‘ Benim gamze tuvani ki katl-i am kuni
Neüzubillah eğer gamze tamam kuni ‘
(Sevgilinin şöyle güçsüz ve küçücük bir gamze kırıntısı bile âsıklar arasında katliama sebep oldu. Allah korusun ya bir de tamam olsaydı.)
İştahla yemek yerken hatırlayıp sevileni, yemek boğazda düğümlenmiyorsa, derin uykulardan sonra bir daha uyku girmiyorsa gözlere, şen bir mecliste adı anıldığında onun, inziva engin bir boyut kazanmıyorsa, hamasi bir söylevin ortasındaki bir kelime, bir cümle ne dediğini bilmezleştiriyorsa insanı, ne cüret aşktan söz edile!
Canına sevgili isteyen ile, sevgili için can isteyen arasında hayat yolculuğunun ta kendisi gizlidir.
‘Beni candan usandırdı , cefadan yar usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan, muradım şemi yanmaz mı?’
Fuzuli
Mecnun hastalanmış yatağa düşmüş. Doktor iğne yapmak için elinde iğne ile mecnuna gelince, mecnun acı ile yüzünü buruşturmuş.
-“Ey doktor, al paranı ve git, dokunma bana!”
Doktor şaşırmış:
-“Ey mecnun! Sen yıllardır dağlarda çöllerde gezersin,kimsenin dayanamayacağı sıkıntılara katlanırsın da bir iğnenin acısından mı korkarsın?” demiş.
Mecnun:
-“Hayır doktor, ben iğnenin bana vereceği acıdan değil,Leyla benim içime öyle bir işlemiş ki vuracağınız iğne Leylama acı verir diye korkarım.”
‘Güllü diba giydin amma korkarım ki azar
Nazenimin sâye-i hârı gül-i diba seni’
(Güllü elbise giydin; ama o elbisenin güllerinin dikenleri sana zarar verir diye korkarım)
Mecnun zindana düştüğünde Leyla ona her sabah bir tas taze süt getirirmiş. Fakat zindancı Leyla’nın gönderdiği sütü mecnuna ulaştırmak yerine kendisi içermiş. Bir zaman sonra Leyla bunun farkına varmış. Zindancıya bunu söylerse mecnuna işkence eder diye korkmuş., Sabah yine bir tas süt almış. Zindancıya varıp; tası uzatmış:
-“zindancı! Bu süte zehir kattım, mecnuna söyle içsin!” demiş.
Zindancı şaşkınlıkla tası almış ve zehirli olduğu için içmeyi düşünmemiş. Mecnuna götürmüş ve:
-“Mecnun, bunu sana Leyla gönderdi. İçine zehir kattım, içsin dedi.” demiş.
Mecnun tası almış ve hiç düşünmeden başına dikmiş, içmiş bitirmiş. Zindancı öne atılmış hemen:
-“Ne yaptın sen? Süt zehirliydi” demiş.
Mecnun:
-“Fark etmez yardan ne gelse nimettir” demiş.
Hangisinin aşkı diğerinden üstündü. Kays, evet aklını yitirmişti. Adı mecnuna çılgına dönmüştü; ama dünyaya ün salmıştı. Bir delilik idi ki onunkisi binlerce akıllılığa bedel. Çıldırmıştı; ama çağlar boyu bütün akıllılar bu çılgınlığı kıskandı. Öte yanda Leyla vardı. Aşkını anlatmaya törenin engel olduğu, sevdiğini söylemeyi ar edinmiş geleneğin tutsağı. Mecnun aşkını söyleyebiliyordu. Ama Leyla’nınki tam yüreğinde gizli kalmıştı. Aşkını gizli tutan âşık, elbette açıklayandan üstündü. Hem aşk öte yandan sır demek değil miydi?
Söylersem aşkım biter, söylemezsem aşkım beni bitirir…
Gecenin çöl uğultularını dinledi mecnun. O uğultulara kulak vererek düşündü durdu karanlıklarda.
Leyla’nın siyah saçlarını, yanağındaki siyah benini düşündü. İçine düştüğü ve çıkamadığı siyah gözlerini… Göklerine yıldızların üşüştüğü çöl gecesi gözlerini…
Ah … Leyla ne kadar masumsun, ne kadar asil.
Leyla ne kadar mahcup, ne kadar temiz. Gözlerinin içi gülüyor Leyla’nın. Leyla güldü mü dünya gülüyor. Leyla’yı hayal etmek bile ne kadar dayanılmaz bir hâl.
‘Ehl-i temkinem beni benzetme ey gül bülbüle!
Derde sabrı yok anın, her lahza bir feryadı var.’
( Gülüm beni bülbülle karıştırma sakın. Ben temkinli bir âşığım.onun ise derde sabrı yok,her an feryat ediyor.)
Sonsuzluğu fısıldayan çöl ve gökyüzü altında insan ne kadar da yalnız. İşte her şeyi örten gece, insana kalbini açıyor. Gecenin asude genişliğinde mecnun ve derdi var. Mecnun inledi:
“Geceyi âşığa sığınak ve azap kuyusu yapan Allah’a hamdolsun.” dedi.
‘Bende mecnundan füzun âşıklık istidadı var
Âşık-ı sadık benem, Mecnun’un ancak adı var.’
Ayrılık acısı geceleri artar. Sevgilinin saçının rengi gece karanlığını çağrıştırır ,gece karanlığı da sevgilinin saç rengini âşığın gönlüne düşürür.Aşk derdinden hasta düşen âşıklar, geceleri daha fazla acı çekerler.Çünkü gecelerin, hastalığın şiddetini arttırdığı bilinir.
