Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği (TDED) Erzurum Şubesi’nin düzenlediği programda eğitimci Adalet Ömeroğlu, “Dijital Çağda Öğrenme” konulu bir sunum yaptı. Ömeroğlu, dijital çağın, bilgiyi kodlamada savunmasız bıraktığını, oysa bilginin bir direniş kazanımı olduğunu belirtti.
Adalet Ömeroğlu sunumunda özetle şunları söyledi: “Öğrenme sarmal bir süreçtir ve beynin işlevselliğinde oluşan kazanımdır. Bilmeye duyulan ihtiyaç ve merak o bilginin oluşmasında ön koşuldur. Teknolojik unsurların hızla çoğalması, sürekli değişen dünya için yeni nesil öğrenme kültürüne neden olmuş ve özellikle çocukların bu yeni düzen olan dijital çağda yalnız mahremiyet ve tehlikelere karşı korunması hususuna dikkat çekilmiştir. Fakat gününün büyük çoğunluğunu ekrana maruz kalarak geçiren yeni nesil, doğal öğrenme sürecinde başarısız olmaktadır. Bilginin hızla artması ve ona ulaşımın kolaylaşması, düşünmeden uzak ve akran öğrenmelerinden yoksun yalnız ekran öğrenmelerine maruz kalan öğrenenlerin, eğitim öğretim süreçlerindeki uyum problemleri de göz ardı edilmemelidir.
Peki, gününün büyük çoğunluğunu teknoloji unsurlarıyla geçiren nesil, dijital ortamda paylaşılan bilgileri nasıl tüketmekte? Bu bilgilere erişim kanallarının farklılığı insan beyninin öğrenme anlayışıyla örtüşüyor mu?
Bebeklik yıllarından beri teknoloji ile iç içe olan bireyler mevcut öğrenme ( bilişsel süreçleri işleme ) yöntemlerinden uzak ya da eksik, başlı başına bilgiye erişim kanalları kurmuştur ki bu kanallar beynin doğal işleyiş yapısını ve hızını olumsuz etkilemektedir. Beyin yapısı gelişim farklılıklarıyla oluşan öğrenme evrelerinin örüntüsel yapısına dikkat çeker. Yeni öğrenmeye hazırlığı gerektiren şey ön öğrenmelerdir. Çünkü öğrenme gerek içsel gerek dışsal uyaranlar eşliğinde olur. Artan teknolojik unsurların oluşturduğu sanal dünya, bireyi öğrenmeye duyulan gerekçelerinde tek tipleştirmektedir. Oysa öğrenme, komplike bir süreç olması nedeniyle çaba gerektirir.
İnsan doğal öğrenme ortamında aktif etkileşime geçer ve en anlamlı öğrenmeleri kazanır. İlk öğrenme türümüz sosyal öğrenmedir ve bizler bunun farkına bile varmayız. İhtiyaçlarımız bu tür öğrenmeleri zorunlu kılar. Çabalarımız sonucundaki bu kazanımlar hem beynin aktivasyonunu zenginleştirir hem de yeni öğrenmelere ilgiyi arttırır. Yeni nesil, kontrolsüz ve bilinçsizce kullanılan dijital çağda beynin doğal öğrenme süreci olan; sorgulama düşünme, muhakeme, akıl yürütme, çıkarımda bulunma, not alma, kıyaslama yapma, ardışıklaştırma, parça-bütünü tamamlama, ilişki kurabilme, yorumlama ve örüntü oluşturma gibi zihinsel süreçleri teğet geçmektedir. Bunların yanı sıra sebat etme, bekleme, isteklerini erteleme ve istikrar gibi öğrenme ve sosyal ilişki becerilerini de yitirmekte ve gruba dahil olamama, agresiflik, huzursuzluk, özgüven eksikliği, yetinememe gibi önemsenecek boyutta duyusal ve sosyal problemlere de neden olmaktadır.
Beyin gerçeği gösteriyor ki, her iki lobunu (sağ-sol hemisfer) aktif kullanamayan bireyler hücreler arası iletişimi kuramadığından ne kadar bilgiye maruz kalırsa kalsın insan beyni için yaşamsal bir yönelim olan anlamlı öğrenmeden yoksun kalmaktadır. Çünkü beynin birinci gübresi sosyal ağdır. Okulunu bitiren mesleki eğitimini tamamlayan gençler teknolojik unsurlardan ihtiyaca yönelik erişim yerine zamanının büyük çoğunluğunu yalnız iletişim teknoloji ile geçirerek hayat becerilerini kazanamamakta, dikkat ve sabır gerektiren işlerde başarısız olmakta yeni şeyleri öğrenmeye karşı ilgisiz kalmakta ve mücadele gerektiren sorumluluklardan kaçınmaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse dijital çağ, tek yönlü ve abartılı kullanıldığında öğrenmedeki bilişsel becerilerimizi (dikkat, hız, hafıza, görsel işleme, işitsel işleme, mantık ve akıl yürütme ) köreltmekte ve beynin mükemmel işleyişini frenlemektedir.”