Bilindiği gibi Başkanlığımız, indirilişinin bin dört yüzüncü yılı münasebetiyle 2010 yılını “Kur’an Yılı” ilan etti. Bu vesileyle insanımızın, Kur’an’la ilgisini daha da yoğunlaştırıp geliştirmesi, onu anlama yolunda daha fazla mesafe alması umulmaktadır. Kur’an denilince de hemen Hz. Peygamber (s.a.s.)’i hatırlamamak mümkün değildir.
Kur’an Hz. Peygambersiz düşünülebilir mi?
Hiç şüphesiz, Kur’an’ı, Hz. Peygambersiz düşünemeyiz. Hz. Peygamber (s.a.s.)’i anlamadan/tanımadan Kur’an’ı tanımak mümkün değildir. Onu ne kadar iyi tanırsak/anlarsak Kur’an’ı o kadar iyi anlayabiliriz. Varlığı/varoluşu anlamlandırmada çok önemli bir işleve sahip olan vahyi anlam(landırm)ada Hz. Peygamber (s.a.s.) kilit konuma sahiptir. Onu tanımadan, namazın nasıl kılınacağını bile bilemeyiz. Onun için M. Akif’in dediği gibi Hz. Peygamber’e bütün bir beşeriyet borçludur. O, insanlık için büyük bir lütuftur: “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, kendilerini arındıran, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermek suretiyle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmran,164)
Kur’an’ı anlama bağlamında çok önemli bir konumda olan “Hz. Peygamber’i doğru tanıma/anlama” işi, ciddi bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Birbirinden çok farklı, âdeta birbirini nakzeden Hz. Peygamber tasvirleri, sorunun ciddiyetini ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber’i tanıma çerçevesinde çok önemli bir boyut da onun eğitim(ciliğ)idir. Müslümanların dindarlıklarının gereği olarak onu örnek edinmesi (Ahzab, 21), eğitim konusunda da söz konusudur. Onu tanımadan örnek/model edinmek mümkün değildir.
HZ. PEYGAMBER’İN GÖREVİ
Kur'an’a göre Hz. Peygamber, sadece “tebliğ” göreviyle yükümlüdür: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. (Maide, 67) ”Ey Muhammed! “Sana yalnız tebliğ etmek düşer.” (Âl-i İmran, 20; Ra’d, 40; Nahl, 82) “Peygamberin görevi, sadece tebliğ etmektir.” (Maide, 99; Nahl, 35; Nur, 54; Ankebut, 18; Teğabun, 12)
Terim olarak tebliğ, peygamberin, Allah’tan aldığı mesajları aynen insanlara ulaştırmasıdır. Bu, her peygamberin vazgeçilmez niteliklerinden biridir. Ulaştırmaya konu olan/ulaştırılan şey, bir bilgi, bir haber, bir mesaj ise o zaman eğitim/öğretim söz konusudur. Nitekim, tebliğ kelimesine bazı sözlükler öğretmek anlamını da vermişlerdir. (Mesela bk. Komisyon, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Tebliğ md.)
Tabii ki tebliğ, bir mesajın birtakım ifade kalıplarına dökülerek muhataba rasgele duyurulması demek değildir. Bir mesaj/bir bilgi, eğer muhatap tarafından doğru anlaşılmış, doğru kavranmış ise ona ulaşmış demektir. “Doğru anlaşılması”ndan maksat, kaynak kişinin anladığı anlamın aynısını, alıcı kişinin anlamasıdır. İletilmesi düşünülen mesajın anlamı, kaynakla alıcı arasında ortak kılınmamışsa, o ulaştırılamamış demektir. Kısacası, kaynak kişi ile alıcı arasında iletişim sağlanmadıkça “tebliğ” gerçekleşmiş olmaz. Şu halde tebliğ, bir iletişimdir, diyebiliriz.
TEBLİĞ-EĞİTİM İLİŞKİSİ
Meseleye böyle yaklaşınca tebliğin, bir eğitim-öğretim işi olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Zira eğitim-öğretim etkinliği, bir iletişim işidir. Eğitim-öğretim süreci, kaynak (öğretmen-eğitimci) ile alıcı (öğrenci) arasında iletişimin gerçekleştirilmesi sürecinden ibarettir. (Bk. Küçükahmet, 1986: 13.; Alkan, 1979: 32-3.)
