Bir imtihan dünyasında bulunan, ağır bir emanet/sorumluluk yüklenen insan başıboş ve sorumsuz olarak bırakılmamıştır. Dünyada yapıp ettiklerinden, kazandıkları ve tükettiklerinden, sağlığından, gençliğinden, gücünden, güzelliğinden, zenginliğinden, fakirliğinden vs. sorumluluk altındadır. Müslüman, dünyada sahip olduğu şeylerin kendisine birer emanet olduğunun idraki içerisinde hareket eder.
Kendisine armağan edilen nimetleri nerelerde ve nasıl kullandığından, elde ettiği serveti nereden ve nasıl elde ettiğinden, nerelere ve nasıl harcadığından sorguya çekilecektir. (Tirmizi, Kıyame, 9.) Bu bilinci taşıyan müminler helal rızık kazanmak ve bu rızıkları helal daire içerisinde kalarak ve aşırılığa düşmeden kullanma duyarlılığına sahiptirler.
Helal dairesi geniştir. İnsan harama düşmeden Yüce Yaratıcının kendisi için çıkardığı helal ve temiz nimetlerden faydalanabilir. Eşyada asıl olan helal olmaktır. Hakkında bir hüküm gelmemiş olan şeyler helaldir.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "O Allah ki yerde olanların hepsini sizin için yarattı." (Bakara, 29.) "Allah'ın göklerde ve yerde olanları sizin emrinize verdiğini ve size açık ve gizli nimetlerini bolca ihsan ettiğini görmez misin?" (Lokman, 20.)
Ayet-i kerimelerden yerde ve gökte olanların insanların yararlanması için yaratıldığı anlaşılmaktadır. Yenilmesi, içilmesi veya kullanılması ayet veya hadislerle yasaklanmamış olan şeyler helaldir. Bunlar insan için yararlı şeylerdir. Haramlar ise zararlı olanlardır.
Bazı haramlardan bahsedilen ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: "Şüphesiz O, size murdar eti, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası anılarak kesilen hayvanı haram kılmıştır; fakat darda kalana, aşırı gitmemek ve haddi aşmamak şartiyle günah yoktur." (Bakara, 173.)
Bir insan Allah’ın kendisi için çıkardığı temiz ve helal nimetlerden yer, içer bu mübahtır. Meşru daire içerisinde eğlenebilir. Ancak bütün vaktini yeme içme ve eğlence ile geçirmesi helal değildir. Yaşamak için helâl bir şey bulunmaması hâlinde, haram olan şeyler ölmeyecek miktarda yenilip içilebilir. Bu konuda prensip şudur: Zaruretler yasakları mübah kılar.
İslami ölçülere uyan güzel şeyler helaldir. Yüce Allah, nimetlerinin eserini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır. Meşru şekilde giyinmek ve süslenmek de helaldir. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur: "Ey Âdem oğulları, avret yerlerinizi örtmeniz ve süslenmeniz için size elbiseler gönderdik. Ey Âdem oğulları, her mescide girdiğinizde süsünüzü alın; yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz." (A'raf, 26, 31.) "De ki, Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim yasakladı? De ki onlar dünyada müminler içindir, ahirette tamamen müminlerindir." (A'raf, 32.) Erkeklere gümüş yüzük takmak helaldir. Altın takmak ve ipek giymek ise yalnız kadınlara helaldir. Allah elçisinin erkeklere hitaben; "İpek giymeyin, çünkü onu dünyada giyen, ahirette giymeyecektir." (Buhari, Eşribe, 28; Mardâ, 4; Libâs, 25, 36; Edeb,124; Müslim, Libas, 2;12, 25; Ebû Dâvud, Libâs, 40.) dediği; bir sahabinin parmağında altın yüzük görünce de, onu çıkarıp attığı ve "Biriniz, ateşten bir kor parçasını eline almaya yelteniyor." (Müslim, Libâs,11.) buyurduğu nakledilir.
