Araştırmacı Yazar Ertaş çağın meselesini, bilimsel boyutta sorguladı:
İnsan, Din ve Felsefe
(1)
SUNUM
Din ile Felsefe Çatışması, İslamiyet ile Felsefe Çatışması, Din ile Bilim Çatışması, İslamiyet ve Diğer Dinlerin Bilime Bakış Açısı, Kelam ile Din Felsefesi’nin Farkı, Postmodern İnsanın Yalnızlığı ve Din Arayışı konuları çağın cevap arayan ve açıklığa kavuşturulması gereken meseleleri. Bilim çağının inkar edilemez gerçeği tek: İnsanlar artık daha yalnız.. Din, yalnız insanı kaybolmaktan nasıl kurtarır, insanı nereye taşır? Bu suallere cevap aradık bu söyleşimizde. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Felsefesi Anabilim Dalı Öğretim ÜyesiDoç. Dr. Tuncay İmamoğlu ile Din Felsefesi temelinde insan’ı konuştuk, asrın maddi gerçeklerini sorguladık, kendini arayan insanın bulacağı adresi ve belki de tek adresi göstermeye çalıştık. Engin bilgisiyle yüreğimize ve dimağımıza aydınlık sunan Değerli Bilim adamı Sayın İmamoğlu’na teşekkür ediyor, ilgi çekici bulacağımız söyleşimizi sunuyoruz.
Murat ERTAŞ
DİN VE FELSEFE ÇATIŞMASI
MURAT ERTAŞ: Kamuoyunda yaygın kanaate göre felsefenin, dinin yerine ikame ettirilmeye çalışılan bir bilgi sistemi olarak algılandığını ve bu nedenle bilhassa Müslümanlar arasında felsefeye mesafeli veya tamamen karşı duruşun olduğunu gözlemlemekteyiz. Hocam, evvelâ kamuoyunun ve okurlarımızın felsefe ve din kavramlarını karşılaştırmalı olarak anlama ihtiyacı var sanırım. Felsefe nedir ve ne değildir?
DOÇ.DR.TUNCAY İMAMOĞLU: Haklısınız, öncelikle felsefe kavramı üzerinde durmanın faydalı olacağına inanıyorum. Bilindiği gibi “felsefe”, Yunanca “philosophia” kelimesinden Arapçaya, oradan da dilimize girmiş bir kavramdır. Philosophia kavramı, “philo” ve “sophia” kelimelerinin bileşiminden oluşmuştur. “Sophia” Yunanca’da “bilgelik ve hikmet” kavramlarına karşılık gelmektedir. Pisagor’a kadar Yunan literatüründe sophia kelimesi kullanılmıştır. Yani bu düşünürden önceki düşünürler kendilerini bilge, hikmet sahibi insanlar olarak nitelendirmişlerdir. Pisagor ise, gerçek anlamda bilge ve hikmet sahibi olmanın ancak Tanrı için söz konusu olabileceğini ifade ederek, insanın mutlak bilge ya da hikmet sahibi olmasını imkânsız görmüş, onun ancak hikmeti ya da bilgeliği seven kişi olacağını ifade ederek “sophia” kelimesinin önüne “philo” kavramını ilave etmiştir. “Philo” kelimesi ise seven anlamına gelir. Dolayısıyla Pisagor’a göre, insan gerçek anlamda bilge ve hikmet sahibi olamayacağı için ancak hikmeti seven olabilir. İşte felsefi düşüncede“philosophia” kavramı Pisagor’dan itibaren kullanılmaya başlanmıştır.
