~~Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İstanbul Haliç Kongre Merkezinde düzenlenen Uluslararası İmam-ı Rabbani Sempozyumu’nun açılış programına katıldı.
Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve İstanbul Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin ortaklaşa düzenlediği sempozyumun açılışında konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, irfan geleneğinin seçkin isimlerinden İmam-ı Rabbani adına düzenlenen bu sempozyumdan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, İmam-ı Rabbani’nin, mektuplarıyla geleceği inşa etmeyi hedeflediğini kaydetti.
GÖRMEZ’İN SUNUMU
“Bugün İslâm coğrafyasının tek tek içinden geçtiği süreçleri özellikle de İmam-ı Rabbani’nin yaşadığı coğrafyaları, Hindistan, Pakistan, Afganistan’ı, bugün bu coğrafyalarda hemen her gün yaşanmakta olan şiddet ve çatışma ortamlarını göz önünde bulundurduğumuzda İmam-ı Rabbanî’nin mücadelesinin, din ve tasavvuf anlayışının, tecdit hareketinin, ülkemizde ilim adamlarımız tarafından konuşulacak olması büyük bir önem arz etmektedir” diyen Başkan Görmez, İmam-ı Rabbani’nin mektuplarında en çok üzerinde durduğu konuları şu sözlerle anlattı;
“BİR ALİM DÜŞÜNÜN Kİ, DÖRT ASIR ÖNCE KENDİ ÇAĞINDAKİ BÜTÜN İNSANLARA MEKTUPLAR GÖNDEREREK MÜSLÜMANLARIN HAYATINI YENİLEMEYE ÇALIŞMIŞ…”
Bir alim arif düşünün ki dört asır önce Hindistan’da pek çok eser vermekle birlikte kendi çağındaki bütün insanlara mektuplar göndererek Müslümanların hayatını yenilemeye çalışmış. Öncelikle bunun üzerinde durulması gerekiyor. Bir âlim kendi çağının insanlarına isimleri ve adresleri belli, hangi coğrafyada yaşadığı belli olan şahıslara mektuplar gönderiyor. O mektuplar sadece kendi coğrafyasına gönderilmiyor. Kendi coğrafyasındaki bütün siyasi liderlere, idarecilere, âlimlere, tasavvuf erbabına gönderiliyor. Bazen sıradan bir herhangi bir insan tarafından sorulan sorulara cevap veriyor ancak bu mektuplar toplumun tamamında makes buluyor. Onların dünyasını harekete geçiriyor. Sadece kendi coğrafyasına değil, dünyanın her tarafına gönderiyor o mektupları. Dünyanın muhtelif yerlerine mektuplar göndererek Müslümanların hayatını ihya etmeye çalışan bir alim, bir arif tasavvur ediniz.
“ANADOLU’DAKİ DİNDARLIĞIN, DİNİ VE MANEVİ HAYATIN MAYASININ İÇİNDE İMAM-I RABBANİ’Yİ GÖRÜRSÜNÜZ…”
Bu mektuplar bize bir şeyi daha gösteriyor. Bu mektuplar kendi çağına adresleri belli isimlere yazıldığı halde üzerinden dört asır geçmesine rağmen hangi çağda yaşarsa yaşasın, hangi ülkede, coğrafyada yaşarsa yaşasın okuyan insanlar kendisine yazılmış hissediyor. İmam-ı Rabbani’nin mektupları aslında kendi çağından çok geleceğe hitap ediyor. Onun için siz Anadolu’daki dindarlığın, dini ve manevi hayatın mayasının içinde İmam-ı Rabbani’yi görürsünüz. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Bediüzzaman’ın eserlerinde hatta Necip Fazıl’ın şiirlerinde dahi dört asır önce yazılmış o mektupların hikmetlerini görürsünüz.