Bir edebiyatçı şöyle söyler:
“Yıldız sürülerinin çobanları olsa olsa yalnızlığı seçip inzivaya çekilen ve orada öylece ağlayıp duran âşıklardır. Gecelerin bitmez tükenmez uzunluğunda yıldız yıldız gözyaşı dökerler. Âşıkların göz kapaklarıdır ki bulutlara bu konuda ders verir. Eğer Batlamyus yaşıyor olsaydı, yıldızların akışını gözlemlemek için âşıklardan kendisine bir gözlem ekibi kurardı.
Eski bir doğu şiirinde: ‘Yılın en uzun gecesinin hangi gece olduğunu müneccimler ve takvim düzenleyenler değil; ancak gama müptelâ olmuş âşıklar bilir.’ denilmiştir; doğrudur. “
‘Leyla cihan güzeli mecnuna hemhâl oldu.
Zamanın aynasında âşığa hayal oldu.
Leyla ki muradıydı muradı muhal oldu.
Bimurad gitti mecnun âşığa misal oldu.’
Leyla Mecnun’u uzun yıllar sonra bulur. Ancak Mecnun bu dünyadan değildir artık. Artık hiçbir sözün ve hiçbir şeyin tesir edemeyeceği kadar yücelerdedir Mecnun ve bu fena hâlle mesuttur. Her şeyin bir bedeli vardır. Bu yaşananlar aşkın bedeliydi. Mecnun’un gönlü artık mecnun değildi. Derin bir ulviyete dönüşüyordu gönlündeki inşirah. Leyla, aşklarının mecnunu getirdiği bu halden nasipdar olmak ve onun hâli ile hâllenmek istiyor Allah’tan…
Leyla:
-“Ben geldim ruhum, ben Leylayım. Ey gönlümün muradı, ey hayalim ve gerçeğim… Ruhum!Seni çöllere düşüren leylayım. Bak sana geldim” diyor. Bir yandan sarsıla sarsıla ağlıyordu. Leyla ne diller döküyor Mecnuna; ama Mecnun hiç aldırmıyor
‘-Ben Mevla’yı bulmuşum, ne edeyim Leyla’yı
Ben Mevla’ya gidiyorum çekil önümden Leyla!’
Ben artık RABBİME döndüm
Sakın bana gülme Leyla
Gerçek aşkı onda buldum
Sakın bana gülme Leyla
Bu sevdanın adı başka
Güzelliği tadı başka
Canlar fedâdır bu aşka
Bir şey sorma ağla Leyla
Artık çöller Rabbim için
Gökler gözler Rabbim için
Seçkin sözler Rabbim için
Beni anla düşün Leyla
-Bir bütün idim ben Leyla ile. Sense Leyla’yım diyorsun. Sen Leyla isen eğer, beni yakmaya hayalin yeter. Takatim yok sana kavuşmaya, varlığı olmayan bir zerreye aynadan ne fayda? Canım gideli hayli zamandır; cismimdeki bir başka candır. Sensin beni benden ayıran, uzaklaştıran. Ben yokum, senin tecellin var; vuslatının ağır yükünü kaldıramam ki. Önceleri sadece sen vardın, şimdi ben yok oldum. Manevi dünyamda dostum daima sensin. Dış görünüşe değer verme bahsi ortadan kalktı artık. Gönül çok önceleri sana koştu, canım seninle gitti. Şimdiki canım Leyla’ya değil Mevla’ya yönelik. Bir’lik yolunda seninle olamam; yanarım. Şimdi, gözümün nuru,gözümün aydınlığı!.. Ben maskaralığa nam salmışım; bari sen bu yola girme. İçinden çıkma namus perdesinin. Mecnun olan benim, bana yaraşır delilik, kınanmışlık. Şimdi git; aşıklık töresini, aşıklık geleneğini, maşuk gidişatını bozma. Git şimdi ey vefalı. Açtırtma kötü söz arayanların dudaklarını, sakız verme dedikodu arayanların ağızlarına. Beni aramaya çıktığını âleme bildirip, deliliğine ferman yazdırma. Kimse seni burada görmeden git. Ben ki varım, sen içimdesin bunu bil…
Bütün zamanların en büyük âşığı bülbül, sevgilisi gülün açıldığı anı merak eder, onu görmek için saatlerce, goncanın karşısında göz kırpmadan beklermiş. Gül ise bir türlü açmak bilmemiş. Bülbül bütün gece boyunca gözlerini ovar bedenini gagalar, hatta dikenlere dayanarak uyanık kalmaya çalışır. Nihayet tan yeri ağarırken bir an için dalar, o tedirginlik ile hemen gözlerini açar,ama ne çare…Gül açılmıştır bile….
Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç? Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikâyesini. Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir. “Aşk odu önce maşuka sonra âşığa düşer.” derler. Yani aşk ateşi önce sevilene, sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki, pervane onun ardında dönsün, o ateşi görsün, sonra ateşin farkına varsın. Pervane aşkını ispat edebilmek için ışığı gördüğü anda etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan çemberi vardır. Allah, pervaneye ateşe saldırma hırsı vermiştir. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmelyakin olarak tanıyan pervane, onu aynelyakin olarak bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltır. Çember daraldıkça pervanenin aşkı, şevki,coşkusu artar. Coşkusu arttıkça da cesareti de artar. Aşk cesaret işidir neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir. Yakar içini; ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar.
Acı ve lezzet… Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün? İşte bu noktada azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek. Azap kelimesi azb kökünden türüyor. Azb aynı zamanda lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün.