Türk Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi'nce geleneksel hale getirilmesi hedeflenen 'Sohbet Diyarı' etkinliklerinin ilki sendika toplantı salonunda gerçekleştirildi. İlk etkinlikte sendika üyelerinden Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih Erpolat, "Osmanlıların Güneydoğu Anadolu'daki İlk Kayıtlarına Göre Bölgedeki Şahıs ve Yer İsimleri" konulu bir konferans verdi. Erpolat, "Diyarbakır denildiği zaman oluşan algı maalesef tarihe pek de uygun düşmemektedir. Sanki Türklerin varlığının burada hiçbir zaman hükmü ferman olmadığı bir coğrafya algılanmakta veya böyle bir algı bize empoze edilmektedir'' görüşünü dile getirdi.
Türk Eğitim Sen Diyarbakır Şube Başkanı Ahmet Bürhan, " 'Sohbet Diyarı adını uygun bulduğumuz bu etkinliğimizi inşallah 15 günde bir devam ettireceğiz. Tarih, sosyoloji, felsefe ve ilahiyat gibi farklı bilim dallarına ait seminerler düzenleyerek üyelerimize hizmet sunmaya çalışacağız" dedi.
//DİYARBAKIR'DA SANKİ HİÇ TÜRKLER BULUNMAMIŞ GİBİ ALGILAMA OLUŞTURULMAYA ÇALIŞILIYOR
Sendika üyelerine verilen konferansta konuşma yapan Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih Erpolat, "16. yüzyılda 'Diyarbekir' denildiği zaman günümüz Diyarbakır'ından çok daha geniş bir coğrafyanın anlaşılması gerekmekte. Diyarbekir denildiği zaman bugünkü Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siirt, Batman, Elazığ, Tunceli, Bingöl gibi illerin tamamı ile Musul, Rakka ve Sincar gibi günümüz sınırları dışında kalan geniş bir coğrafyanın algılanması gerekmektedir. Bugünkü
seminerimizde Osmanlıların 1518'de bölgede yaptığı il tahrir kayıtlarından başlayarak 1523, 1540 ve 1566 yıllarında tutulan kayıtlarını esas alarak konuşacağız. Bugün Türkiye'de Diyarbakır denildiği zaman oluşan algı maalesef tarihe pek de uygun düşmemektedir. Bugün, Diyarbakır için çok farklı bir tarihi, siyasal ve kültürel algılama oluşturulmaya çalışılmakta. Sanki burada Türkler hiç bulunmamış, sanki Türklerin varlığının burada hiçbir zaman hükmü ferman olmadığı bir coğrafya algılanmakta veya böyle bir
algı bize empoze edilmektedir. Halbuki biz 16. yüzyılda yer adlarını incelediğimizde, bugün yer adlarının tekrar iade edilmesi için başlatılan kampanyanın bilimsel gerçeklere pek de uygun düşmediği çok net olarak anlaşılmaktadır. 16. yüzyıldaki tahrirlerde bulunan yer adlarının çoğunun Türkçe olduğu, bir kısmının da tamlamasının Türkçe olduğu görülecektir. Bölgede Kürtçe kökenli isimlerin daha çok Yavuz dönemi sonrasında arttığı görülmektedir. Bunda da Yavuz Sultan Selim'in izlediği politikanın etkili
olduğu görülmektedir. Bölgede Kürtçe yer isimleri de şüphesiz, mevcuttur. Bunda da hiçbir sıkıntı oluşturacak durum yoktur. Yalnız bölgedeki yer adlarının tarihi serüvenini incelerken Türk varlığının göz ardı edilmesinin bilimsel ahlakta yeri yoktur. Yer adlarını zamanın, şartların ve tarihi olayların akışından etkilendiği için değişime uğramaları kaçınılmazdır. Bugün bölgede mevcut olan yer isimlerinin içerisinde halk ağzında telaffuz esnasında bozulmaya uğramış birçok yer ismi bulunmaktadır. Diyarbakır
ili Ergani ilçesi sınırlarında bulunan ve bugünkü ismi Alakoç olan köyün Osmanlı kayıtlarındaki ismi Kara Toy, halk ağzında zamanla bozulmaya uğrayarak 'Kerto' diye telaffuz edilmeye başlanmıştır. Çoğaltacak olursak Akpınar-Akpar, Gözlüce-Gozlig, Azabalı-Ezeveli, Pamuklu-Pembolığ, Gözerek-Gozrek, Dündar-Dindar. Bunlara benzer yüzlerce örnek verilebilir. İlginçtir, ilk Osmanlı kayıtlarında bölgede adını Oğuz boylarından alan 'Salur' ve 'Çepni' isimli köylere de rastlamaktayız. Günümüzde bu iki köy
Şanlıurfa'nın Siverek ilçesi sınırlarında yer almaktadır ve aynı isimleri taşımaktadır. Diyarbakır tarihi olarak Türk kaynaklarında Amid, Ermeni kaynaklarında Amed, Süryani kaynaklarında Ümit olarak adlandırılmaktadır. Bugün siyasi Kürtçülerin kullandığı Amed ismi tarihi bir gerçekliğe dayanmıyor" ifadelerini kullandı.