TÜRKÇE’DE FELSEFE VE YÜKLENEN ANLAM
Görülüyor ki, Türkçemizde kullandığımız felsefe kelimesi hikmeti ve bilgeliği seven anlamını ihtiva etmekte, filozof kavramı da tecrübeli olmaya istekli, bilmeye ilgi ve sevgi duyan anlamına gelmektedir. İşte ilk çağlarda “hikmet ve bilgelik sevgisi” olarak kabul edilen “Philosophia”’nın (felsefe), temel esaslarından birisi olan “Hikmet”, hem ilim, hem de fazilet anlamlarını ihtiva etmektedir. Buna göre felsefe sözünden hem olup biteni bilme, hem de iyi olanı keşfetme anlamlarını çıkarabiliriz. Ünlü İslam Filozofu İbn Sina felsefeyi şu şekilde tanımlamaktadır: “felsefe, insanın objelere, tüm hakikatlere vakıf olabileceği kadar vakıf olması, onların sırrına ermeye çalışması”dır. Kur’an’da Allah’ın bazı kullarına hikmeti verdiği ifade edilmektedir. Kur’an’da geçen bu ifadeyi yorumlarken kimi düşünürler, burada kastedilen hikmet ehlinin hadis ilmiyle, kimileri tefsir ya da fıkıh ilmiyle, kimileri de felsefe ya da kelamla uğraşanlar olduklarını ifade etmişlerdir. Yani tabiri caizse insanlar hangi ilimle uğraşıyorlarsa hikmetin de bu ilmin içinde var olduğunu ileri sürmüşlerdir.
FELSEFE, HİKMET ARAYIŞI MIDIR?
ERTAŞ: Felsefe kavramının sözlük anlamı itibariyle bizdeki karşılığı hikmet, filozofun da hükemâdır, diyebilir miyiz?
İMAMOĞLU: Arapça’daki “hikmet” kelimesine baktığımızda onun da Yunancadaki “sophia” kelimesinin anlamlarını ihtiva ettiğini görebiliriz. Yani hikmet kelimesi Arapça’da bilgelik anlamına gelmektedir. Hikmetle uğraşan kimseye ise “hakim”denir. Bu kelimenin çoğulu “Hükema”dır. Hakim, hikmet ve felsefeyle meşgul olan demektir. Bu yüzden İslam dünyasında hikmet ve felsefe kelimeleri eş anlamlı olarak görülmüştür. Hatta Batı dünyasında da bu şekilde anlaşılmaktadır.
BİLGİYE ERİŞİM VE VAHİY
ERTAŞ: Yunanca hikmet sevgisi anlamındaki felsefenin başlıca üç bölümü olan ontoloji(varlık), epistemoloji(bilgi), değerler(etik, estetik) aynı zamanda dinin ele aldığı meseleler değil midir? Ya da bilgi üreten felsefe, bilgiyi vahiy yoluyla veren dinle çatışmaz mı?
İMAMOĞLU: Din ve felsefenin ilgilendiği konular aşağı yukarı aynıdır. Her ikisi de, insanların karşılaştığı önemli problemlerle ilgilenir. Gerek felsefe gerekse din, gerçekliği bir bütün olarak ele alıp, kuşatıcı bir dünya görüşü ortaya koyma gayretindedir. Ancak bu gerçekliği ortaya koyma biçimleri farklılık arz etmektedir. Felsefe, varlık ve değer hakkında bir yargıya varmak için, varlığın farklı boyutlarını tutarlı ve kuşatıcı bir şekilde ilişkilendirme yoluna giderek, çoğu kez tümevarımsal bir yol takip ederken, din ise varlığın ve değerin kaynağına ilişkin soruları doğrudan Tanrı’dan başlayarak tümdengelimsel bir şekilde cevaplandırmaya çalışır. Felsefenin özü düşünmek, dinin özü ise Gazali’nin deyimiyle ruhani bir zevk halini yaşamaktır. Felsefe yaparken bir fikre sahip oluruz. Dini ise yaşarken anlar, duyar ve ibadet ederiz. Fakat dua ve ibadetin tefekkür yanı olduğu gibi, tefekkürün de dini bir boyutu olabilir. Örneğin, Kur’an’ın teşvik ettiği türden bir tefekkür, bir çeşit ibadettir. Bu yüzden İbn Rüşt, hikmetle meşgul olmayı, yani felsefe yapmayı dini açıdan gerekli görmüştür. İbn Rüşt “Fasl’ül-makal” adlı eserini bu görüşünü ispatlamak maksadıyla kaleme almıştır. İbn Rüşt’ün bu görüşünde bir gerçeklik payı olmakla birlikte, Mehmet Aydın’ın da ifade ettiği gibi, din ve felsefenin iki ayrı saha olduğunun söylenmesinde yarar vardır. Kur’an hikmetlerle dolu bir kitaptır ancak yine de o bir felsefe kitabı değildir.