İnsan vücuduna zarar vermeyen, bilakis vücudu ruhen ve bedenen geliştiren spor türleri helaldir. Ok atma, ata binme, yüzme, silah kullanma, kılıç oyunu, güreş, at yarışları ve kahramanlık oyunları, yapılması sünnet olan sporlardandır.
İnsan için içinde barınacağı ve yuva özlemini gidereceği mesken ihtiyacı dünyadaki en temel gereksinimlerdendir. İnsanın Allah’ın fazlından içerisinde rahat edeceği bir ev istemesi günah değildir. Hz. Peygamber evin geniş olmasını sever (Ahmet b. Hanbel, I,168.) ve şöyle dua ederdi: "Allah'ım günahımı bağışla, bana evde genişlik ver, rızkımı bereketlendir." (Ahmed b. Hanbel, IV, 63,188, V, 65, 367, 370; Tirmizi, Dua, 78.)
Hz. Peygamber altın ve gümüş kaptan yiyip içmeyi yasaklamıştır. (Tirmizi, Eşribe, 27, 28, Ebû Dâvûd, Eşribe, 17.) Tarım, ticaret ve hayvancılık gibi meşru işler yaparak rızık kazanmak hem helal bir çalışma hem de kişiye ibadet sevabı kazandıran bir ameldir. Allah elçisine hangi kazancın daha helal olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "Kişinin elinin emeği ve hayırlı olan (mebrûr) alış-veriştir." (İbn Hanbel, II, 466; IV, 141.)
Haram kesin ve açık naslarla işlenilmesi yasaklanan fiiller olarak tanımlanır. Haramın sabit olması için, kesin ve şüphesiz bir delil şarttır. Zira Kur'an-ı Kerim'de: "Dillerinizin yalan yere vasıflandıra geldiği şeyler için: `Şu helaldir bu haramdır demeyin. Çünkü (bu suretle) Allah'a karşı yalan düzmüş olursunuz. Allah'a yalan düzenler ise, şüphe yoktur ki, asla felah bulamazlar." (Nahl, 116.) hükmü beyan buyrulmuştur. Yerde ve gökte yaratılanların -haram kılınanlar hariç- hepsi de insanlar içindir. (Bakara, 29.) Allah (c.c.) insanlara bütün temiz şeyleri helal, pis (rics ve necis) olan şeyleri de haram kılmıştır (Maide, 5.) buyrulur.
Haram olan fiiller liaynihi ve ligayrihi olmak üzere ikiye ayrılır. İnsanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetini tahrip eden eylem ve davranışlar liaynihi haram sınıfına girer: Adam öldürmek, eşkiyalık (yol kesme) ve hırsızlık yapmak, şarap içmek, domuz eti yemek, zina etmek, mümin ve muhsan kadınlara zina isnadında bulunmak gibi. Ligayrihi haram da; bizzat haram olmadığı halde, bir başka nedenle haram haline gelen şeyleri anlatır. Elma yemek haram değildir, helaldir. Ancak bir başkasına ait bahçeden, sahibinin izni olmadan alınan elmayı yemek ise haramdır.
Tüketimde ölçülü olmak ve itidal önem arzeder. Tüketimde ve eşya kullanımında orta yolu izlemek esastır. Dünyalık emtia ve geçimlikler Müslüman için başkalarına karşı gurur, kibir ve övünme vesilesi değildir. Bunlar ancak birer araçtır. Mali imkânları yerinde olanın, belli bir hayat standardı izlemesi, cimrilik ederek aile fertlerini mahrumiyet içinde bırakmaması gerekir. Nitekim bir hadiste şöyle buyrulur: "Âdemoğlunun mutluluğu üç şeyin geçrekleşmesindedir: Geniş bir ev, iyi bir araç ve iyi bir eş." (Ahmed b. Hanbel, I, 168.)
Kişi kendi ekonomik ve sosyal durum ve konumuna göre israfa kaçmadan harcamada bulunmalıdır. Kur’an’da "Hali vakti yerinde olan zenginliğine göre harcasın. Rızkı kendisine daraltılan da, Allah'ın kendisine verdiğinden harcasın." (Talâk, 7.) buyrulmaktadır.
