“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım
-Boğamazsın ki.
Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam.
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir aşıkım istiklâle
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle
Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum.
Kesilir belki, fakat çekmeğe gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...”
Mehmet Âkif’in şahsiyet özelliklerini bu ve benzer şiirlerinden çıkarmak mümkündür. O, yazdığını yaşayan, yaşadığını yazan bir insandır. Dimağı ile kalbi, ilmiyle imanı, sözüyle hareketi arasında hiçbir çelişki yoktur.
Kendisini yakından tanıyanların ifadelerinden ve şiirlerinden çıkan sonuca göre şair, düşünür, iman ve aksiyon adamı olan Mehmet Âkif, bütün bu sıfatların ötesinde ve her şeyden önce eşine az rastlanan önder ve örnek bir ahlâk adamıdır. Zaten, onun tesir gücünü, milletin kalbinde öylesine özel bir yer bulmasını, bugüne kadar unutulmamasını, çok sevilip sayılmasını başka türlü açıklamak da mümkün değildir. Safahat’ı ve diğer eserlerini okurken onun şahsiyet ve karakterini oluşturan bu ahlâk ilkelerini sürekli görmek mümkündür. Bu bakımdan onun eserlerine bir ahlakçının eserleri gözüyle de bakmak gerekir.
Mehmet Âkif’in ahlâki tutumuna esas teşkil eden ilkeler dini ahlâk prensipleridir. O inandığı ve yürekten bağlandığı dinin bu anlamda müşahhas bir temsilcisi olmuştur. Bu din, neyi iyi ve güzel bulmuşsa Âkif, onu hayatında uygulamaya çalışmış, neyi yasaklamış ve kötü görmüşse ondan samimiyetle kaçınmıştır. Dolayısıyla Âkif’in ahlâk dünyasında da aynı kavramlar egemen olmuştur.
Bir tarafta; dindarlık, doğruluk, vefakarlık, samimiyet, adalet, hürriyet, eşitlik, yurtseverlik, paylaşma, mütevazilik… gibi müsbet ahlak ilkeleri; bir tarafta, kaçınılması gereken; riyakarlık, münafıklık , korkaklık, dalkavukluk, tembellik, zulüm, kibir, haksızlık gibi kaçınılması gereken ve dinen de kötülenen ve yasaklanan huylar… Âkif, emredilenleri, iyi ve güzel olarak belirtilenleri samimiyetle yapmış, yine aynı şekilde yasaklananlardan uzak durmuştur.
Âkif’i yakından tanıyanlar onun şahsiyetine ilişkin olarak önce dürüstlüğünü belirtirler. O, her yerde ve her konuda dürüst bir insandır. İnancında, yaşayışında, sözünde ve eyleminde dürüstlük onun en belirgin özelliğidir. Bu özelliği dolayısıyla şahsiyeti, fikirleri, eserleri ve yaşayışı arasında asla bir çelişki ve uyumsuzluk yoktur. Onun inandırıcılığı ve tesiri de büyük ölçüde bu vasfından ileri gelmektedir.
Âkif, dürüst bir mümin kimliğinin gereği olarak samimi, riyasız bir insandır. Ne yazdı ise duyarak yazmış, ne söyledi ise duyarak söylemiş, inandıklarını yapmış ve yaşamış, inanmadıklarına asla iltifat etmemiş bir insandır. Hep doğrudur ve doğruluktan yanadır. Öyle ki, bu özelliğini bizzat kendisi Safahat’ında şöyle açıklar:
“Şudur cihanda en beğendiğim meslek
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek...”
Bu dürüstlük hem hayatının hem eserinin en önemli özelliği olmuş, bilhassa bu yönüyle dost düşman herkesi kendisine hayran bırakmıştır. Öyle ki, onunla aynı kanaatleri taşımayanlar bile bu yönünü hem de hayranlık duyarak kabule mecbur kalmışlar ve onun en karakteristik yönünün “samimiyet”i olduğunu ısrarla belirtme ihtiyacı duymuşlardır.
İnsan sevgisini imanının bir gereği sayar. Özellikle kadınlara, çocuklara ve yoksullara karşı sevgi ve ilgisi çok yoğundur. Hoşgörülüdür. Bu yüzden muhtelif ahlak ve kanaat sahibi pek çok dostu olmuştur. Âkif'in, özellikle dostlarına karşı sevgi ve vefası çok yoğundur. Ölünceye kadar dostlarını hiç unutmamıştır.
