ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Oltu AK Parti’de Yavuz güven tazeledi
Oltu AK Parti’de Yavuz güven tazeledi
Erzurum’da bin 133 mahalle yolu ulaşıma kapandı
Erzurum’da bin 133 mahalle yolu ulaşıma kapandı
Erzurum’un 19 ilçesinde kar tatili
Erzurum’un 19 ilçesinde kar tatili
Emniyetten kaçak göçmen operasyonu
Emniyetten kaçak göçmen operasyonu
Üniversite öğrencilerine siber bilgilendirme
Üniversite öğrencilerine siber bilgilendirme
HABERLER>ARAŞTIRMA İNCELEME
9 Temmuz 2010 Cuma - 04:48

Varlığı Diri Tutan Yakarış: Dua*

Dr. Yaşar Yiğit/Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi/Kelime olarak, çağırmak, davet etmek, istemek ve yardım talep etmek anlamlarına gelen dua terimi dinî literatürde; Allah’ın yüceliği karşısında kulun/insanın aczini ve zafiyetini itiraf etmesi, sevgi ve saygı ile O’nun lütuf ve yardımını, dünya ve ahirette nimet ve iyilikler ihsan etmesini, günah ve kusurların bağışlanmasını dilemek şeklinde tanımlanmaktadır.

Varlığı Diri Tutan Yakarış: Dua*

Kelime olarak, çağırmak, davet etmek, istemek ve yardım talep etmek anlamlarına gelen dua terimi dinî literatürde; Allah’ın yüceliği karşısında kulun/insanın aczini ve zafiyetini itiraf etmesi, sevgi ve saygı ile O’nun lütuf ve yardımını, dünya ve ahirette nimet ve iyilikler ihsan etmesini, günah ve kusurların bağışlanmasını dilemek şeklinde tanımlanmaktadır.
Dua; hangi açıdan bakılırsa bakılsın özü itibarıyla bir kutsala yakarıştır, teslimiyettir. Bu yakarış, sadece insana özgü olmayıp “cüz”den “kül”e, zerreden kürreye Yüce Allah’ın yarattığı varlıkların lisanı haliyle dile geldiği ortak niteliktir. Nitekim, “Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Saff, 1) ayeti canlı-cansız hemen her yaratılanın bir şekilde Kadir-i Mutlak’ı tespih ettiğini ifade etmektedir. Dua, tespihi de içeren bir yakarıştır şüphesiz.
Beden ve ruhtan müteşekkil insan duyu ve duygularıyla, düşünce ve hedefleriyle Allah’ın yarattığı muciz bir varlıktır. Evrendeki diğer yaratılanlara nispetle sahip olduğu birikim ve yeteneklerle insan, her ne kadar güçlü bir varlık gibi gözükse de çoğu zaman acziyetini telafi edebileceği, karşılaştığı sorunlarda kendisinden yardım isteyebileceği, açmazlarda kendisine sığınabileceği güçlü, müşfik, kadir bir varlığa gereksinim duymaktadır. Onun yaratılış kodlarındaki/özündeki bu güçlü olana bağlanma ve yakarış duygusu, aslında insanı daha da güçlü ve diri kılabilmektedir.
İnsanın bu yakarış öyküsü ve gereksinimi sadece bu gün değil geçmişten ânımıza kadar süregelen bir nitelik veya davranış biçimi olarak varlığını devam ettirmiştir. Öyle ki bu özden yakarış ihtiyacı ve öyküsü, atamız Âdem ve eşi ile başlamış ve insanoğlu var olduğu sürece de devam edecektir. Kur’an, insanoğlu ile yaşıt bu tarihî yakarışa, “Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (Araf, 23) ayetiyle tanıklık etmektedir. Ne kadar anlamlı bir yakarış değil mi? İnsan sadece başkalarına zulmetmez. Belki de insanın en büyük zulmü kendisinedir. İlahî bağlamda mükerrem oluşun/saygınlığın zayi edilmesi, ilahî zeminden saparak var oluşun hikmetini kaybetmek en büyük zulüm değil midir? Şüphesiz diğer zulümler de bu düşüşle bağlantılıdır.
Diğer taraftan Rahman ve Rahim olan Yüce kudretin af ve merhametinden uzak kalış, hamulesi acziyet ile yoğrulmuş insan için ne büyük bir hüsrandır. Evet, O’nu kaybeden varlık adına neyi bulmuştur ki… Biçimsel olarak sergilenen ritüel ve hareketler, amaç ve hedefler bir tarafa dua ile aciz/bitap/bikes kimse daha da güç kazanmaktadır.
Varlığını, acziyetten uzak kudret sahibi, her daim var olana bağlamak, şüphesiz beraberinde bir güveni getirmektedir. Mümin özelinde duayı değerlendirdiğimizde; sahipsiz olduğumuz bir anda sahibimizin olduğunu bilmek, sesimizi kimsenin duymadığı, bizi kimsenin göremediği bir ortamda/yerde duyan ve gören birisinin oluşu, gönül ve zihin dünyamızın perdelediği, iç âlemimizin derinliklerine gömdüğümüz ızdırap ve gözyaşlarımıza şahit/habîr ve kâfî/şâfî birinin olduğu inancı elbette anlatılamayacak derecede önemli bir güvendir. Bu itibarla duanın, Allah ile kul arasında güven sağlayan kuvvetli bir bağ olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz’in, duayı ibadetin/kulluğun özü olarak nitelendirmesini bu paralelde değerlendirmek daha bir anlamlı olacaktır. (Tirmizi, Deavat 1)
