLETTİĞİ 16 GAZETECİ BAKIYORSUNUZ HİÇ GÜNDEME GELMİYOR”
Buna karşı bazı tedbirlerin alınmasının gereğinin toplantıda gündeme geldiğini sözlerine ekleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:
“Sosyal medyada özellikle gerek internet, gerek twitter, gerek facebook bütün bunlar değerlendirirken bunu tek taraflı görmek çok yanlış olur. Bunu ele iyi almak lazım. Ben bunu her zaman şuna benzetirim, ‘Bir katilin elinde bıçak var, birde doktorun elinde neşter var. Dokturun elindeki neşter hayat kurtarır ama katilin elinde bıçak insan hayatına kasteder ve öldürür.’ Şimdi bunu birbirinden ayırmamız lazım. Biz neşterden mi yanayız yoksa katilin elindeki bıçaktan mı yanayız? Eğer bunu iyi ayırt edemezsek bunun bedelini işte aynen IŞİD’in elindeki bıçaklar gibi görürüz. Dolayısıyla bütün bunlar yüzlerce örneği var. Mesela twitterdan tehdit mesajları yayınlayanların, bombalı saldırı şakası yapanların, başka ülkelerde nasıl sınır dışı edildiklerini kimi hesapların nasıl kapandığını hepimiz biliyoruz. Bunları bir görmemiz olmamız lazım. Türkiye’de adres vererek, ‘Şu bakanın ev adresi şudur. Gidin basalım diyerek’ tehditler yapılınca buna karşı tedbirler alınınca hem içeride hem dışarıda örgütlü bir karalama kampanyasına dönüşe biliyor. Bir süredir içeride maalesef bazı siyasiler hemde üst düzeyde ne yazık ki dışarıda bir kısım uluslararası medyaya Türkiye’de basın özgürlüğü yok diyerek Türkiye’yi tüm dünyada acımasızca eleştiriyorlar. Türkiye gazetecilik faaliyeti dışında cinayetten, terörden, hırsızlıktan mahkum olanlar nedeniyle sınırsız eleştirilirken İsrail’in Gazze saldırıları sırasında katlettiği 16 gazeteci bakıyorsunuz hiç gündeme gelmiyor. Hiç duydunuz mu? Ben duymadım, okumadım. Gazze saldırıları sırasında mahalle baskısına maruz kalan, sürülen, işinden atılan gazeteciler hiç gündem yapılmıyor. Kusura bakmayın, burada ben şu tespiti yapmak durumundayım. Geçen yıl Gezi olayları sırasında yaralanan ve sonrasında maalesef hayatını kaybeden üzülerek ifade ediyorum, ‘ölü bedeni üzerinden hertürlü aşağılık saldırıya maruz kaldık.´ Bir çocuğun talihsiz ölümünü reklam aracı yapacak kadar, muhalefet aracı yapacak kadar, istismar aracı yapacak kadar alçaldılar. Günlerce manşetlerle, sokak olaylarla, içerisinden ve dışarıdan kampanyalarla bize akla, edebe sığmayacak saldırılar yaptılar. Okyanus ötesinden ölen çocuğun mezhebine de vurgu yaparak timsah gözyaşlarıyla taziyeler yayınladılar. Ancak bu gösteriler sırasında ateşli silahla kasten öldürülen Burak hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Hiç kimsenin vicdanına dokunmadı.”
Diyarbakır’da öldürülen üç gencin malum çevrelerin ilgi alanlarına hiç girmediğine dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kurban Bayramı’nda yoksullara yardım dağıtma peşinde olan 16 ila 26 yaşları arasında gençlerin vahşice katledildiğini kaydetti.
