GAZİ HÜSREV CAMİSİ’NDE BİR BAŞKA İKLİM..
Başçarşının orta yerinde Gazi Hüsrev Camii, külliyesi ve saat kulesi tüm heybetiyle zamana ilahi nağmeler fısıldıyor. Hazi Hüsrev, Kanuni Sultan Süleyman’ın halasının oğlu. Boşnaklar Gazi Hüsrev’i “delibaş”lardan sayıyor. Delibaş, ordu gelmeden önce fethedilecek yerlere önceden gidip fethin ön hazırlığını yapan akıncılardan oluşuyormuş. Saat kulesindeki rakamlar, hâlâ Osmanlıca… Gazi Hüsrev Camii’nde ikindi namazını eda ediyoruz. Namazdan önce abdest alma yerinde bir iki Müslümanla tanışıyoruz. Biz “Müslüman Türk” olarak kendimizi tanıtırken, Boşnak olduğunu öğrendiğimiz kardeşimiz itiraz ediyor: “No Türk, No Boşnak; Hepimiz Müslim. Hepimiz kardeş!”
OSMANLI’NIN İLİM MEKANLARI
Camilerin avluya bakan pencere önlerinde, pencerelerin caminin içine bakan yerlerinde kürsüler var. Bizim camilerde bir kürsü olur. Vaiz o kürsüye çıkar ve cemaate vaaz eder. Sarabosna’da öyle değil. Her kürsü önünde dini ilimlerin eğitimin alan talebeler olurmuş. Dolayısıyla her kürsüde ayrı bir ilim öğretilirmiş. Cami içinde küme küme talebeler… Kiminde Fıkıh, kiminde Kelam, Kiminde Tefsir…
ABDURRAHMANGAZİ TÜRBESİYLE BENZEŞEN HALK İNANCI
Gazi Hüsrev Camii’nin çarşıya bakan dış bahçe duvarındaki çeşmeden su içen, Saraybosna’ya tekrar gelirmiş. Bizde de Abdurrahmangazi Türbesi’ni ziyaret etmeden gidenlerin Erzurum’a mutlaka döneceklerine dair inanışın olduğunu söylüyoruz.
Saraybosna’da sadece Çarşı Cami ve Gazi Hüsrev Cami’inde ezan çıplak sesle okunuyor. Diğer camilerde ezan hoparlörle… Şehrin merkezinde üç farklı dine mensup insanların da yoğun olmasının çıplak ezan okunması kararında tesiri olduğunu düşünüyorum. Çünkü Saraybosna’nın diğer mahallelerinde ağırlıklı olarak Boşnaklar yaşıyor. O mahallelerde sıkıntı olmadığı için oralarda ezan hoparlörle okunuyor olabilir.
Saraybosna’daki en eski cami Hünkâr Cami… Yapılış tarihi 1457.
KURŞUNLU MEDRESESİ
Saraybosna’da Osmanlı döneminden beri eğitimine ara vermeden devam eden Kurşunlu Medresesi de mutlaka görülmesi gereken ecdadımızın mühürlerinden biridir. Başçarşı’dan Ferhadiye Caddesi’ne doğru ilerlerken Osmanlı mimarisinin yerini Avusturya-Macaristan mimarisi ve tesiri almaya başlar. Bilhassa İstanbul’daki İstiklal Caddesi’ni andıran sokaklar, Katolik kiliseleri, sokak restaurantları…
ÇIĞANLARA DİKKAT
Saraybosna’da kapkaç, dilencilik ve hırsızlık olayı çokmuş. Bilhassa dilenci kılığında size yaklaşan Çıganlara dikkat etmemiz gerektiği söylendi bize. Çalgıcı sokak dilencilerine rastlamak da mümkün. Dilenciler daha çok Müslümanların yoğunlukta olduğu cami önlerinde, cadde ve sokaklarda karşınıza çıkıyor. Sokaktaki insanlardan hangisi Boşnak, hangisi Sırp, hangisi Hırvat belli değil. Bunu kendileri de bilemiyor. Sonuçta aynı ırkın mensupları hepsi… Sadece Çıganları(Çingeneleri) tanıyabiliyorsunuz.
24 SAAT SÖNMEYEN ATEŞ
Başçarşı’nın devamı olan Küçük Viyana’yı andıran caddeyi tamamladığınız noktada kaldırımın üzerinde sacdan yapılmış simit şeklindeki çelengin içinde yanan ateş 24 saat hiç sönmüyor. Bu ateş II. Dünya Savaşı’nda ölenlerin anısına o gün bu gündür yanıyormuş 1992’de patlayan savaşta Rusya’nın doğalgazı kesmesi neticesinde ateş savaş süresince sönmüş. Ateş doğalgazla yanıyor. Küçük Viyana denilen tarafında içki tüketimi çok fazla… Sokak meyhaneleri bile var.