Yaratılış hikmet ve amacından sapmış, nefisleri işledikleri gayrimeşru her eylemi kendilerine süsleyen kimileri duadaki yakarışın insan onur ve saygınlığı ile özdeşleşmediği kanaatindedir. Bu kanaat, duanın/yakarışın yöneldiği varlık/kudrete göre isabetli veya isabetsiz olarak değerlendirilebilir. Nitekim kendisi gibi aciz, muhtaç bir varlık ya da yaratığa âdeta yerlerde sürünürcesine çok basit ihtiyaçları için yalvarıp yakaran kimse bağlamında düşünüldüğünde bu kanaatin doğru olduğu söylenebilir. Zira böylesi bir tutum ve davranışta insanlık onurunun zedelendiği aşikârdır.
 Oysa insanlık adına ilk örnek yakarış, bir ve tek olan Allah’a idi. Ne var ki tarihsel süreçte doğru ve makbul eksene oturmuş bu anlamlı yakarış, mükerrem varlığa yakışmayacak farklı zeminlere kaymıştır. Buna karşılık ilk günkü gibi (Âdem ve eşinin yakarışı) her türlü nakisadan münezzeh ve hiçbir varlığa ihtiyaç duymayan müstağni bir ilaha/Allah’a yakarışın böyle bir kanaate mesnet teşkil etmesi isabetli olmayacağı gibi böylesi bir varlığa yakarıştan uzak kalmak da yaratılış ve varlık amacı açısından ayrı bir mahrumiyet olacaktır. Zira Kur’an-ı Kerim’de, “Ey Muhammed! De ki: “Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.” (Furkan, 7) ayetiyle, insanın Yaratıcı Kudret nazarındaki değerinin kulluğu/ibadeti/duası ile ilintili olduğu gayet açık bir şekilde vurgulanıyor.
Peygamberimiz (s.a.s.) de, “Kim Allah’a dua etmezse, Allah ona gazap eder.” (İbn Mace, Dua, 1) buyurmak suretiyle dua ile Rabbine yönelen mümin kimselerin Allah’ın gazabından korunacaklarına işaret etmiştir. Bu itibarla dua, ibadetin önemli bir aşamasıdır. Şüphesiz buradaki duadan kastımız, dua normlarına sıkıştırılmış metinlerin içkinlikten uzak bilinçsizce tekerrürü ya da okunması değil, genel olarak öz, eylem ve söz bütünselliği içerisinde samimiyetle Allah’a yöneliştir. Rabbimiz, ihlas ve samimiyetle kendisine yönelen hiçbir gönlü/eli boş çevirmeyeceğini taahhüt etmektedir. “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara, 186), “Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim…” (Mümin, 60) ayetleri, Rabbimizin kendisine samimiyetle yönelen “öz”lere, göz ve gönüllerin idrak edemeyeceği şekilde karşılık vereceğini dile getirmektedir.
Dualarımıza cevap/karşılık verilmesini, bizim çoğu zaman dönemsel isteklerimizin aynıyla yerine getirilmesi şeklinde anlamak ve algılamak, dinimizin dua emir ve tavsiyelerinin amacına uygun değildir. Zira bazen, sadece bugünü, hâlihazırdaki heves ve arzularımızın gereğini düşünerek kendi talep çerçevemizi daraltmış, yarınları ve bizimle münasebeti olan daha başka şeyleri gözden kaçırmış olabiliriz.
Alîm olan Allah ise, hem bugünümüzü hem de uzak-yakın yarınlarımızı iç içe görüp-gözeterek, bizim daralttığımız hususları açar, genişletir; merhamet ve hikmetinin derinliğine göre belki de bizim farkında olmadığımız çok yönlü karşılıklarda/cevaplarda bulunur. Söz gelimi, hasta sadece şikâyetini dile getirir; şikâyete bağlı olarak hangi ilacın iyi geleceği hekimin takdir ve hikmetine bırakılır. Bazen hasta istemediği halde, ağrısının hemen dinmesini beklerken canı yanabilir, tatlı bir ilaç umarken, acı bir ilacı içmek zorunda kalabilir. Bu durumda hastanın “hekim beni dinlemedi” sözü gerçeği yansıtmamaktadır. Hekim hastayı dinlemiş, ona tababetin gerekleri doğrultusunda icabet etmiştir.
Diğer taraftan Allah, hâlihazırdaki durumumuzu aydınlatırken yarınlarımızı karartmaz, bugünün ışıklarını yarınların zulmeti haline getirmez ve bize iltifatlarda, teveccühlerde bulunurken başkalarına kesinlikle mahrumiyet yaşatmaz. Bu itibarla duanın tezahürlerinde ya da sonuçlarında aceleci davranılarak ümitsizliğe düşülmemelidir. Duaya konu olan mevzuda fiili her türlü gayretimizi gösterdikten sonra hayrı talep ederek sadakatle ona teslim olmak, müminlere yaraşan en güzel tutumdur. Zira “Allah, hayâ sahibidir, çok kerimdir. Bir insan iki elini kaldırıp dua ettiği zaman, O, kalkan iki eli boş çevirmekten hayâ eder.” (Tirmizi, Deavat, 118) hadisi, kendisine gönül ve el açıp samimiyetle yöneldiğimiz Rabbimizin böylesi bir durumda bizleri boş çevirmeyeceğini ifade etmesi açısından calibi dikkattir.