//OSMANLI KAYITLARINDA YER ALAN KİŞİ ADLARININ ÇOĞU TÜRKÇE
Yrd. Doç. Dr. Erpolat, Osmanlı kayıtlarında yer alan şahıs isimleri ile ilgili bir değerlendirme yaparak şunları ifade etti: "Benzer bir şekilde Kürtçe şahıs isimleri de tarihsel bir geçmişe sahip değildir. Bakın Irak'ın kuzeyinde bugün Türkiye'de kullanılan Kürtçe isimlerinin çok azı kullanılmaktadır. Türkiye'de kullanılan Kürtçe şahıs isimlerinin birçoğu siyasi anlam yüklenerek oluşturulan yapay isimlerdir. Osmanlı kayıtlarında yer alan kişi adlarının da çoğunun Türkçe olduğu görülmektedir. 1518 tarihli tahrir defterinde Siverek Sancağında yaşayan şahısların adları incelendiğinde şu isimlere rastlamak mümkündür: Tanrıverdi,
Durmuş, Bektaş, Soylamış, Dostgeldi, Aydoğmuş, Gündoğmuş, Budak, Eynebey, Bayındır, Kutlubey, Karagöz, Kılınç, Çakma, Bozkurt, Saruca, Karaoğlan, Karakoç, Kaya, Karyağdı, Karlı. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu tahririn bölgenin Osmanlı hakimiyetine girdiği ilk dönemlerde yapılmış olmasıdır. Demek ki Türklerin buradaki varlığı birilerinin söylediği gibi sonradan ortaya çıkmamış çok eskilere dayanmaktadır."
YER ADLARINI YAŞATMAK MECBURİYETİNDEYİZ
Seminerin son bölümünde yer isimlerinin tarihi ve siyasi yönden önemine değinen Erpolat, "Yer adları insanoğlunun coğrafyayı vatanlaştırma başarısının bir göstergesidir. Bir coğrafyayı adlandırmakla sadece isim verilmiş olmakla kalınmaz, aynı zamanda duygu, düşünce, kültür ve milli hüviyet somutlaştırılmış, abideleştirilmiş olur. Bu bakımdan coğrafyaya verilen isim, orayı sadece diğer yerlerden ayıran bir vasıf kazanmakla kalmaz, aynı zamanda oradaki temsilcisi ve en önemli maddi kültür parçası
özelliğini kazanır. Bu yönü ile yer adları siyasi bir vasıf da taşımaktadır. Nitekim uluslararası hukukta yer adlarının özellikle ihtilaflı sınır anlaşmazlıklarında etkili olduğu da görülmektedir. Türkler tarih boyunca çok geniş coğrafyaları yönetme başarısını göstermiş bir millettir. Yönettikleri geniş coğrafyada bıraktıkları önemli mirastan biri, şüphesiz, yer adlarıdır. Yer adlarını tespit edip ortaya koymak, bunları yaşatmak mecburiyetindeyiz. Yer adlarını tahrif ederek, onları siyasi propaganda
malzemesi olarak kullananlara karşı çımanın en önemli yolu, coğrafyayı vatanlaştırmanın göstergesi olan yer adlarını sahiplenmek ve onları tarihi kökenleri ile tanıyıp, ona göre değerlendirmektir" diye konuştu.