Mekke’de düzenlenen II. Uluslararası İslâm Konferansı, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in kapanış konuşmasıyla sona erdi. “İslam Dünyasının Problemleri ve Çözüm Önerilerinin” tartışıldığı konferansta 58 ülkeden katılan İslâm âlimleri adına kapanış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, İslam dünyasına önemli mesajlar verdi. İslam coğrafyasında yaşanan sorunların temel nedenlerine dikkat çeken Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle;
“SÖZÜN TÜKENDİĞİ ZAMANLARDAYIZ…”
Bugün İslâm dünyasında olup bitenler sözün tükendiğini gösteriyor. Sayısız meydan okumalarla karşı karşıyayız. Âlimler göstermelik toplantılarla ve konferanslarla zaman kaybetmemelidir. Başta İslâm bilginleri, düşünürleri ve araştırmacıları ciddi bir özeleştiri yapmak zorundadır. Bugün İslâm dünyası gerçekten İslâm’ın dünyası mıdır? Şunu açıkça itiraf etmeliyiz ki, İslâm dünyasının bu zor süreçlerinde İslâm âlimleri, İslâmî kurumlar olarak üzerimize düşen asgari görevleri yerine getirememiştir. İçinden geçtiğimiz süreçleri dahi doğru okumakta zorluk çektik. Çekmeye de devam ediyoruz.
“BİRLİĞİN KAYNAĞI OLAN DİN NASIL OLUR DA TEFRİKANIN KAYNAĞI HALİNE GELİR?...”
Tevhidin, birliğin, beraberliğin, kardeşliğin yegâne kaynağı olan din, nasıl oldu da tefrikanın, ayrımcılığın kaynağı haline geldi. Bugün hepimizin bu soruyu yüksek sesle sorması gerekir. İslâm’ın asıl gayesi ırkı, dili, rengi, coğrafyası, kültürü farklı insanları aynı inanç, ideal, gaye etrafında birleştirmek, yeryüzünü birlikte imar etmelerini sağlamak, insanlar arasında her türlü düşmanlık ve ayrımcılığı ortadan kaldırmaktır. Ancak bugün insanlar, bütün ayrımcılıklarına dinden bir mesnet bulmaya başladılar. Din, ötekileştirmenin aracı haline geldi.
“BARIŞIN KAYNAĞI OLAN DİN, NASIL OLDU DA ŞİDDETİN KAYNAĞI HALİNE GELDİ?...”
Barışın, huzurun, esenliğin kaynağı olan din, nasıl oldu da şiddetin, savaşın, terörün kaynağı oldu. Bugün Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Nijerya’da, Etiyopya’da, Somali’de, Pakistan’da, Afganistan’da karış karış bütün İslâm dünyasında mümin, mümin kardeşini neden katlediyor. Bütün bunları sadece dış güçlerin müdahaleleri ile izah etmek yeterli midir? Her bir katilin elinde silahla beraber ayetler, hadisler dolaşıyor. Bunu nasıl izah edeceğiz? Bunda biz İslam bilginlerinin taksiri yok mudur?
“MEDENİYETİMİZİN OKULLARI OLAN MEZHEPLER NASIL OLDU DA ÇATIŞMA KAYNAĞI OLDU?...”
Din-hayat, din-siyaset, din-devlet, din-insan ilişkilerini yeniden ele alma zarureti hâsıl olmuştur. Bugün İslâm dünyasında üretilen bilgi, bütün bu ilişkileri doğru kurmaya yetmiyor. İnsan yetiştirme düzeneklerimizi, bilinç oluşturma mekanizmalarımızı yeniden ele almalıyız. Dini okullarımızın, medreselerimizin, İslâm üniversitelerimizin müfredatlarını, programlarını, âlim yetiştirme anlayışlarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz.
“GÜCÜN AHLAKI MI, AHLAKIN GÜCÜ MÜ?...”
Hz. Peygamberin bir tanımına göre İslam güzel ahlaktır. O, güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilmiştir. İman ve ibadetin dünyadaki gayesi ahlaklı birey, ahlaklı toplum oluşturmaktır. Güç, ahlakın kaynağı değildir. Ahlakın gücüne inanmayan güç, iyilik, erdem, fazilet üretmez. İslam dünyasındaki en büyük sorunlardan birisi gücün, ahlaka teslim olmamasıdır. Gücün kendi ahlakını üretmesidir.
“DEĞER ÜRETEN DİNDARLIK MI? DEĞER TÜKETEN DİNDARLIK MI?...”
Din, bizatihi değerler manzumesidir. İnsani bütün değerlerin kaynağıdır. Dindarlık bütün yüce değerleri içine alan bir hayat tarzıdır. Ancak bilgi, iman, ibadet, ahlak dengesi doğru kurulamazsa, dinin içine heva, heves, menfaat, istismar karışırsa, dindarlık değer üretmez, var olan değerleri tüketir. Özünü kaybetmiş, kalbi ve ruhi boyutunu yitirmiş şeklî dindarlık değer üretemez. Bilakis değerleri tüketir. Riya, imaj ve gösterişe dayanan aldatıcı dindarlık, değerleri tüketen bir dindarlıktır.
“BİLGİ, FİKİR, KÜLTÜR, SANAT, EĞİTİM OLMADAN MEDENİYET OLMAZ...”
Müslüman toplumların kendi kendilerini idare etmeleri en tabii hakkıdır. Sömürge ve uydu yönetimlerden sonra Müslüman halkların kendi idarelerini ele almak için verdikleri bağımsızlık mücadeleleri kutsaldır. Ancak şu iyi bilinmelidir ki, bilgide, fikirde, düşüncede, eğitimde, kültürde ve sanatta iktidar olmadan siyasette ve idarede iktidar olunmaz. Bugün Müslüman toplumların yaşadığı hayal kırıklıklarının büyük kısmı bundan kaynaklanmaktadır.
“MÜSLÜMAN TOPLUMDAN MÜMİN BİREYE DOĞRU BİR EVRİLME YAŞANIYOR…”
Bugün Arap baharının yaşandığı ülkelerde gençlik hareketlerini sosyolojik olarak değerlendirdiğimizde yeni bir durumla karşılaşıyoruz. O da, kendisini Müslüman bir topluma aidiyetten çok mümin birey olarak tanımlayan yeni bir gençlikle karşı karşıyayız. Bu gençliğin dünyasına hitap edecek yeni bir din diline ihtiyaç var.
“YANLIŞ DİNÎ ANLAYIŞLAR GENÇLİĞİN BİR KISMININ DİNDEN KORKMASINA NEDEN OLDU...”
Bizim kuşağımız ve bizden önceki kuşaklar, canlarından aziz bildikleri dini ve dinî değerleri kaybetme korkusu içinde yaşadılar. Çünkü din, bizim varlık sebebimizdir. Hayatımızın yegâne anlamıdır. Kişilik ve kimliğimiz ancak onunla korunabilir. Şimdiki gençliğin bir kısmı dinden korkmaya başladı. Bunun sebebi Batı’da ortaya çıkan İslamofobyanın etkisi değildir. Asıl sebebi İslam dünyasında dindar insanların yapıp ettikleridir. Yanlış din anlayışları ve yanlış dini uygulamalardır. Unutulmamalıdır ki, batıdan dine konulan mesafeler din karşıtı ideolojiler dindarların tartışmalarından doğdu. Kiliselerin din ve mezhep kavgaları genç nesilleri dinsizliğe sevk etti. Bugün İslam dünyasının da aynı tehlike ile karşı karşıya olduğunu unutmamalıyız.
İSLÂM’IN DÜNYADAKİ TEMSİLİ...