Haksızlık tahammül edemediği bir şeydir. Kendi ifadesiyle, zulmü alkışlamayan, zalimi asla sevmeyen” hep mazlumların, mağdurların yanında olan, kuvvet önünde asla eğilmeyen bir adamdır. Kendi aleyhine de olsa zulüm ve adaletsizlik karşısında hemen tavrını belirtir. Nitekim, çalıştığı dairenin müdürünün haksız yere görevden alınması üzerine işinden istifa etmesi bu yönünün tipik bir örneğidir.
Terazisini hep adalet üzere tutan birisidir. Onun hayatında adalet anlayışının büyük bir yeri vardır. Hep haklının yanında haksızın karşısındadır. Zaten bütün Safahat’ı bir bakıma mazlumların sesi ve iniltisi olmuştur. Ama bu, haksızlığa teslimiyet şeklinde cereyan eden bir tavır değildir.
Kötü alışkanlıklardan tamamen uzaktır.
Bu özelliğe sahip oluşunda beden ve ruh sağlığına verdiği önem sanırım tesirli olmuştur. Çünkü gençliğinde sıkı bir beden terbiyesi almıştı. Sportmen bir insandı. Gençliğinde güreş yapmış, ünlü pehlivanlarla bile güreşmişti. Yarışmalara bile katılır; özellikle yüzme, koşma ve atlama müsabakalarında dostlarının anlattıklarına göre hep birinciliği alırdı. Saatlerce kürek çeker, boğazı yüzerek geçerdi. Ömrü boyunca çok mecbur kalmadan otobüse, tramvaya binmeyen Âkif, yürümekten çok hoşlanırdı.
Cömerttir. Elindekini mutlaka başkalarıyla paylaşır. Kimi zaman, odasındaki tek bir kilimi bile kapıya gelen bir yoksula vererek çıplak zeminde oturan, en soğuk kış günlerinde sokakta titreyen birini gördüğünde paltosunu çıkarıp ona giydiren, herhangi bir arkadaşının parasız kaldığını öğrenince hemen kesesini ortaya koyan, dolayısıyla cebinde hiçbir zaman doğru dürüst para olmayan biridir. Ama bu hallerinden o asla şikâyetçi değildir.
İzzeti nefis sahibidir. Zillete asla düşmeyen, izzetini korumak için her şeyi göze alan, bu yüzden ömrü boyunca alnı açık, başı dik yaşamış bir insandır. Boynu kesilir fakat çekmeye asla gelmez. ”Bana tasmalık etmiş değil altın lale” diyen bu adam, ömrü boyunca kibirli insanların karşısında olmuş, hiçbir insanın katlanamayacağı sefaletlere, mahrumiyetle katlanmış, sabırla bunlara direnmiş fakat kimseye minnet etmemiştir. Bu yüzden yine ömrü boyunca menfaatleri için eğilip alçalan, dalkavukluk yapan kimselere nefretle bakmıştır.
Merhamet sahibidir. Halkın sıkıntı ve ıstıraplarına yakından ve samimi bir ilgi gösterir. Seyfi Baba ve Küfe şiiri bu yönü hakkında çarpıcı bilgiler vermektedir. Zaten cömertliği de bu özelliğinin bir neticesi olarak ortaya çıkar. Çünkü merhameti olmayanın cömert olması düşünülemez.
Toplumun derdi onun derdidir. Âkif, hiçbir zaman bir köşeye çekilip duyup düşünen, yazan birisi olmamış, kendisi için değil cemiyet için yaşamış, toplumla hemhal ve hemdert olmuştur. Halkın dert ve ıstıraplarına yürekten alaka gösterir. Sadece kendi ülkesinin insanlarının değil, bütün bir Müslümanlık âleminin hattâ bütün bir insanlığın sıkıntıları onun da sıkıntılarıdır. Safahat, kendi derdini asla hatırına getirmeyen bir adamın insanlık adına yükselttiği çığlığın eseridir. Bundan dolayı hayatını ve kalemini milletine adamış, zamanına göre çok önemli görevlerde bulunmasına rağmen bunların hiç birini asla çıkara, şöhrete tahvil etmemiş, devlet ve ikbal mevziilerinden olabildiğince uzak durmaya gayret etmiştir.
