Avni mahlasıyla yazan İstanbul fatihi, ay yüzlü bir dilbere kul olmayı cihan padişahlığına üstün tutar:
Benim sen şah-ı meh-rûya kul olmağiledir fahrım
Geda-yı dilber olmak yeğ cihanın padişahından
İşte görüldüğü gibi hükümran-ı cihanlar bile bir aşk yangınında kalmış bir hükümran-ı kalp için şiirler yazmışlardır. Kalp öyle bir kıvamda yaratılmıştır ki aşk düşmeyegörsün, en katı ve buz tutmuş kanı eritir. Aşk insanın hamuruna katılmıştır. Fıtratındandır. Ama bunun yanında biraz merak çokça da sabırsızlık mayası katılmıştır.
Kalpler ancak Allah’ın elindedir. O istediğini açar ya da kapatır. Bu, insanın elinde olan bir şey değildir. Mesela kış mevsiminde birkaç gün sıcak olunca güller aldanıp açıveriyor. Yalancı bahar olduğunu anlayıp soğukluğu tenlerinde hissedince de açtıkları gibi soluyorlar hemen. Halbuki gülün açma zamanı bahardır. İşte insan da böyledir. Evli bir insanın bile gönlü meyledebilir yasak aşklara. Gönüllerin imtihanı işte bu. Çetin bir sınav. Ama yapılması gereken, iffeti muhafaza etmek ve bu sırrı ifşa etmemek. İşte o zaman bu çetin harpten, bu gönül harbinden muzaffer bir asker edasıyla çıkılabilir. En büyük Sevgili (sav) buyurmuyor mu:
‘Kim âşık olur, bunu hiç kimseye söylemez, iffetini muhafaza eder bu hâl üzere ölürse şehittir.’
Efendiler Efendisi böylece aşkın ayıp bir şey olmadığını, hatta kimseye söylemeyip iffet muhafaza edildiği halde, şehitlik gibi yüce bir makamı müjdeliyor biz acizlere. Sır saklamak aşkı yaşamak kadar önemli.
Sonuç olarak Allah gönüllere böyle bir nimet bahşetmiştir. Ancak olgun ve kâmil insanlar maddi ve dünyevi sevdayı aşmış, aşklarını yüce Mevla’ya yöneltmişlerdir. Tasavvuf deryasına dalmışlar, aşk şarabıyla sarhoş olmuşlardır. Nefsin isteklerini terk etmişler, ve onu Allah ü Zülcelal’e çevirmişlerdir. Artık nefs-i emmarenin kötülüklerinden arınıp, yükselerek nefs-i mutmainne mertebesine çıkan bu kimseler, Allah aşkından başkamasivadan, her şeyden vazgeçmişlerdir. Tıpkı Mecnun’un bir süre sonra Leyla ile bütünleşmesi gibi onun gözüyle bakması, onun kulağıyla duyması, onun diliyle konuşması gibi, marifet ehli olan bu kimseler de Allah ile bütünleştirmişlerdir kendilerini. Hatta kendilerini Hakk’a yaklaştırıp halktan soyutlamışlardır. Yani halk içinde Hak iledir onlar. Ama halk anlayamamıştır onları. İlahi aşkın sarhoşluğuyla “Ene’l hak!” diyen Muhyiddin-i Arabi hazretleri idam edilmiştir. Ve onu kendi zamanında anlayan olmamıştır. Vasiyet ettiği gibi bir padişah, Yavuz Sultan Selim açıklamıştır ne demek istediğini. O, ben hakkım derken, yani ben Haktanım; onun bir parçasıyım, onun bana üflediği ruhtanım demek istemiştir. Bunun dışında Hallac-ı Mansur, Nesimi vs. aynı akıbete uğrayan Hak dostlarıdır.
Şüphesiz ölüm onlar için bir son değil başlangıçtır. Mevlana’nın diliyle şeb-i arus gecesidir; düğün gecesi, âşığın maşuğa kavuşma gecesi.
Ey güzel olan yürekler!
Ey kendisini kirden arındıran yürekler!
Ey sevdasını bir olana sunanlar!
Ey sevdasını kendisine azık edinenler!
Fefirru illellah!
Allah’a kaçın.
Yalancı dünyadan, geçici aşklardan sevdalardan Allah’a kaçın
Zaman sevdaya ulaşmak için kullanılan bir merdivendir buralarda.
Zaman basit olana inat, yavaş yavaş ilerlemekte ve olgunlaştırmakta sevda erlerinin yüreklerini.
Sen de Rabbini an, Rabbine kan, Rabbine dayan!...
Âlemlerin Rabbine emanet olunuz efendim!..