OSMANLI’NIN KAHVE KÜLTÜRÜ HALA CANLI
Boşnaklar da ise Osmanlıdan kalma kahve kültürü devam ediyor. Bosna’da çay bulmaktan sıkıntı çekebilirsiniz. Burada kıtlama şekerle kahve içiliyor. Evet, bizim kıtlama çayımız gibi, onlarında kıtlama kahveleri var. Özellikle evde “kahve molası” denilen bir vakit var. Yaklaşık 1 saat sürüyor. Evde kimse kimseyle konuşmadan herkes kahvesini yudumluyor, yaptığı işe odaklanıyor, kendini dinliyor. Kahve tüketimi çok çok fazla… Tam anlamıyla sokaklarda “kahvehaneler” var. Rehberimiz Ahmet: “Siz cumhuriyetle beraber çayı tanıdınız, kahveyi unuttunuz; ama biz kahve kültürünü koruduk!” diyerek bizlere takılıyor.
BAŞÇARŞI’DA TÜRK ÇAYI
Başçarşı’da hemen Gazi Hüsrev Camii ve külliyesi’nin giriş kapısının karşısındaki handa Türk çayı bulabilirsiniz. 1 Türk çayı 1,5 KM. Boşnakların para birimi KM ile bizim TL aynı değerde. 1,5 KM bizde 1,5 TL… Türk çayı bulabileceğiniz hanın adı “Persia Isfahan.” Burada Türk çayınızı Türk müziği eşliğinde içiyorsunuz. Çarşının içinde küçük bir arada, bir zamanlar GS’de top koşturan Türkiye Ligi gol kralı olan Hotiç’in kafesine misafir olabilirsiniz. Kafenin tabelasında Galatasaray’ın arması var.
SOKAK SATRANCI
Saraybosna park ve meydanlarında yaşı kemale ermiş insanların sokak satrancı oynadıklarını görünce bir müddet izledim. Satranç taşları, devasa büyüklükte idi.
Başçarşının bitiminden sonra gelen caddede 12 Şubat 1994’te pazaryerinde 68 Boşnak, 28 Ağustos 1995’te de 47 Boşnak öldürülmüş. Bu katliam Saraybosna’da yapılan en büyük katliamdır. Saraybosna’da savaşta 150 bin kişi ölmüş. Bunların yüzde 60’ı Müslüman Boşnak. 40 bin kadın tecavüze uğramış ve bu kadınlar düşük yapmasın diye Sırplar bu kadınları kendi güvenli bölgelerine götürmüşler.
NAMUS UĞRUNDA ŞEHİT DÜŞEN BOSNALI ANALAR
Hatırladığım kadarıyla o yıllarda Türkiye’den istenen yardımlardan biri de doğum kontrol ilaçlarıydı. Ölenler ölmüş, mekânları cennet olsun. Ya o çocukları doğurmak zorunda kalan kadınlar?..
Bosna caddelerinde savaşın izleri ne kadar yok edilmeye çalışılmışsa da hemen her binanın dış cephesinde kurşun izleri var. Savaşta şehri çevreleyen dağlarda konuşlanmış 300 tank Saraybosna’yı topçu ateşine tutmuş. Savaş boyunca 3.5 milyon bomba Saraybosna’ya düşmüş.
SAVAŞIN ACI İZLERİ
Savaştan hatıra olarak sadece bombalarla harabeye döndürülen “Huzurevi” kalmış. Huzurevi’ni onarmayarak, gelecek nesillere savaşın sonuçlarını özümsetmek istemişler. Gökdelenlere, modern cam binalara rastlıyoruz Saraybosna caddelerinde. Bunların en görkemlisi “Avaz Bussines Center”. Avaz, Boşnakların en etkili medya grubu, gazete ve televizyonu… Avaz, Türkçede olduğu gibi Boşnakçada da “ses” demek.
Saraybosna’da savaştan sonra yapılan camilerin minareleri çok kısa. Komünizm döneminde yapılan kiliseler de kısa. Camiler bulunduğu semtteki diğer binalardan yüksek olmayacakmış. Böyle bir kararları var.
İKİNCİ GÜN: MOSTAR
Kahvaltımızı Hollywood Otel’de yapıp Saraybosna’dan Mostar’a girmek üzere yola çıktık. Saraybosna’yı Türkiye’ye döneceğimiz gün tekrar gezebileceğiz. Mostar Saraybosna’ya yaklaşık 120 km uzaklıkta...
