“Bir ulusun tarihini tarihçiler yazmazlar; ulusun ressamları, yazarları, bestekârları, mimarları yazarlar.” sözünü Cengiz Dağcı’nın bir kitabında geçmiş yıllarda okumuştum. Şüphesiz bu tespitte akademik alanda çalışma yapan tarihçilere bir tariz veya kınama yoktur. Tarihçilerin geniş kitlelere açılamadığı çıkmaz sokaklardan sonra bayrağı ressamların, yönetmenlerin, bestekârların, mimarların, senaristlerin ve tarih romanı yazarların aldığını ve bu bayrağı ulaşılamayacak evlerin, hanların, minarelerin ve kalelerin burçlarına diktiğini söyleyebiliriz. Bu çerçevede, tarihi romanların en azından okuma ile arasında mesafe olanlara tarihi olay ve olguları sevdirdiğini belirtebiliriz.
Osmanlı Devleti’nin son demlerinde ardı ardına yapılan savaşlar, mütareke dönemi ve “İstiklâl Harbi” devrelerini yaşayan, bir yazarımızın da belirttiği gibi “emperyalizmin boğazının içinden İstiklalimizi alanların” eli kalem tutanlarının en azından bir kısmı gelecek kuşaklar için yaşadıklarını kâğıda dökerek kalıcı hale getirdiler. Kalan kısım ile okur-yazar olmayanların çok büyük bir kısmı da kendisinden sonraki kuşağa ve çocuklarına şifahen bu trajedileri aktardılar.
Daha sonraki kuşaklar için muhtelif sebepler yüzünden bu bağın koptuğu ve özellikle de günümüz gençliği ve öğrencilerinin çok büyük bir kesimi tarafından dedelerimizin yaşadığı zehirli hakikâtlerin, yuttuğu demir leblebilerin bugün masal ve ninni olarak algılanır olduğu gerçekten çok ıstırap verici bir durumdur.
Kurtuluş Savaşı’nın Güney Cephesi’nin beyni olan “Antep”in düşmana karşı verdiği amansız mücadelenin de adı olan “Gaziantep Savunması” bir şehrin düşman ve açlıkla direnişinin simgesi olmuştur. İşte bu alanda boşluk olduğunu gören, gençlerin ilgisizlik ve bilgisizliğinden sancı duyan, kendisi de hemşehrimiz olan yazar Necdet Sevinç, memleketine olan vefa borcunu ödemek gayesiyle olsa gerek “Gaziantep Savunması”nın romanını yazmıştır. Bahse konu olan belgesel roman geçtiğimiz aylarda “İstiklâl’in Bedeli” ismiyle Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlandı.[1]
Eser, Mondros Ateşkes Antlaşmasının meşhur 7. maddesine dayanılarak 17 Aralık 1918 yılında düşman postallarının şehre ayak basmasıyla başlar. 9 Şubat 1921’de şehrin teslim olup romanın kahramanı Kıraçata’nın ölümüyle sona erer.
Antep Savunması’nın kronolojisini kabaca 4 bölüme ayırdığımızda birinci bölüm 10 ay 10 gün devam eden İngilizlerin işgal ettiği dönem, ikinci bölüm Fransız işgaliyle başlayan 5 ay 4 gün devam eden pasif direnişin olduğu devredir. Üçüncü bölüm 1 Nisan 1920 yılında başlayıp 9 Şubat 1921’e kadar devam eden aktif direnişin olduğu süredir. Son bölüm ise şehrin teslim olmasıyla başlayan 25 Aralık 1921’de Türk Birliğinin Antep’e girene kadar ki dönemi kapsayan pasif direnişin olduğu dönemdir. Şanlı mücadelenin mihenk noktası olan, en çok tahribatın verildiği, Fransız askeri birliklerine kök söktürülen, bir şehrin açlık ve esarete mahkûm olduğu dönem 10 ay 8 gün sürer. Romanın büyük bölümünü bu bölüm oluşturmaktadır.
Yazar, Antep Savunması’nın omurgasını oluşturan birimleri, savaşın içindeki küçük muharebeleri, tek yürek olan bir şehrin imanını, İngiliz ve Fransız askerlerinin şehirdeki tecavüzkâr fiillerini, açlık-yokluk ve ilaçsızlıkla imtihan olan Anteplilerin durumunu, savaşın sembol isimlerinden Şahin Bey, Karayılan, Şehitkâmil ve diğer şahsiyetleri şehadete götüren süreçleri, milletin ve devletin acz içinde olduğunu görüp “fırsat bu fırsattır” deyip düşman askerleriyle birlikte hareket eden Ermeni vatandaşlarımızın taşkınlıklarını, harbin belli başlı kahramanlarının ve isimsiz kahramanların özellikle de 11 ay 8 gününü ustalıkla anlatır. Romanın başkahramanı Kıraçata dışındaki kahramanların tamamı ve roman çerçevesindeki olay ve olguların kâhir-i ekseriyeti gerçektir. Kıraçata bütün isimsiz kahraman ve şehitlerimizin feragat ve fedakârlıklarını kendisinde toplayan, bedeni yaşlı ama ruhu genç ve zinde, akil, bilgili bir inanç adamıdır.