FELSEFE DİN’İ REDEDEMEZ
Felsefenin bilmeye ilgi ve sevgi duyma anlamına geldiğini belirtmiştik. Dolayısıyla felsefenin var olan her şeyle ilgilenen bir ilim dalı olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır. Felsefenin ilgilendiği bu şeyleri sizin de ifade ettiğiniz gibi üç ana başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar da varlık (ontoloji) bilgi (epistemoloji) ve değer (aksiyoloji) dir. Felsefe var olan her şey üzerinde yapılan bir düşünme etkinliği olduğuna göre, insanlığın en önemli dinamiklerinden birisi olan dini göz ardı etmesi söz konusu olamaz.
FELSEFE VE DİNDAR İNSAN
ERTAŞ: Felsefenin dinle çatıştığı, dindar insanları tedirgin edici bir yönü yok mudur?
İMAMOĞLU: Felsefe dini incelemek için büyük bir istek ve arzu içindedir. Ancak dini hakikatle ilişkisinde felsefenin biraz kapalı kaldığını söyleyebiliriz. Bir yönüyle felsefe, dini tehdit edici; bir yönüyle de dost olarak kabul edilmektedir. Şüphe uyandıran sorular sorması, inanan insanları tedirgin etmektedir. Bununla beraber, felsefe bizi hayatın tekdüzeliğinden ve yavanlığından kurtararak inancımıza derinlik sağlarsa bu durum tehdidi ortadan kaldırır ve her iki alan arasında dostluğun ortaya çıkmasına vesile olur.
Yukarıda dinlerin çok çeşitli olduğunu belirtmiştik. Dinler çok ve çeşitli olduğu gibi, bir dinin içinde aynı kutsal kitaba dayanan birçok dini ekol de bulunmaktadır. Öyle ise bir dinin felsefesi yapılmak istendiğinde esaslar ve ayrıntılar bütünüyle göz önünde bulundurulmalı ve bir din hakkında varılan hükümleri tüm dinlere uyarlamaktan kaçınmalıdır.
DİN FELSEFESİNİN İLGİ ALANI
ERTAŞ: Buradan Din Felsefesi’nin ilgi alanının, oldukça kritik ve hassas olduğunu çıkarabiliriz…
İMAMOĞLU: Din felsefesi de felsefenin din üzerindeki düşünsel etkinliğinin bir sonucudur. Din felsefesi, din hakkında düşünmenin rasyonel düzlemde en üst seviyesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Din felsefesinin, herkesin kabul edebileceği bir tanımını yapmak güçtür. Ancak bu zorluğa rağmen din felsefesinin, dinin doğası, anlamı, önemi ve geçerliliğine dair bir araştırma, dinin temel iddialarının felsefi incelenişi, dini inançların çözümlenmesi ve kritik bir bakış açısıyla değerlendirilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Kısaca din felsefesi, din hakkında felsefi bir düşünme ve tartışma diye tanımlanabilir. Din felsefesi belli bir dine ait bilim dalı değildir. Felsefenin kullandığı yöntemleri kullanan din felsefesinin bu anlamda konusunu din, yöntemini felsefe ve amacını da dinin felsefi açıdan değerlendirilmesi oluşturmaktadır.
FELSEFE VE DİN
ERTAŞ: Din Felsefe’sinin konusunun din, yönteminin felsefe olduğunu söylediniz. Din Felsefesi her yönüyle bir dini kapsayıcı düşünme yöntembilimine sahip midir?