Yolculuğumuz sırasında rehberimiz Ahmet’le sohbet ederken Ahmet’in cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’e ve başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a da rehberlik yaptığını öğrendik. Meğer rehberimiz Ahmet Türkiye’den gelen tüm bürokratların değişmez rehberiymiş. Hatta bizi Türkiye’ye uğurlamak için geldiği havalimanında Türkiye’den gelecek milletvekili grubunu karşılayacaktı. Ahmet, başbakanımıza rehberlik ederken Türkiye’den Boşnaklara çifte vatandaşlık hakkı tanımasını istemiş. Başbakanın bu teklife olumlu baktığını öğreniyoruz.
NERETVA HENRİ ÜZERİNDEKİ YOLCULUK
Ahmet’in rehberliğinde, yüreğinin güzelliği simasına yansımış şoförümüz Muhammed’in kontrollü sürüşünde Mostar’a giderken, yer yer havzası genişleyen yer yer en dar vadilerde sıkışan Neretva nehrine adeta avuçlarıyla yola açan doğa harikası kanyonlardan, üzüm bağlarının ortasından geçerek Mostar’a doğru ilerliyoruz. Neretva nehrinin üzerinde 6 tane hidroelektrik santral var.
Neretva nehrinin kıyısında balık çiftliklerini ve kuzu çevirmesi yapan lokantaları görmekteyiz. Rehberimiz Ahmet’in söylediğine göre Bosna-Hersek’te domuz eti pek yenmez. Hatta Osmanlının tesirinde olan Balkanlarda Müslüman olmayanlar arasında da domuz pek tercih edilen besi hayvanı değil. Jablanica’nın kuzu kebabı meşhur. İnşallah dönüşte akşam yemeğinde kuzu kebabı yiyeceğiz.
NEREVA NEHRİ’NİN 2. DÜNYA SAVAŞINDAKİ ÖNEMİ
Jablanica'daki Neretva Köprüsü film sahnelerindeki gibi duruyor. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanların, Adriyatik denizine açılan en stratejik ikmal yolu olan Neretva... İşte bu demiryolu köprüsü Partizanların havaya uçurduğu haliyle duruyor. Çevresi de savaş müzesi haline getirilmiş...
SIRA SIRA ŞEHİTLİKLER…
Saraybosna’da olduğu gibi Mostar yolu üzerinde de insanı hayrete düşürecek sayıda şehitlik görüyoruz. Bembeyaz mezar taşları. Türkiye mezarlıklar ve şehitlikle genellikle tepelerde olur. Bosna’da sadece tepelerinde değil, ovalarında, hatta şehir merkezlerinde, sokak aralarında bile milli şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un mısrasında ifade ettiği gibi: “Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!”
En ağır savaşın Hırvatlarla Mostar’da yapıldığını söylüyor rehberimiz.
TÜRK KÖYÜ POÇİTELİ
Mostar’ın hemen yanından geçerek Tarihi Türk köyü Poçiteli’ne doğru ilerliyoruz. Dönüşte Mostar’ı gezme zamanımız olacak. Poçiteli: Osmanlılar bu Pocitel’i 1444’te fethetmiş. 1961’de “Drina Köprüsü” ile Nobel Edebiyat Ödülü almış olan Ivo Andric, Pociteli için “taşlı şehir” diyor, Boşnaklar da “Taşkent”.
Şehir Neretva nehrinin kıyısında dağın eteğinde kurulmuş. Tüm binalar, yollar her şey taştan yapılmış. Evlerin çatıları bile taştan. Erzurum’da su kenarlarında bulunan yassı taşlara “lep” denir. Eskiden çocukların sokak oyunlarındaki en önemli oyun gereçlerinden biridir. İşte o lep/leppik taşların az daha büyükleri kiremit çatılar gibi düzenli ve eğimli bir şekilde dizilmiş, taşların arası da harçla desteklenmiş…
POÇİTELİ DÜNYA MİRASI LİSTESİNDE
Mostar’ın ve Poçiteli’nin 2005 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine alındığını bilmek, bizi mutlu ediyor.
Poçiteli, Osmanlı’nın Adriyatik’e doğru geldiği son nokta. Osmanlı, bu köyden daha ileri gidememiş. Poçiteli, Adriyatik denizine 30 km uzaklıkta. Son Osmanlı köyünde şimdi kimse yaşamıyor. Kollarındaki sepetlerde kuru kaysı, incir, yaban mersini gibi meyveler satan bir iki satıcı kadın ve hediyelik eşya satan iki dükkâna rastlıyoruz. Osmanlı’dan kalan cami dimdik ayakta. Köyde tek yaşayanlar, caminin imamı ile imamın ailesi… Köylülerin hepsi Mostar’a göç etmişler. Köyde bir de ortaçağdan kalma görkemli bir kale var. Öğle namazını burada kıldıktan sonra Blagaj köyüne hareket ediyoruz.