“İMAM-I RABBANİ MEKTUPLARLA GELECEĞİ İNŞA ETMEYİ HEDEFLEMİŞTİR…”
İhya-ı Ulumiddin’e baktığınızda İmam-ı Gazali bu eserinde geçmişi değerlendirmiştir. Fakat İmam-ı Rabbani mektuplarla geleceği inşa etmeyi hedeflemiştir. İmam Gazali’nin ihya hareketi üç büyük sorunun cevabı üzerine kurulmuştur. Birincisi din ve siyaset ilişkisini tanzim etmeye çalışmıştır. Din ile Felsefe arasındaki ilişkiyi ve Fıkıh ile Tasavvuf arasındaki ilişkiyi tanzim etmeye çalışmıştır. Aynı şekilde İmam-ı Rabbani’nin de Mektubat’ını okuduğunuz zaman en küçük bir takım fıkhı sorulardan en büyük dünya meselelerine kadar cevaplar bulmanız mümkün olmakla birlikte mektupların tamamı üzerinde en çok hassasiyetle durduğu üç konu vardır. Yine birincisi Din ve Siyaset ilişkisidir. Ekberşah’ın İslam dinine yeni bir şekil vermek gibi her türlü haddini aşan tutum ve davranışı karşısında yazdığı bütün mektuplarla buna karşı çıkacaktır. Siyasetin İslam’a nizamat vermeye haddinin olmadığını, siyasete düşen vazifenin İslam’ın kendi mecraında akması için her türlü imkanı sağlamak olduğunu tüm mektuplarında görebilirsiniz.
“İMAM-I RABBANİ’NİN MEKTUPLARINDA FIKIHLA TASAVVUFUN TANZİMİNİ EN GÜZEL ŞEKİLDE GÖRÜRSÜNÜZ…”
İmam-ı Rabbani’nin mektuplarında üzerinde durduğu ikinci temel konu ise Fıkıh ve Tasavvuf ilişkisidir. O, tabiri caizse fıkha şöyle hitap etmiştir; “Sen her türlü ilmin üstünde muhterem bir ilimsin ancak kalbin terbiyesi adına, zühd ve takvaya vasıl olmak için müminlerin sahip oldukları tecrübelere engel olma.” Fakat tasavvufa da şöyle hitap eder; “Bu büyük tecrübeyi yaşarken, fıkhımızın çizdiği sınırları, hadleri çiğneme hakkına sahip değilsin.” Tasavvufla Fıkıh arasındaki ilişkiyi en güzel şekilde tanzim ettiğini okuduğunuz mektuplarda görürsünüz. Fıkıh suyun aktığı bir mecradır. Tasavvuf ancak bu mecra içinde akacaktır. Ama bu mecra içinde kendine yollar bulabilme imkanına sahiptir.
“TASAVVUF DEDİĞİMİZ, KALPLERE AKAN SUYUN ARI VE DURU OLMASI GEREKİR…”
Mektupların üzerinde temerrüz ettiği üçüncü önemli nokta ise Tasavvuf dediğimiz kalplere akan bu suyun bulanmaması, arı ve duru olmasıdır. Tasavvufun da bütün yüreklere akan su olduğunu ama bu suyun asla bidatlerle, hurafelerle, yanlış örf ve adetlerle, geleneklerle, ortaya çıkan heva ve heveslerle bulanmaması gerekir. Su mecrasında aksa bile bulanık aktığında kimseye faydası olmaz. İçilmeyen su istediği kadar kendi mecrasında aksın hatta isterse fıkhın sınırlarına riayet etsin bulanık olduğu sürece faydası olmayacaktır.
Başkan Görmez, konuşmasını İmam-ı Rabbani’nin mektubunda geçen, “Tecrübe ile anladım ki, marifet sahibi olanların feraseti, Allah u Teala’ya yarayan kimselerle, O’na yaramayan kimseleri ayırmaktır” ifadesiyle sonlandırdı.
Sempozyumun açılış programına Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in yanı sıra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı Şeref Başkanı Osman Nuri Topbaş, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, çeşitli üniversitelerden akademisyen ve fikir adamları, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.