İMAMOĞLU: Dinin, inanç, ibadet ve ahlak başta olmak üzere pek çok boyutu vardır. Bunların hepsinin doğrudan din felsefesinin düşünme, tartışma ve değerlendirme konuları arasına giremeyeceği açıktır. Çünkü her şeyin akılla açıklanabileceğini veya kanıtlanabileceğini ileri sürmek doğru bir yaklaşım değildir. Gazali’nin “Tehafüt el-Felasife” adlı eserinin önemle üzerinde durduğu şeylerin başında filozofların böyle bir hatayı işlemiş olması gelmektedir. Örneğin filozoflar ruhun ölümsüzlüğünü akli delillerle ispatladıklarını ileri sürüyor, tanrı ile birlikte maddenin ezeli olduğunu ifade ediyorlardı. Gazali ise bunun imkânsız olduğunu, bu konuların akılla izahının mümkün olamayacağını ileri sürmekteydi. Ancak Gazali bunu belirtirken şunu da özellikle söylüyordu: bir şeyin akılla izah edilememesi onun yanlış olduğu ya da ona inanılmayacağı anlamına asla gelmez. Çünkü ona inanabilmemiz için bize başka kaynaklardan bilgiler gelmektedir. O halde diyebiliriz ki; din felsefesi, dinin daha çok felsefenin konularına paralellik veya yakınlık arz eden düşünsel ya da teorik boyutunun veyahut ta temel inanç esaslarının felsefi yaklaşım ve yöntemlerle çözümlenmeye ve değerlendirilmeye çalışılmasıdır. Burada din insana bilgi sunar ve din felsefecisi de sahip olduğu felsefi donanımla dinin sunduğu şey üzerinde düşünür ve onun daha iyi anlaşılmasını sağlar.
DİN FELSEFESİ’NİN EVRENSEL TANIMI YAPILABİLİR Mİ?
ERTAŞ: Dünyadaki bütün dinler Din Felsefesi’nin çalışma alanına girer mi?
İMAMOĞLU: Din felsefesinin yapılabilmesi için, dinin de felsefi düşüncenin de belli bir seviyeye ulaşmış olması gerekmektedir. Örneğin Eski Yunan düşüncesinde felsefi düşüncenin üst bir noktada olduğunu görürüz. Ancak aynı şeyi din için söylememiz mümkün değildir. Yani Eski Yunan’da bizim bildiğimiz anlamda kurumsal bir dinden söz edilemez. Örneğin Platon, kitaplarında hem Tanrı’dan hem de tanrılardan söz etmektedir. Platon’un bu söylemleri o günkü dünyada bir problem doğurmamaktaydı. Çünkü bizim bildiğimiz şekilde bir kurumsal din bu dünyada olmadığı için Platon’un bu ifadeleri de bir problem doğurmamaktaydı. Mesela bir tarih felsefesinin olabilmesi için bir tarihin, hukuk felsefesinin olabilmesi için hukukun, bilim felsefesi olabilmesi için bilimin belli bir seviyede olması gibi, din felsefesinin de olması için ortada kurumsal bir din olmak zorundadır ki, bu dinin üzerinde düşünsel bir faaliyet ortaya koyabilelim.
DİN FELSEFESİ VE EVRENSEL BOYUT
Din felsefesinin evrensel bir tanımını yapmak güç. Bu güçlük her filozofun felsefeyi farklı tanımlamasından ileri gelmektedir. Örneğin idealist geleneğe bağlı bir filozofun felsefe tanımıyla, materyalist felsefe geleneğine bağlı bir filozofun felsefe tanımı kesinlikle aynı değildir. Felsefe dünyanın tüm topluluklarında aynı şekilde yapılamaz. Bu da felsefenin evrensel olmadığını gösterir. Örneğin Batı dünyasında İngiltere’de yapılan felsefe ile Fransa ya da Almanya’daki felsefe aynı değildir. Bu da gösteriyor ki felsefenin evrensel bir tanımını yapmak güçtür. Her filozofun kendi sistemine uygun bir felsefe tanımı yapmasından ve bu filozofların dine bakışları da birbirinden farklı olmasından dolayı, onların din felsefesi tanımları da aynı olmayacaktır. Burada gördüğümüz güçlüklerin aynısını din alanında da görmek mümkündür.