Bugün, İslâm’ın dünyadaki temsilinin doğru bilgiye dayanan, tarihte İslâm medeniyetini kuran anayolla değil, modern zamanlarda ortaya çıkmış metin merkezli hareketlerle gerçekleştiğine şahitlik ediyoruz. İslâm-Batı ikileminde Şii yorum öne çıkarken, Şii-Sünni ikileminde ise Selefilik öne çıkıyor. İslâm’ın tarih boyunca anayolunu temsil eden yorum ise göz ardı edilmeye çalışılıyor.
“MÜSLÜMANLARIN VARLIKLA İMTİHANI, YOKLUKLA İMTİHANINDAN DAHA AĞIR…”
Bugün Müslümanlar olarak durumumuzu değerlendirecek olursak düne göre imkânlarımız geliştiği halde, İslâm dünyası birçok konuda maddi varlıklarını geliştirdiği halde pek çok alanda siyasi, iktisadi avantajlar elde ettiği halde daha büyük imtihanlarla karşı karşıyayız. Bizim varlıkla imtihanımız, yoklukla imtihanımızdan daha ağır gidiyor. İslâm dünyasında yaşananlar hesaba katılacak olursa Müslümanların arasına fitne ateşi düşmüştür. Dün sadece Kudüs’e ağıt yakarken bugün Bağdat’a, Şam’a, Kahire’ye ve birçok İslam şehirlerine ağıt yakıyoruz. Akan kanlar yabancı unsurların, işgal güçlerinin akıttığı kanlar değildir. Dün Müslümanların kanlarını başkaları akıtırken bugün Müslümanlar birbirlerinin kanlarını akıtıyor. “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş olur.” Bu ilahi buyruğa rağmen Müslümanlar birçok Müslümanı öldürerek kendilerine bir dünya var etmeye çalışmaktadır. Böyle bir Müslümanlık nereden ve nasıl doğmuştur? ‘Allahu Ekber’ nidalarıyla birbirine silah çeken Müslümanlar hangi kaynaktan beslenerek ortaya çıktı? Âlimlerin bu konuda taksirleri yok mu?
“DÜN MÜSLÜMANLAR, BUGÜN İSLÂM TEHDİT ALTINDADIR…”
Bugün birçok İslâm şehrinde yaşananları gören yeni gençler bu silahların ve bombaların arasında büyürken hangi psikoloji ile geleceğe bakacaklar? Dün İslâm dünyasının birçok beldesinde işgaller yaşanırken Müslüman dünyası tehdit altındayken, bugün yaşananlar İslâm’ı tehdit altına almaktadır. Bu yaşananlar karşısında gelecek nesiller her gün kan akıtan İslâmî algıyı sorgulayacak ve kendileriyle İslâmî yapılar arasına mesafeler koyacaklardır. Üzülerek belirtmek isterim ki bugün yaşananlara bakarak hiçbir aklın İslâm’a sempati ile bakması mümkün değildir. Bugüne kadar Müslümanlar başka, İslâm başka yaklaşımı ile, Müslümanların yaptıkları ile İslâm’ı ayırt ederek İslâm’ı anlatan biz davetçiler artık bugünlerden sonra bu ayrımı yaparak bir savunma yapamayız. Çünkü her dini yapı Kur’an’ı ve Sünnet’i kendine teorik olarak rehber edinerek yaptıklarını İslâm’a dayandırmaktadır.
“İSLÂM ÂLİMLERİNDEN ÂKİL ADAMLAR HEYETİ OLUŞTURULMALIDIR…”
İslâm dünyasını ilgilendiren dinî, içtimaî sorunları aşmak için âkil adamlar heyeti oluşturulmalıdır. Bu heyet gerek teorik sorunlarla ilgilenerek İslâm dünyasına reçeteler sunmalı gerekse kriz masaları oluşturarak fiilî olarak İslâm dünyasında yaşanan çatışmaları önlemelidir. İslâm dünyasında birlikte yaşamanın hukukunu ve ahlakını yeniden inşa etmeliyiz. İslâm İşbirliği Teşkilatı ve bu teşkilatın alt komisyonları aslî görevlerini yeniden hatırlamalıdır.