ALPERENLER TEKKESİ
Blagaj ve Alperenler Tekkesi: Pocitel’i gezip gördükten sonra “Buna” nehrinin kaynağına gidiyoruz. Burası nehir suyunun tamamının çıktığı yer. Saniyede 43.000 litre su çıkıyor buradan. Avrupa’nın en güçlü su kaynağı burası. Nehrin görüntüsü ve manzara büyülüyor insanı. Kaynağın tam bitişiğinde yapımı 550 yıllık bir Bektaşi tekkesi olan “Alperenler Tekkesi” var. Sırtını yaklaşık 150 metrelik duvar gibi dik bir kayaya yaslamış, ayaklarını önünden geçen suya daldırmış suyun zikrini dinleyen münzevi bir derviş edası var tekkede.
Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Mostar Müftüsü Ziyaeddin Ahmed İbn Mustafa’nın Blagaj’da bir halveti tekkesi inşa ettiğini yazıyor. Bu tekkeler fethe zemin hazırlamış. Fetihler kansız gerçekleştirilmiş.
ALPERENLER TEKKESİ’NDE FATİH’İN FERMANI
Alperenler Tekkesi’nde Fatih’in bir Fermanı’na rastlıyoruz. 1463’te yazılan ferman adeta İnsan Hakları Beyannamesi. Fermanı elde edemediğim için üzgünüm. Nehrin doğduğu yerde, nehir kıyısına kurulmuş balık lokantaları var. Bu lokantalardan birinde öğle yemeğinde balık yiyoruz. Balık ziyafetinden sonra tekkede kimimiz Türk çayı, kimimiz kıtlama kahve içiyoruz. Öğle yemeğinde rehberimiz Ahmet’in balık yemediği dikkatimizi çekiyor. Nedenini sorduğumda, savaş sırasında ABD’nin yaptığı yardımlardan balık konservesini bir haftaya iğrene iğrene yediğini, konservenin üzerindeki tarihin Vietnam savaşından kalma olduğunu ifade etti. Ahmet bir süre rahatsızlık geçirmiş. O gün bugündür, balık yiyemiyor. ABD’nin 30 yıl önceki gıdaları Bosna’ya insani yardım diye göndermesini, Ahmet ayrı bir soykırım olarak değerlendiriyor.
VE MOSTAR..
Ve Mostar: Mostar, Bosna-Hersek’in dördüncü büyük kenti. Neretva Kantonunun merkezi. Kentin nüfusu 105 bin. Kentin ortasından geçen Neretva nehrinin batısı Hırvatların, doğusu Boşnakların kontrolünde. Tarihi Mostar köprüsü de bu iki yakayı birbirine bağlıyor. Mostar’da Sırp yok denecek kadar az. Rehberimizden yanlış duymadıysam “most” köprü demek, Mostar” da “eski köprü” anlamına geliyormuş.
RESSAMLARA İLHAM KAYNAĞI OLAN KÖPRÜ
Mimar Sinan, padişahın emri üzerine şairlere, müzisyenlere, ressamlara yüzyıllar boyu ilham kaynağı olacak köprünün yapımı için kalfası Hayrettin Ağa’yı görevlendirmiş. Mimar Hayrettin, 1557’de başladığı köprü inşaatını 1566 yılında tamamlayarak Osmanlı’nın batıda ulaştığı en uç noktada Osmanlı’nın ve İslam’ın mührünü vurmak için köprüye hilal şekli verip üzerini bembeyaz mermerler ile döşemiş, Allah’ın (c.c) güzel isimlerini çağrıştırmak için de 99 basamak yapmış. Köprü 28,5 metre uzunluğunda 35 metre yüksekliğinde.
Köprüyü 9 Kasım 1993’te Hırvat topçu ateşi yıkmış. 24 Temmuz 2004’te yine bir Türk firması Yozgatlı taş ustalarına köprüyü yeniden inşa ettirmiş.Boşnak ya da Hırvat gençler, 20 Euro verdiğinizde Mostar köprüsünden suya çivi gibi atlıyorlar. Kameramla bu atlayışlardan birini kaydedebildim.
Köprünün hemen yakınında Koski Mehmet Paşa Camii, öbür tarafında Karagöz Bey Camii var. Bu iki cami de maalesef Hırvatlar tarafından yakılıp yıkılmış. Her iki camiyi de Diyanet Vakfı tekrar restore etmiş.
DEVAM EDECEK