Kaldı ki, Kur'an, sadece “tebliğ” etmekle yükümlü bulunduğunu bildirdiği peygamberi, “öğretici ve eğitici” olarak nitelendirmekte; onun yaptığı işin, bir öğretim ve eğitim faaliyeti olduğunu açıkça ortaya koymaktadır: “Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti öğreten, size bilmediklerinizi öğreten bir rasul gönderdik.” (Bakara, 151) “O (Allah), ümmîlerin arasından kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir.” (Cuma, 2; Ayrıca bk. Bakara, 129; Âl-i İmran, 164)
Ayrıca, birçok ayette, peygamberin, “doğru yolu gösteren bir rehber” olduğu (Şûra, 52) vurgulanıyor; Allah’a, Allah’ın yoluna davet ettiği, aydınlatıcı olduğu belirtiliyor. (Bk. Ahzab, 45-6) Birçok ayette de onun, “bir uyarıcı, hatırlatıcı, dikkat çekici” olarak takdim edildiğini görüyoruz: “Hatırlat, uyar! Gerçekten hatırlatmak müminlere fayda verir.” (Zariyat, 55)
Bütün bunlar, eğitim-öğretim faaliyetinin içindeki işlerdir ve bu nitelikler, bir eğiticinin, bir öğreticinin nitelikleridir. Dolayısıyla bütün bu anlamdaki ayetler, peygamberin tebliğ görevinin, tamamen bir eğitim-öğretim görevi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ayetleri açıklama, inzar etme, tebşir etme, örnek olma gibi bütün yaptıkları, aslında tebliğin dışında işler/görevler değil; tam aksine tebliğin kapsamı içinde yer alan işlerdir.
Kaldı ki Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bizzat kendisi de vurgulu bir ifadeyle, “Ben, ancak ve ancak muallim olarak gönderildim.” (İbn Mace, Mukaddime, 17, No: 229; Ayrıca bk. Muslim, Talak, 4) buyurarak bu temel görev ve niteliğini açıkça belirtmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.), tebliğ görevini, tamamen bir eğitim-öğretim faaliyeti olarak gerçekleştirmiştir.
HZ. PEYGAMBER’İ EĞİTİMDE ÖRNEK EDİNME
Bugün din eğitimi faaliyetini yürütenler, yani İslam’ın öğretisi doğrultusunda bireylerde davranış değişikliği sağlama sürecini düzenlemeye çalışanlar, Hz. Peygamber’i elbette örnek almak durumundadırlar. Dikkat edilirse, onun eğitimciliğini taklit etmekten değil de örnek almaktan söz ediyoruz. Onun eğitime ilişkin söz ve uygulamalarını doğru anlam(landırm)adan örnek almak mümkün değildir. Bunun için şöyle iki yönlü bir yolculuk ve bu yolculukla birlikte hem tarihe hem de günümüze ilişkin fikrî ve ilmî bir çaba içine girmek gerekmektedir:
HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNE YOLCULUK
Önce Peygamber Efendimiz’in yaşadığı döneme gitmek gerekir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in, içinde yaşadığı fizikî ve sosyal çevreyi ve o çevrenin bütünlüğü içinde onun hayatını tanıma, onun hayatının bütünlüğü içinde eğitim-öğretime ilişkin söz ve uygulamalarını anlamlandırmak suretiyle kavrama, ön şarttır. Bu anlama/kavrama, Hz. Peygamber’e ait olduğundan emin olunan söz, tutum ve davranışların, kendi bağlamları içinde ne anlama geldiklerini, insanlara vermek istediği asıl mesajın ne olduğunu fark etmeyi içermektedir. Böyle bir anlamlandırma, onların ne kadarının, hangi kısımlarının, kültürel/yöresel/dönemsel/konjonktürel olduğunu ve ne kadarının, hangi kısımlarının da zaman aşımına uğraması mümkün olmayan kalıcı öz veya o öze ilişkin olduğunu ayırma imkânı da sağlayacaktır.
