BASININ İMTİHANI: ÇATIŞMALARI TARTIŞMAYA DÖNÜŞTÜRMEK
Modern çağın önemli güçlerinden birisi basındır. Basın, bazen bilgiyi doğru bir şekilde halka ulaştırmanın, bazen halkı yönlendirmenin bazen de bilgiyi halktan gizlemenin; bazen demokratikleşmenin, bazen otoriterleşmenin bazen de darbelerin; bazen sevginin, bazen kaosun bazen de nefretin; bazen adaletin, bazen haksızlığın bazen de dengenin aracı olmuştur.
Türk siyasal ve toplumsal tarihinde bütün bu fonksiyonlarına rastlanır basının. İlkeli ve sorumlu basın zihniyeti taşıyanlar zaman zaman hak ve özgürlük mücadelelerinin önemli destekçisi olmuş; sosyal sorumluluk sahibi olmanın gereği olarak çatışmaları tartışmaya dönüştürmüş; suç, şiddet ve çatışmaları önlemek için bireysel, etnik ve dini hakların korunmasına aracılık etmiş; doğru yerde ve doğru tarafta olmanın bedeline de katlanmıştır.
Basının bir kısmı ise zaman zaman darbecilerle işbirliği halinde Başbakanı ve Bakanları idama götürmenin; yalan yanlış haberlerle hükümetleri deviren güçlere aracılığın; belirli bir toplumsal ve/veya ideolojik kesimi gayrimeşru ilan ederek o gruplara mensup insanları hapislerde çürütmenin ve işinden etmenin malzemesi olmuştur. Kısacası bazen otoriter bir tavır takınmış bazen de sosyal sorumluluklarının gereğini yapmıştır.
Basın için en problemli alan; siyaset, sermaye ve bürokrasiyle kurduğu ilişkidir. Hiç şüphesiz basın, siyaset alanının politikalarını ve faaliyetlerini topluma aktaracaktır. Siyasi örgütlerin toplumu geliştirmek, halka fırsat oluşturmak için yaptığı eylemleri topluma aktarmak ve doğru bilinç oluşturmak basının görevleri arasında olmalıdır. Basının da bir tarafı olacaktır şüphesiz. Bu taraf olma hali, basının “sosyal sorumluluk” görevinin bir sonucu olduğu müddetçe gerekli olan da bir şeydir. Ama basının amacı hiçbir zaman ve hiçbir şekilde salt kendi patronunu, kendi ideolojik kümesini veya siyasal iktidarı desteklemek olmamalıdır. Başka bir ifadeyle basının amacı, ne olursa olsun bürokratların, siyasilerin ve sermayedarların oluşturduğu egemen güçlerin fikirlerini, eylemlerini ve taleplerini topluma aktarmak ve toplumun egemen düzene rızasının sağlanmasına yardımcı olmak olmamalıdır. Tecrübeler göstermektedir ki bu durum, içerisinde kısmi faydalar sağlasa dahi uzun vadede otoriter ve halktan kopuk yönetimlere zemin hazırlamaktadır.
Medyanın amacı halkı eğitmek veya ihtilaflı konularda hakimlik yapmak da olmamalıdır. Medyanın temel görevi halkı ilgilendiren konulara ilişkin enformasyonu ve düşünceleri aktarmak olmalıdır. Aksi takdirde medya resmi ideolojinin aktarıldığı bir okuldan veya taraflar arasında karar veren mahkemelerden farksız olmaz.
Dünya örnekleri göstermektedir ki kamuoyunu bilgilendiren, toplumu ilgilendiren meselelerde tartışma zemini oluşturan; iktidarları denetleme ve gözetim yapma amacı taşıyan; toplumun görüşlerini tarafsız bir şekilde yansıtan; değişik konularda halkın yönlendirilmesi için devletin veya hükümetin bir aracı olmayı değil, halktan hükümete doğru bir değişime aracılık eden; halkı tarafsız bir şekilde değişik yaklaşımlar ve alternatifler hakkında bilgilendiren bir basın, demokratikleşmenin ve hak ve özgürlüklerin yerleşik hale gelmesinin çok önemli bir “yapıcı gücü” olmuştur.
Türkiye, basın ile siyaset, sermaye ve bürokrasi arasındaki ilişkinin nedenleri ve sonuçları açısından önemli deneyimlere sahiptir. Her şeyden önce Türkiye’de sorumlu ve tarafsız bir basın olmayı engelleyen iki neden bulunmaktadır: Bunlardan ilki medya kartellerinin ekonomik çıkar kaygısıyla kendi şirketlerini koruması ve iktidarla ilişkilerinde kamu çıkarlarından çok şirket çıkarlarını öne çıkartması, ikincisi ise siyasal partizanlıktır.