DEĞERLENDİRME
Biricik memleketindeki kutsal mabetlerinin neredeyse tamamı top ve mermilerce yıkılan ve parçalanan; acı, gözyaşı ve kanla yoğrulan; açlık, yokluk ve ilaçsızlık ile imtihan olunan bir halkın ve şehrin vermiş olduğu istiklâl mücadelesinin daha önceki yıllarda istenilen düzeyde olmasa da birçok kitabı yayınlanıp, ozanların ve anaların birçok ağıtı yakılıp, özellikle de Yavuz Bülent Bakiler gibi şairler tarafından güzel şiirleri söylenmişti.
Geç de olsa geniş kitlelere bu destanın ulaştırılmasına yönelik belgeseli yapıldı.[2] Savaşın ruhunu yansıtmaya çalışan müzesi kuruldu.[3] Bu eserden önce küçük çaplı romanı da yayınlanmıştı.[4] Bu alanda eser büyük bir boşluğu dolduracağını tahmin ve umut ediyorum. Eserin dilinin akıcı, üslubunun gayet sıcak olduğunu söyleyebiliriz. Bana göre eserdeki eksikleri de şöyle sıralayabiliriz. Antep’in Kuvay-ı Milliye Komutanlarından Özdemir Bey’den bahsedilmemiştir.
Yazar bu durumu önsözünde savaşın başından sonuna kadar birçok komutan ile sevk ve idare edildiğini, romanın başkahramanı Kıraçata’yı bu komutanlığa verdiğini bahseder. Diğer komutan ve sembol isimlerinin neredeyse tamamının olduğu yerde bu komutanımızın isminin dahi geçmemesini büyük eksiklik olarak görüyorum. Antep Savaşı’nın büyük muharebelerinden “İkizkuyu Muharebesi”nden sadece bir satır bahsedilmiştir. Ayrıca dönemin ve eserin kahramanlarını yazar anlatırken yazarın yakın akrabalarının[5] yaptığı fedakârlık ve feragâtlardan da asgari düzeyin neredeyse altında bahsedilmiştir. Dolayısıyla yazarın aslan payını kendi ailesine çıkarmayarak mütevazılık örneği sayılması gereken bu tutumunu takdir ve tebrik etmek gerekir. Son olarak Antep Savunması’nın bilinen kahraman, gazi ve şehitlerini; tarihin unuttuğu ama Tanrının unutmadığı bütün herkesi rahmetle anıyor. Ruhları şad olsun duasında bulunuyorum.
Not: Bu yazı Türk Yurdu Dergisi’nin, Kasım 2009 sayılı sayısında yayınlanmıştır.
[1] Necdet Sevinç, İstiklâl’in Bedeli, 568 sayfa, 2009, İstanbul, Bilgeoğuz Yayınları
[2] Gaziantep Ticaret Odası tarafından 2006 yılında belgeselciliğimizin yüz akı Can Dündar’a “Kefen Bayraklı Kale: Gaziantep” isimli belgesel hazırlattırıldı.
[3] Şahinbey Belediyesi tarafından yaptırılan “Gaziantep Kurtuluş Savaşı Müzesi 2008” yılında açıldı. Bu müzede Antep Savunmasıyla ilgili tam istenilen düzeyde olmasa da birçok materyal bulunmaktadır.
[4] Bu arada Gaziantep Ticaret Odası’nın kültür hizmetlerinin özellikle de son yıllarda renklenerek, birbirinden farklı alanlarda arttığını söyleyebiliriz. Mehmet Selçuk Uğur, Erol Baydar, Ahmet Yaşar ve Behzat Karpınar gibi öğretmenlerden oluşan bir komisyonca ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerinin Gaziantep Savunması’nı daha iyi anlamasına yönelik Gaziantep Savunması isimli iki kitabı Gaziantep Ticaret Odası, 2006 yılında bastırdı. Bu kitaplardan birisi 100, diğeri de 70 sayfadır. İkincisini okuma fırsatım oldu. Bu eseri hazırlayanların profesyonel anlamda yazar olmamasını, müstakil bir yayınevi tarafından bastırılmadığını, dağıtımının yurt içinde düzenli olarak dağıtılmadığını göz önünde bulundurularak bir yorum yaptığımızda eseri başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Dolayısıyla konuyla ilgili ilk romanın olduğunu söylemekle birlikte içerik olarak “İstiklâl’in Bedeli” romanı kadar dolgun ve kaliteli olmadığını belirtebiliriz. Bu yazı dergide yayımlandıktan sonra 2009’da Antep Savunması’na yönelik 2 romanın daha yayımlandığını öğrendim. (Kaya Öztaş, Açlık, İhanet ve Kuşatma: Antep Savaşı, Ankara, 2009, Us Yayınları. Diğer eserin künyesi ise şudur: Eyuphan Erkul, Karayılan, 204 s., 2009, İstanbul, Doğan Kitap)
[5] Yazarın dedesi Abdülkadir Efendi ve kardeşi Reşit Efendi’nin özellikle malı ve mülküyle yaptığı fedakârlıklar azımsanacak boyutta değildir. Diğer yakın akrabası da Meclis-i Mebusan’ın son, ilk meclisin Antep mebuslarından Yasin (Kutluğ)dur.