Kişi kendisinin ve bakmakla mükellef olduğu ailesi varsa aile bireylerinin temel ihtiyaçlarını karşılamak durumundadır. Hadis-i şerifte ;"Kim bizim bir işimizi üstlenirse; bekârsa evlenebilsin, evi yoksa mesken edinebilsin, biniti yoksa binit edinsin, hizmetçisi yoksa hizmetçi edinsin. Kim bu sayılanlardan başka şeyler isterse o ya zimmetine mal geçirir veya hırsızlığa düşer." (Ebu Dâvud, İmâre, 10; Ahmed b. Hanbel, IV, 299.) buyrulmaktadır. Belirli standartların ve makul ölçülerin üzerinde harcama arzu ve istekleri, israfa kaçan talepler ve lüks özentileri kişileri helal dairenin dışına itebilmektedir. Bu konuda da ölçüyü kaçırmamak gerekir.
Müslümanın tüketim konusundaki temel ölçülerinden biri de israfa düşmemektir. İsraf; aşırı gitmek, yanılmak, gafil ve cahil olmak; kişinin malını yersiz olarak saçıp savurması, gereksiz harcamalar yapması gibi anlamları içermektedir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır: "Hısımlara, düşkünlere, yolda kalan yolcuya haklarını ver. Olur olmaz yere de elindeki malını saçıp savurma. Şüphesiz malını saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, her zaman Rabbinin nimetlerine karşı çok nankördür." (İsrâ, 26, 27.) "Sakın eli boynuna kelepçelenmis gibi cimri olma. İsrafa dalarak da elini tamamen açma. Sonra kınanır açıkta kalırsın." (İsrâ, 29.)
Müslüman israftan uzak duran; kanaatkâr olan, hâline şükreden, sahip oldukları ile yetinmesini bilen, “Helalden gelsin, helale gitsin” diyen kimsedir. Müslüman, ihtiyacı olandan fazlasına sahip olma arayışına düşmez ve başkasının elindekilere göz dikmez, israftan uzak kalır.
Tüketim ekonomisinin pek çok alanda başat rol oynadığı günümüzde kişilere sürekli olarak tüketmek telkin edilmekte, insanlar tükettikçe mutlu olacaklarına inandırılmaya çalışılmaktadır.
Aşırı tüketimin insanlara mutluluk yerine pek çok rahatsızlığı ve sağlık problemlerini beraberinde getirdiği görülmektedir. İnsanlar âdeta tüketimin tutsağı haline getirilmektedir.
Tüketimle mutluluk arasında doğrudan bir ilişki kurmak da isabetli değildir. Vakıa bu telkinler insanları önemli ölçüde etkilemekte ve tüketim ekonomisine endekslenmiş modern çarklar daha hızlı dönmektedir. Çok yönlü reklam ve telkinler insanları ihtiyaçları olmayan pek çok şeyi tüketmeye zorlamakta, bunun sonucu da israfı ve aşırılığı, haram sınırlarını zorlamayı beraberinde getirmektedir.
Diğer yandan aşırı üretim ve tüketim beraberinde çevre sorunlarını getirmektedir. İnsanın kendisine emanet edilen dünya kirlenmekte, denge bozulmakta, çevre felaketleri ortaya çıkmakta, pek çok canlı türleri de yok olmaktadır. Bir tarafta israfa varan yiyecek ve içecek tüketimi sonucu şişmanlık ve obezite problemleriyle uğraşan, zayıflama uğrunda büyük meblağlar harcayan insanlar; diğer taraftan yiyecek bir lokma ve içecek bir tas temiz su özlemi içindeki aç ve susuz insanlar…
Bu garip ve hazin durum ne yazık ki aynı gezegende yaşayan insanlığın yaman bir çelişkisidir.
Müslüman kazancından ihtiyacı kadarını harcar, fazlasını tasarruf eder; bunlarla hac, zekât, sadaka, infakta bulunmak gibi mali veçhesi bulunan ibadetlerini yerine getirmeye çalışır. Allah için muhtaçlara yardım eder.