Türkiye’de sermaye oluşumu, hükümetlerin kurulması, siyaset dışı güçlerin devlet yönetimine etkisi, büyük çoğunlukların devletten ve siyasetten uzak tutulması gibi olayların en önemli araçlarından birisi basın olmuştur. Bunu görmek için 1960, 1980, 1971 ve 1997 öncesi ve sonrası basının tutumuna bakmak yeterli olacaktır.
Geleceğimizin daha demokratik ve müreffeh olması aynı zamanda basının nerede ve nasıl durduğuna bağlıdır. Hiç şüphesiz basın, yukarıda bahsedilen iki konuda da halkın tarafında, hak ve özgürlüklerin yanında olmalıdır.
Diğer önemli bir konu ise basının yönlendirme ve manipüle etme gücüdür. Zira basın, bilgiyi topluma aktarmanın aracı olmakla birlikte, aktarılacak bilgileri önemli hale getirme ve/veya önemsizleştirme gücüne de sahiptir. Yani basın, gündem oluşturma ve halkı yönlendirme gücünü bünyesinde bulundurmaktadır. Halk ise medyanın öncelik verdiği konulara öncelik verme eğilimindedir. İnsanlar kitle iletişim araçlarından sadece konuların ne olduğunu öğrenmezler aynı zamanda öncelik sırasını da öğrenerek konular arasında bir önem sıralaması yaparlar. Dolayısıyla gündemdeki konulara da çoğu zaman medyanın verdiği öneme paralel önem verirler. Bu durumda, hayati öneme sahip bazı konular halktan gizlenebilir veya tersi olabilir. Yine basın aracılığıyla, azınlık bir kitleye ait fikirler sanki çoğunluğun fikriymiş gibi yansıtılabilir. Böylece büyük çoğunluk baskılanmış ve “sessizlik sarmalına” itilmiş olur. Sarmala göre eğer medya azınlığı desteklerse, çoğunluk kampı sessiz çoğunluk haline gelir. Türkiye’de büyük çoğunluklar, uzun yıllar bu sarmalın içerisinde baskılanmış, ayıplanmış ve dışlanmışlardır.
Türkiye’de demokratikleşmenin ve insan hak ve hürriyetlerinin daha yerleşik hale gelmesi ile birlikte basın anlayışımız da daha yüksek sosyal sorumluluğa ulaşacaktır. Zira toplumda hiçbir unsur bir diğerinden bağımsız değildir. Gelişmişlik ve geri kalmışlığın sebepleri bütüncüldür. Demokratikleşme, ekonomik gelişme, basın özgürlüğü ve sorumluluğu birbirini etkileyen ve birbirinden etkilenen faktörlerdir. Türkiye geliştikçe, bu unsurlar da gelişecek ve birbirlerini daha olumlu etkileyeceklerdir.
Türkiye’nin gelişmesinde, geçmişten daha fazla bugün basına sorumluluk düşmektedir. Hiç şüphesiz basınımızın bu sorumluluğu taşıyacak tecrübesi ve birikimi bulunmaktadır. Önemli olan; güç ve çıkar ile adalet, demokrasi, hak ve özgürlükler denkleminde basının nerede duracağıdır. Geleceğimiz biraz da bu tercihe bağlı olacaktır.
Erzurum’da bu tecrübe ve birikimin diğer illere göre daha iyi olduğu bir gerçektir. Yeter ki şehrin gelişmesi için çaba sarfedenlerle aynı yöne bakabilelim. Kısır bir parti taraftarlığını, sadece kendi mahallemizin çıkarlarını, kendi cemaatimizin adamlarını öncelemekten ve korumaktan vazgeçtiğimizde şehir için çalışanlar açığa çıkacaktır. Kurumsal olarak Erzurum medyasının küçük hesap peşinde olanlara prim vereceğini düşünmüyorum. Erzurum basını, Erzurum’a katkı sunan veya sunma niyeti taşıyanları büyük oranda desteklemektedir. Bunu yapan basın mensupları her kesimden taktir görmekte, saygı duyulmaktadır.
Türkiye’ye hizmet eden, Erzurum’a emek harcayan basın mensuplarımızın 10 Ocak Basın Günlerini kutlar, esenlikler dilerim.