ORTAK TANIMLAMA GÜÇLÜĞÜ
Dünyada bir değil birden fazla dinin olması, bu dinlere mensup insanların hepsinin kabul edebileceği bir din tanımından söz etmeyi zorlaştırmaktadır. Örneğin bir Hıristiyan için din hayatın küçük bir bölümünü içine alırken, bir Müslüman için hayatın tamamını kuşatmaktadır. Bir Budist’in Müslüman ya da Hıristiyanların inandığı aşkın bir tanrısı bulunmamaktadır. Bunun yanında dini konu edinen her disiplin dini farklı şekillerde tanımlayabilmektedir. Örneğin bir psikolog, dini yaşanan bir tecrübe olarak değerlendirirken, bir sosyolog onun içtimai bir müessese olduğunu belirtmektedir. Bütün bu durumları göz önünde bulundurarak İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi dinlerin ortak noktalarından hareketle bir din tanımı ortaya koyabiliriz. Bu üç dine baktığımızda onların üçünde de inançla, ibadetle ve ahlakla ilgili hususların var olduğunu görmekteyiz. Bu ortak noktadan hareketle bir din tanımı yapacak olursak şöyle diyebiliriz: “ Din, ferdi ve içtimai yanı bulunan, inananlara belli bir yaşama tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan kurumdur. Din bir değer koyma, değer biçme ve yaşama tarzıdır”. Bu tanım en azından vahiy kaynaklı üç dini içine alabilecek bir tanımlamadır. Günümüzde yapılan din felsefesi çalışmaları da bu üç din üzerinde odaklanmaktadır. Çünkü günümüzdeki ilgi bu üç din üzerinedir.
DİN FELSEFESİ VE HEGEL
ERTAŞ: Din Felsefesi kavramını ilk defa kim, neden dolayı kullanmıştır?
İMAMOĞLU: Din felsefesi tabirini felsefe literatüründe ilk defa kullanan Hegel olmuştur. Hegel 1821 yılında Berlin Üniversitesinde vermiş olduğu derslerde bu tabiri kullanmıştır. Ancak bu Hegel’den önceki dönemlerde din felsefinin yapılmadığı anlamına gelmez. Nitekim yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, dinin olduğu yerde din üzerinde düşünmede vardır. Örneğin İslam filozoflarının din ile felsefe arasında ortaya koydukları uzlaştırma girişimleri, din üzerine felsefi düşünmekten başka bir şey değildir. Bu filozoflar da din felsefesi yapmışlardır. Ancak onlar kitaplarında din felsefesi diye bir kavramı kullanmamışlardır. Bu kavramı ilk defa Hegel kullandığı için din felsefesi deyince akla hemen bu Alman filozofu gelmektedir.
BATIDAKİ DİN-BİLİM ÇATIŞMALARI
Hegel acaba neden bu kavramı kullandı? Akla Batı dünyasındaki Din-Bilim çatışmaları gelmektedir. Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte yavaş yavaş dışlanmaya başlayan din, aydınlanma ile birlikte çok ileri bir noktaya taşınmıştır. İnsanların artık dine ihtiyacı olmadığı, bilimin önündeki engelin din olduğu ileri sürülmüştür. Ancak daha sonra, dinin bıraktığı boşluğun bilim tarafından doldurulamadığı fark edilmeye başlanmıştır. Nitekim bilimin insanın gönül ve istencinin ihtiyaçlarını karşılaması, içindeki ölümsüzlük arzusunu tatmin etmesi mümkün değildir. Burada dine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu ve bunun gibi birçok konuda böyledir. İşte bu problemlerden dolayı uzun bir süre dışlanan din tekrar gündeme gelmiş ve din ile bilim uzlaştırılmak istenmiştir.
DEVAM EDECEK