GELENEĞİ TANIMA
Bu yapıldıktan sonra tekrar günümüze doğru yolculuğa çıkılacaktır. Günümüze doğru yolculukta, on beş asırlık geleneği tanıma çalışmaları yapmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu süreçte, çok farklı dönem ve yörelerde yaşamış olan Müslümanların, Hz. Peygamber’in eğitime ilişkin söz ve uygulamalarını nasıl anlayıp yorumladıkları, onları uygulamaya nasıl yansıttıkları tespit edilecektir. Bu tespitlerden hareketle, dönemden döneme, yöreden yöreye farklılıklar arz eden bu geleneği kendi şartları içinde sorgulayıp anlamlandırmak ve Hz. Peygamber’in sünnetine ve Kur’an’a uygunluğunu irdelemek gerekmektedir. Geleneksel birikimin, sünnetle ne kadar uyum içinde olduğu hususu, ciddiyetle sorgulanmalıdır. Burada merhum Canan Hoca’nın şu tespitiyle yetinelim:
“Klasik kitaplarımızda tedvin edilen İslam ahlakı ile sünnetin âmir olduğu İslam ahlakı her noktada birbirinin tamamen aynı değildir. Menşeini bir kısım hikemiyattan, etibba sözlerinden, durûb-ı emsalden, müneccimlikten, ferdî anlayış ve izahlardan, bir devrin görüşünü aksettiren vecizelerden, daha fenası mevzu olduğu kabul edilen hadislerden alan meseleler, çoğu kere, “hadis” olarak, bazen da “âdâbtan” olarak çeşitli kitaplara girmişlerdir.” (Canan, 1984:13) Söz gelimi, hadis olarak rivayet edilen “Kadınlara yazı yazmayı öğretmeyin...” sözü gelenek içinde öylesine benimsenmiş ki asırlarca kız çocuklarının/kadınların eğitimi konusunda Müslümanların tutum ve davranışlarını belirleyici rol oynamıştır. (Bu sözün eleştirel değerlendirmesi için bk. Canan, age., 351-59)
GÜNÜMÜZE UYARLAMA
Geleneksel birikim bilimsel bir yaklaşımla değerlendirilip anlamlandırıldıktan sonra günümüze gelinecektir. Çağımızın şartları ve imkânları çok iyi tanındıktan sonra bu şart ve imkânlar çerçevesinde, Hz. Peygamber’in o söz ve davranışlarının içerdiği özün/asıl mesajın açılımının nasıl yapılacağı, nasıl somutlaştırılıp güncelleştirileceği hususu üzerinde çalışılacaktır. O kutlu sözler, bugünün insanı için ne demektedir? Kutlu Peygamber’in o söz, tutum ve davranışlarıyla dile getirilmeye çalışılan hakikatlar/her çağın insanına hitap eden mesajlar, bugün nasıl formatlanabilir, hangi davranış kalıplarıyla ortaya konabilir? Bu ve benzeri sorular sorulup güncel cevapları bulunacaktır.
Hz. Peygamber’in eğitim(ciliğ)ini güncellemeye çalışırken sünnetin ve Kur’an’ın bütünlüğü yanında bunların anlaşılması amacıyla oluşmuş geleneksel birikim göz ardı edilmeyeceği gibi çağdaş bağlamı iyi tanımak ve çağdaş bilimsel verilerden yararlanmak da kaçınılmazdır. İnsanın eğitimi söz konusu olduğundan dolayı, özellikle insan bilimlerinden ve bunların içinde öncelikle psikoloji ve eğitim bilimlerinden yararlanmak şarttır. Çünkü bunlardan yararlanarak Hz. Peygamber’in mesajı tahlil edilip ayrıntılandırabilir, günlük hayatla irtibatlandırarak uygulanabilir hale getirebiliriz.
ÖRNEK EDİNME, FİKRÎ VE İLMÎ ÇABAYI GEREKTİRİR
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber’in eğitim(ciliğ)ini örnek edinme işi, oldukça yoğun ve nitelikli bir ilmî ve fikrî çabayı gerektirmektedir. Zira son tahlilde, hemen yanıbaşımızda olmayan, tarihe mal olmuş bir peygamberin hayatı, sözleri, tutum ve davranışları söz konusudur. Ayrıca, onlara ilişkin, her dönemde ve her yöredeki Müslümanların kendi kültürel birikimlerinin ve kendilerini kuşatan şartların elverdiği ölçüde ortaya koydukları yorumlar ve uygulamalar var ve bunlar da tarihe mal olmuşlar. Bunları anlam(landırm)ak ve sonra onları günümüz insanının hayatıyla ilişkilendirerek bütünleştirmek suretiyle kullanılabilir hale getirmek, eğitsel sorunlara yaklaşımda Hz. Peygamber’i günümüz insanının model almasının yolunu açmak ciddi bir çaba gerektirmektedir. Gelecek yazıda örnekler üzerinden konuya devam edeceğiz.
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Nisan 2010 sayısında yayınlanmıştır.