“KOBANİ İÇİN BU KADAR DERTLİSİNDE KOBANİN DIŞINDAKİ ŞEHİRLER İÇİN NİYE DEĞİLSİN”
Gençlerin silahlarla, bıçaklarla saldırıya uğradığını, sığındıkları binanın üçüncü katında işkence gördüklerini ve bu kattan aşağı atıldıklarını sözlerine ekleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Yetmedi bunlardan birinin üzerinden arabayla geçtiler, diğerinin başını taşlarla ezdiler. Bu vahşice katledilenler insan değil mi? Bunlar çocuk değil mi? Genç değil mi? İstanbul’da talihsizce ölen çocuk için sahte, yalan ifadelerler, ‘Ekmek almaya gidiyordu’ halbuki hiç alakası yok. Maalesef terör örgütünün maşası olmuş durumdaydı. Bu tür hikayeler tasarladılar. O reklamcılar nerede. Sokaklara çıkan gösteriler yapan sözüm ona vicdan sahipleri nerede. Günlerce manşetlerinden sahte, vicdan gösterileri yapanlar hani neredeler. O çocuğu siyasi bir istismar aracı yapanlar neredeler. Okyanus ötelerinden taziye yayınlayan, timsah gözyaşları döken, burada sokak olaylarına benzin dökmeye çalışanlar neredeler. Suriye’de kimyasal silahlarla, konvansiyonel silahlarla, varil bombalarıyla 300 bin insanı katledilmesine susacaksın, hatta bu insanlık dışı katliama destek vereceksin ondan sonra Kobani deyip sağı, solu yakacaksın, cinayet işleyeceksin. Ya Kobani için bu kadar dertlisin de Kobani’nin dışındaki şehirler için niçin senin en ufak bir derdin yok. Kaldı ki Kobani’de şuanda kimse yok. Kobanili olanların hepsini zaten biz aldık, ev sahipliği yapıyoruz. 200 bin Kobani’den Kabanili Kürt şuanda bizim ülkemizde. Şuanda ABD’nin bölgede yapmış olduğu son hava operasyonları aslında oradaki Kürtlerle ilgili değil orada IŞİD’in kuşatmalarıyla alakalı bir konu ve Kobani eğer stratejikse bizim için stratejik. ABD için stratejik değil. Bizim burada alacağımız tedbirler önem arz ediyor. Bunun üzerinde hassasiyetle durmamız lazım. Fakat 300 bin insan Suriye’de öldü. Burada bir tavır var mı, yok. Kimyasal silahlarla ölen insanların sayısı bin 500- bin 600 ama konvansiyonel silahlarla ölen insanların sayısı 300 bin. Siz konvansiyonel silahlarla ölen insanların sayısını göz ardı ediyorsunuz. Bin 500, bin 600 kimyasal silahlarla ölenlerin gündeminize alıyorsunuz. Bunun ne mantıkla ne hukuk mantığıyla ne vicdanla alakası olamaz. Benim için neticesi ölüm olan her şey suçtur. Biz bunu değerlendirmemiz lazım. Orada ister kimyasal silah kullansın isterse konvansiyonel silah kullansın. İnsan öldü mü öldü. Bunun bedeli olmalıdır ve bunların hiçbirisi özgürlük değildir. Bunlar bir defa demokratik hakka değildir” diye konuştu.
“TÜRKİYE’NİN 90’LI YILLARA DÖNMESİNE MÜSAADE ETMEYİZ”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, çifte standarda, şımarıklığa, şiddete kim nederse desin boyun eğmeyeceklerini söyledi. Meclis’in şuanda yeni güvenlik tedbirlerini yasalaştırmaya hazırlandığını belirten Erdoğan, “Bakıyorsunuz içeride, dışarıda o malum koro yine algı operasyonu peşinde. ABD’, Avrupa Birliği ülkelerinde bu tür olaylar karşısında ne tür güvenlik tedbirleri alınıyor bizde aynısı alıyoruz. Yüzüne maske takıp, eline molotof alıp sivillere saldıran,sivillerin başını taşla ezerek katleden bir anlayış dünyanın hiçbir yerinde özgürlük kavramının, demokratik hak kavramının arkasına saklanamaz. Şu uluslararası gazete bunu yazmış, bu uluslararası örgüt şunu söylemiş, bu çifte standarda biz boyun eğmeyiz. Burada da açık açık ifade ediyorum; ülke olarak her türlü yapıcı eleştiriye açığız. Her türlü tavsiyeye, her türlü dostça uyarıya açığız ancak çifte standartla tamamen haksız bir şekilde Türkiye’nin iç ve dış politikasını şekillendirmeye yönelik karanlık operasyonlara eyvallah demedik, bundan sonrada demeyiz. Devlet eğer sokaktaki, evdeki, otobüsteki vatandaşının can güvenliğini temin edemiyorsa özel ve kamu mülkünü koruyamıyorsa o ülkede özgürlükte olmaz, demokrasi de olmaz. Hem güvenliği temin edeceğiz hemde bu sayede demokratik standartlara daha ileri seviyelere taşıyacağız. Burada tekrar ediyorum; Türkiye’nin 90’lı yıllara dönmesine, güvenlikçi politikaların öne çıkmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Polisimize, askerimize, bireyin hakkını ihlal edecek yetkiler şüphesiz ki vermeyiz. Verilen yetkileri aşmasına kötüye kullanmasına asla müsaade etmeyiz. İşte kamu denetçiliği de zaten bunun için var. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı bunun için var” şeklinde konuştu.
(TB-ÖK-Y)