Hayatı boyunca okumaya, öğrenmeye, okutmaya, öğretmeye çalışan Âkif, bilgiye çok önem verir. Hatta bilgiyi ahlaklı olmanın ön şartı sayar. Bilmek ve bildiklerini başkalarına öğretmek onun için çok önemlidir. Bilgisizlik en büyük düşmanıdır. İlmi, aklı kullanmayı bir insanın ve milletin gelişmesi ve güçlenmesi için en temel şart olarak görür. Cahil dindara en az dinsiz kadar düşmandır. Denilebilir ki, o insan ve Müslüman olmayı bilgi ve ahlâk sahibi olma şartına bağlar. Başımıza gelen felaketleri bu iki özellikten yoksun oluşumuzla açıklar.
Mücadeleci bir yapısı vardır. Çalışkanlığı çok sever ve bir ibadet sayar. Azim sahibidir ve başladığı işi muhakkak bitirir. Fakat, bütün bunlar, mücadele de çalışma da ona göre bir gaye için olmalıdır. Kendisi şöyle der: “Gaye uğrunda çalışmak, didinmek ve ölmek... Ah ne güzel meşgale, o ne hoş eğlence, o ne mesut sonuç imiş. "Gayret sahibidir. Asla zorluklardan yılmaz. Üstelik umutludur. Karamsarlığa asla düşmez. Mesela düşmanlar, Ankara’ya yaklaştıklarında başkenti Kayseri’ye taşıyalım diyenlere “Hayır Polatlı’ya…” diyecek kadar umutlu ve çevresine azim ve iman aşılayan bir kimsedir. İstiklal harbi yıllarında köy köy dolaşarak milleti bu mücadeleye çağırmıştır. İstiklale çok önem verir. Bu özelliği de vatan sevgisinin bir neticesidir. Dolayısıyla o, hürriyete çok düşkündür. İstiklali bir millet için her şeyden önemli görür.
Kötü özellikler konusunda son derece tepkici bir tavır içindedir. Yalandan, ikiyüzlülükten, samimiyetsizlikten nefret eder. Dalkavukluktan aşırı nezaket ve yapmacık hareketlerden, gösterişten ve merasimden hoşlanmaz. Menfaatperestleri asla sevmez. Korkaklık nefret ettiği bir huydur. Tembelliği felaketlerimizin temel sebepleri arasında sayar. Döneklik, soysuzluk, kibir en nefret ettiği özelliklerdir. Mithat Cemal, onun nefret ettiği kimi özellikleri şu cümleleriyle anlatır: "Âkif için dört şey çamur kadar pisti: Cimrilik, mevki şımarıklığı, büyüklenme bir de maddi pislik."
İlkeleri konusunda son derece tavizsiz bir tutum içerisindedir. İnançları sözkonusu olduğunda son derece kararlı bir tutum sergiler. Bir karıncayı bile incitmekten kaçınan Âkif, mesele inançları olduğunda tam bir aslan kesilir. Ama bu tavrı din, aile, vatan gibi kutsal kavramlar noktasındadır. Değilse şahsıyla ilgili olanlarda hoşgörülüdür. Bunun dışında hoş sohbettir. Şakacıdır. Sevdiklerine latifeden hoşlanır. Meşru ve nezih eğlencelere katılır. Cemiyetin trajik meselelerinde tam bir kara mizahçıdır. Temizlik ilkelerine son derece önem verir.
Duygularına kolay kapılmaz, soğuk kanlılığını muhafaza eder, çok zorlandığında taşkınlığa kapılıp darılır fakat hatasını anladığında hemen bunu düzeltmeye çalışır ve asla kin beslemez. Yaptığı işi iyi yapan bir insandır.
Hiçbir görüşü, topluluğu bilinçsizce tutmaz. Zaten bütün hayatı boyunca çalışma ve mücadelelerinde daha çok bağımsız kalmış, zaman zaman girdiği topluluklarda asla onların “partizan ve militan” bir üyesi olmamıştır.
Çok azını sayabildiğimiz bütün bu özellikleriyle Âkif’in şahsiyeti en az eseri kadar güzeldir. Dolayısıyla Âkif, bütün zamanların insanları ve özellikle gençleri için şahsiyetiyle de örnek bir insandır.
Not: Bu yazı, Diyanet Avrupa Aylık Dergi Aralık 2010 sayısında yayınlanmıştır