Müslüman bir şeyin ihtiyaç olup olmadığının tespitini iyi yapmak ve gereksiz tüketimden uzak kalmak durumundadır. Yemek ve içmek konusunda ölçü ihtiyaç miktarı kadar olmalıdır. Sofradan tam da tıka basa doymadan kalkmak, midenin üçte birini boş bırakmak Müslümanın ölçülerindendir. Giyim konusunda da aşırı gitmemek gerekir.
Dinimizin yenilmesini, içilmesini veya kullanılmasını yasakladığı şeylerin Müslümanlarca tüketim unsuru olarak görülmesi yasaklanmaktadır. Bu yüzden Müslümanın tüketebileceği şeyler meşrû/helal olan şeylerdir. İçki, kumar vb. yasaklar meşru tüketime girmez. Gasp, hırsızlık, zimmete mal geçirme gibi haram yollarla elde edilen şeyler de Müslümanlarca tüketilmemeli, bunlar ait oldukları asıl sahiplerine geri verilmelidir. Ancak bu hak sahipleri ortada yoksa veya bilinmiyorsa, malları veya bedelleri onlar adına fakir kimselere veya hayır müesseselerine dağıtılır.
Tüketimde ve özellikle en tabii ihtiyaçların karşılandığı beslenme, yeme içme konusunda helal-haram ölçülerine riayet etmek Müslümanın şiarı olmak durumundadır. Günümüzde pek çok hazır ve işlenmiş gıdaların insan hayatına girmesi gerçeği düşünüldüğünde bu gıda maddelerinin üretim süreçlerinin, evsaf ve içeriğinin bilinmesi ve iyi tahlil edilmesi önem arz etmektedir. Ancak hedef olarak sürekli tüketim ve tüketici kitlesi öne alınmakta, tüketilen yiyecek ve içeceklerin mahiyetleri arka plana itilmektedir.
Varlığımızı sürdürebilmemiz için gerek duyduğumuz gıda ve tüketim maddeleri helal ve temiz evsafta olmalıdır. Haram olan sahaya girmekten şiddetle kaçınmalı hatta insanları kuşkuya düşüren ve harama yaklaştırabilen şüpheli şeylerden de sakınmalıdır. Haramdan ve haramla beslenen bünyeye sahip olmaktan sakındıran İslam dini önce helal ile beslenilmesini, ardından salih amel işlemeyi öğütlemiştir. (Müminûn, 51.)
Hadislerde tüketimde helal duyarlılığına dikkat çekilir. Yiyecek ve içecekte ve kazancında helal-haram ölçüsüne uymayan kimselerin, düzenli ibadetlerini yerine getirme konusunda hassas da olsa dualarının kabul edilmeyeceği, Allah katında bir değerinin olmayacağı belirtilmiştir. (Müslim, Zekat, 19.) Cabir b. Abdullah (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah'tan korkunuz ve dünyalığı isteme hususunda dikkatli ve güzel davranınız. Her türlü aşırılıktan, ifrat ve tefritten sakınınız. Çünkü hiçbir kimse, rızkı gecikse bile Allah'ın kendisine takdir ettiği rızkını tamamlamadan ölmeyecektir. O halde rızık talebinde Allah'tan korkunuz. Ve dünyalığı isteme hususunda dikkatli ve güzel davranınız, gayrimeşru yollara sapmayın. Helal olan dünyalığı alınız ve haram olanı terkediniz.” (İbni Mace,Ticarat, 2.)
Helal gıda vücuda dinçlik, gönle ferahlık verir; kalbi mutmain kılar. Haramla beslenen vücut ise şifa bulmaz. Dünyalık elde edeyim derken düşülecek haram kazanç kişiye ancak darlık, gaflet ve kasvet getirir. Gönüllerde manevi güzelliklerin inkişafı, dünya ve ahiret selameti için eskilerin deyişiyle; “yerken ağızdan girene, konuşurken de ağızdan çıkana dikkat etmelidir.”
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Ekim 2010 sayısında yayınlanmıştır.