Şu kadar var ki, duanın kabul veya reddinde kişinin dinî hüküm ve değerlere karşı olan hassasiyet ve sadakati de önemli bir yer tutmaktadır. Söz gelimi helal-haram duyarlılığı duanın kabulünde çok etkindir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.), “Allah Teala temizdir; sadece temiz olanları kabul eder. Allah, peygamberlerine neyi emrettiyse müminlere de onu emretmiştir. Cenab–ı Hak peygamberlere: ‘Ey peygamberler! Temiz ve helal olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!’ buyurmuştur. Müminlere de: ‘Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin.’ buyurmuştur.” Rasul–i Ekrem daha sonra şunları ifade etti: “Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak: Ya Rabbi! Ya Rabbi! Diye dua eder. Halbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!” (Müslim, Zekât, 65) buyurarak, kişinin helal-haram duyarlılığının duasının kabulünde ne derece etkin olduğunu dile getirmiştir. Tasavvuf kültüründeki “Halkın duası söz, zahitlerinki davranış, ariflerinki hal iledir.” kabul ve söylemi, bakış açısına göre farklı algılama ve yorumlara mesnet teşkil etse de duadaki içkinliği/özdenliği yansıtması açısından zikre değerdir.
Dua, aynı zamanda zikirdir. Zikir ise, her şeyden önce farkındalıktır, huzur ve teskindir. Nitekim “…Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 28) ayeti, zikrin bu yönüne dikkat çekmektedir. Aslında duada zikrin bir nevi olarak beklentilerimizin, korkularımızın, ümitlerimizin, günümüzün, yarınımızın farkına vararak tek melceimiz olan Allah’a gönül huzuruyla yöneliştir, sığınmadır, teslimiyettir. Bu itibarla dua, varlığımızı, gönlümüzü diri tutan bir yakarıştır. Evrende bulunan hemen her varlık bu yakarışa/tespihe/zikre lisanı haliyle ortaktır. “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, onu hamd ederek tespih etmesin. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir, çok bağışlayandır.” (İsra, 44) ayeti, bu gerçeği dile getirmektedir.
Dua, saygı, sevgi, tevazu ve ümitle Rabbimize en güzel biçimde yakarıştır. Bu yakarışın sadece sözel bir yakarma olarak algılanmaması gerekir. Şüphesiz Kur’an-ı Kerim’de bizlere duanın adabından hangi formlarda yapılacağına kadar çok güzel örnekler sunulmaktadır. (Örnek olarak bkz. Al-i İmran, 147; Araf, 23; Hud, 47; Nuh, 28) Sözlü duanın yanında amacımızı gerçekleştirmeye yönelik fiili duamızı da ihmal etmememiz hedefe ulaşabilmemiz için zorunluluk arz etmektedir. Zira Kur’an-ı Kerim’de, “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 39) buyurulmak suretiyle bu hakikate dikkat çekilmiştir.
Geleneğimizde duanın ayrı bir yeri olduğu bilinen gerçektir. Öyle ki edebiyatımıza, dinî literatürümüze hep konu olmuştur dua.
Kitaplarımız, dua ile başlamış, kalemlerimiz, dua ile yazmış, külliyatımız, dua ile okunmuş, tezekkür ve tefekkür edilmiş...
Eşler, anneler, babalar, çocuklarını; dostlar, ahbaplarını, dua ile uğurlamış her dem...
Evimizin kapısı dua ile açılmış, dua ile kapanmış…
İşyerlerimiz aynı şekilde… Istırap ve hasretlerimiz, dua ile dindirilmiş…
Gün, dua ile başlamış, dua ile bitmiş…
Hayata dua ile göz açmış, dua ile göz kapamışız…
Dahası mebde ve mead bütünselliği içinde vuslat ve firkat her dem dua ile buluşmuş… Sonunda duası olmayan dil, duası olmayan din ve medeniyet olamaz denilmiş… Bu söz gerçekten anlamlı ve çok derinlikli…
Bu yapılanma birey ve toplum olarak bizlere huzur, kanaat, teslimiyet, sadakat ve samimiyet gibi insani ve ahlaki değerleri bahşetmiş…
Belki bu gelenekten biraz uzaklaştık. Dinî hayatımızın, ibadetimizin, duamızın içkinlikten ziyade formel normlara uygunluğunun yeterli görülmesi bizleri mekanikleştirerek yüzeyselliğe mahkum etti. Bir başka ifadeyle kabuk özü perdeledi.
Çağımızda birey ve toplumların, insanlığın çektiği sancıların, acı ve ızdırapların oturduğu ana zemin bu değerlerden mahrumiyet değil midir? Elbette söz konusu değerlerden yoksunluğun karşılaşılan huzursuzluk tablolarındaki payı inkâr edilemeyecek kadar açıktır.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, dua varlığı diri tutan, sözlü ve fiili gayreti içeren, sevgi, saygı, sadakat, teslimiyet, edep ve tevazu yüklü bir yakarıştır. Bu itibarla şov ve gösteriş kokan ya da yaldızlı sözlerle hemen her ortam ve ekranlarda ilgili ilgisiz dua örnekleri sunma gayretleri ya da çılgınlığı, dinî açıdan tasvip edilecek gibi değildir. Ayrıca Allah katında bu tür amaçlara yönelik duaların makes bulmayacağı da açıktır.
 
*NOT:Bu yazı Diyanet İşleri Başkanlığı Web sitesinden “2010 Kuran Yılı” bilgilendirme etkinliği çevresinde alınarak, yayına konulmuştur.
 

 
 
Kur’an Eğitimi ve Yaz Kur’an Kursları
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Gençler işsiz geziyor
Türkiye'de, genç nüfustaki işsizlik oranı 2008'de yüzde 20,5 iken geçen yıl yüzde 25,3'e çıktı.
İşsizlik sorunu çözüm bekliyor
Türkiye Metal Sanayicileri Sendikasının (MESS) işçi ve işverenlere yönelik ...
Tarihi çarşılar yok oluyor
ERZURUM(İHA) - Bursa Büyükşehir Belediyesi, ÇEKÜL ve Tarihi Kentler Birliği ...
 
3 Temmuz 1919’dan-3 Temmuz 2010’a Milli Diriliş
Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dan ayrılırken yakın arkadaşlarına söylediği ...
Ebedî Yatırım..
Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal /Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi/Sevgili Peygamberimizin ...
Allah’ın Ayetlerine İman Edenler, Mümin ve Müslümandır
Doç. Dr. İsmail Karagöz-Diyanet İşleri Başkanlığı İç Denetçisi/Allah’a ...
 
Ermeni Yalanları ve Emperyalizm
AYHAN TÜRKEZ (İHA) - Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkilerini Araştırma ...
Özlemle Beklenen Rahmet İklimi: Üç Aylar
Prof. Dr. Mehmet Soysaldı/Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim ...
Kutlu Geceler: Kandillerimiz
Kandiller, yıldızların semayı aydınlattığı gibi yüreklerimizi aydınlatan ...
 
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
İş Yapma Ayrı Sahiplenme Ayrı İştir Ve Erzurumspor
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Kayyım uygulaması milletin ortak talebidir
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Onurun 41. Yılı
İslamhan Bulutlar
İslamhan Bulutlar
Peki bu işleri kim yapsın?
Ayhan Kara
Ayhan Kara
Bevval-i Ceh-i Zemzem: FETÖ ve İblis..
Can Umut Avcıgil
Can Umut Avcıgil
Hitabetin İhtişamı ve Hikâyenin Gücü
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurumspor’un Yeni Sezon Önceliği:

a. Ligde kalmak
b. Playoffa kalmak
c. İlk iki için mücadele


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva