SAFA POLAT - RAMİZ KAAN OKTAR/SAKARYA
Sakarya’nın Sapanca ilçesindeki Güral Otel’de düzenlenen İl Müftüleri Toplantısına, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de katıldı. Sakarya Valisi Mustafa Büyük ve Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu’nun da katıldığı toplantıda 81 ilin müftüsüne seslenen Diyanet İşleri Başkanı Görmez, 4 gün sürecek toplantının son derece önemli olduğunu dile getirdi.
Toplantının açılış konuşmasını yapan Görmez, kürtaj konusuna değinerek şöyle konuştu: “Birkaç gündür yüzlerce vatandaşımız, 'Diyanet bu konuda neden bir açıklama yapmıyor. Din İşleri Yüksek Kurulu neden kararlarını toplumla paylaşmıyor' diye serzenişte bulunurken, bazı köşe yazarlarımız da 'Zinhar Diyanet bu konuda konuşmasın, konuşması doğru olmaz. Bu Diyanet’in işi değildir' mealinde yazılar yazıyor. Bu arada ‘Aydınlat bizi Diyanet!’ tarzı istihfaf ve istihza taşıyan manşetlerin de gözlerden kaçmadığını ifade etmek isterim."
Her şeyden önce bu konunun sadece Diyanet’in konusu olmadığını bildiklerini anlatan Görmez, şöyle konuştu:"Kürtaj konusu insanın, hayatın, dinin, bilimin, ahlâkın, hukukun, vicdanın kesiştiği ender konulardan biridir. Binaenaleyh bu önemli konuyu çağın bize dayattığı ideolojik bir zeminde değil, insan, bilim, ahlak ve hukuk zemininde müspet bir diyalog kurarak konuşmamız gerekmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığının, Din İşleri Yüksek Kurulumuzun bu konuda söyleyeceği çok önemli hakikatler vardır. Kaldı ki Diyanet bu konuda ilk defa konuşmuyor. Kurulduğu günden beri vatandaşlarımızın bu meyandaki sorularına aynı ilkeler, aynı prensipler ışığında cevap veregelemiştir. Konunun kısa tarihçesini sizlerle paylaşmak istiyorum."
DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARI
Din İşleri Yüksek Kurulu'nun bu konuda ilk aldığı kararın 1956 yılında olduğunu anlatan Görmez, şunları söyledi:"Karar metni aynen şöyledir: 'Gerek insan suretini alıp kendisine ruh verildikten sonra ve gerek bu şekilden önce telafi nefs gibi veya tabib-i hazik’in lüzumlu gördüğü mazeretlerden başka herhangi bir ilaç kullanmak veya başka bir muamele yapmak suretiyle gebe kadınların rahimlerindeki nutfe veya çocuğu kasten düşürmeleri, İslam müçtehitleri tarafından Kur’an-ı Kerim ve hadis-i Nebeviyenin delaletlerinden içtihat edilen hükümlere göre bir insanı öldürmek gibi cinayet olduğunun ve kendilerine bu dünyada kısas lazım gelmez ise de; diyet ve kefaret ile beraber varis olmamak gibi hükümler terettüp edeceğinin ve böyle bir günahı irtikapları sebebiyle ayrıca cezaya da müstahak olacaklarının bildirilmesi uygun olacağı mütalaa edilmiştir.”
BOSNA OLAYI
1993 yılında Bosna Savaşında Sırp askerleri tarafından zorla tecavüz edilerek hamile bırakılan kadınların kürtaj yapıp yapılamayacağı Din İşleri Yüksek Kuruluna sorulduğunu hatırlatan Görmez, şunları söyledi: “ Kurul 14 Ocak 1993 tarihinde bir üyenin muhalefet şerhiyle birlikte şu kararı vermiştir; 'Bütün dünyaca bilindiği üzere, savaş hali devam eden Bosna-Hersek’te on binlerce Müslüman kadın ve kız Sırplar tarafından zorla tecavüz edilerek hamile bırakılmış; bir taraftan kundaktaki çocuklar hunharca katledilirken diğer taraftan tecavüz edilen bu kadın ve kızların düşük yapma süresi geçinceye kadar esir kamplarında tutulmak suretiyle bu çocukları doğurmalarının sağlanmasına çalışılmıştır. Bu iğrenç muamele, Müslümanların aile yuvalarını yıkmak, nesillerini bozmak, maneviyatlarını çökerterek savaşma güçlerini yok etmek ve doğacak bu çocuklarla Müslüman toplumda huzursuzluğu devam ettirerek onları yurtlarından göçe zorlamak, böylece Bosna-Hersek’te Müslüman unsuru ortadan kaldırmak üzere bir savaş silahı olarak kullanılmıştır. Nitekim tecavüze uğrayan Müslüman kadın ve kızlardan düşmanın alçakça tecavüzünün mahsulünü rahminde taşımak gibi bir zillete katlanamadıkları için canlarına kıyanlar olmuştur. Bu şekilde zorla hamile bırakılmış olan Müslüman kadın ve kızların, dıştan bir müdahale ile rahimlerinin tahliyesinin dinen caiz olup olmadığı hususu, Kurulumuzca İslam fakihlerinin konu ile ilgi görüşleri de dikkate alınarak incelenmiştir. Bu itibarla, her ne şekilde olursa olsun ana rahminde meydana gelen bir canlının kesin ve meşru bir mazeret olmadıkça dıştan bir müdahale ile (düşürme, aldırma, kürtaj gibi yolla) yaşam imkanının yok edilmesi cinayet sayılmıştır' Ancak söz konusu olaya, İslam’ın izzeti ve İslam toplumunun bu bölgede varlığını devam ettirmesi veya yok olması açısından da bakılması gerekmektedir. Olayı bu yönü ile değerlendiren Kurulumuz, annenin hayatını ve sağlığını tehlikeye sokmamak şartı ile zorla tecavüz sonucu gebe bırakılan Müslüman kadın ve kızların, kendi iradelerine bağlı olarak ilaç veya tıbbi müdahale yolu ile rahimlerinin tahliyesine cevaz verilebileceği kanaatine varılmıştır.”
2 BİN 500 SORU
Görmez, sadece 2007-2012 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Soruları Cevaplandırma Komisyonuna kürtajla ilgili 2 bin 500’ü aşkın soru sorulduğunu ve hepsinde aynı ilkeler, aynı prensipler, aynı hassasiyet çerçevesinde müspet bilimin verileri de dikkate alınarak cevaplar verildiğini söyledi
Kürtaj sorununun bilimin ortaya koyduğu gerçekliği kabul edip etmeme meselesi olduğunu da kaydeden Görmez, şöyle konuştu: “Sorun, bilimsel gerçeklerle yüzleşip yüzleşmeme meselesidir. Bilimsel gerçeklerle yüzleşmek istemediği içindir ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, hâla yaşamın ne zaman başladığının belirsiz olduğunun arkasına sığınarak bu konudaki davaları bekletmeye devam etmektedir. İnsanın hayat hakkı bedeni üzerindeki hakkı bir mülkiyet hakkı değildir. Dinimizce de tabii hukuk kurallarınca da bu böyledir. Bedenimiz ve hayatımız bize mülkiyet olarak değil emanet olarak verilmiştir. Onu yaşamak ve yaşatmak en iyi şekilde muhafaza etmek görevimizdir. Hukuk diliyle hayat hakkı devredilebilen, vazgeçilebilen bir hak değildir. Anne karnındaki ceninin bebeğin de kendisine ait hayat hakkı vardır. Ne annesinin ne de babasının onun üzerinde mülkiyet hakkı olmadığı gibi onun hayatı üzerinde vazgeçme, sonlandırma yetkisi de yoktur. Bu yüzden gebe olan anne beden benim değil mi, ben onu istediğim gibi kullanırım, bebek de yaparım, istersem onu da atarım deme hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü karnındaki bebeğin gerçek anlamda sahibi maliki değildir. Keyfi olarak terkedemez, öldüremez. Ona bakmak, korumak ve yaşatmakla görevli bir emanetçidir. Annenin hayatını korumak, tecavüz gibi cinsel saldırıların sonuçlarını ortadan kaldırmak ve anne rahminde ceninde ortaya çıkan ağır hastalıklar gibi konularda genelleme yaparak konuşmak, genel hükümler belirtmek yerine her bir özel durum için özel hüküm gerekebileceğini ve söz konusu özel hükmün din bilginleri, psikolog, psikiyatrist, ruh hekimi, adli tabip gibi farklı ihtisas sahiplerinin ahlâk ve hukuk çerçevesinde verebileceklerini ifade etmek isterim"
HATAYA İŞARET
Yaşanan tartışmalarda herkesin içine düştüğü bir hataya işaret eden Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kürtaj meselesinin sadece bir kadın meselesi olarak ele alınması büyük bir haksızlık olur. Zira tarih boyunca bu meselenin en büyük sorumlusu, en büyük müsebbibi erkekler olmuştur. Bunun en büyük ıstırabını çekenler, mazlum ve mağdur olanlar da hep kadınlar olmuştur. Son olarak tarihi tecrübe göstermiştir ki, bu konu sadece yasalar ve yasaklarla çözülememiştir. Bu hususta insan sevgisi, Allah korkusu, ahiret bilinci ve yaşam hakkına saygıyı içine alan yüksek bir merhamet eğitimi seferberliğine ihtiyaç vardır”
Görmez, son olarak yaşanan terör olaylarına değinerek şunları söyledi: “Ülkemiz başta terör olmak üzere birçok sorunla karşı karşıyadır. Ülkenin doğusunda başlayan ve her geçen gün hemen her hanedeki feryadı figanı artıran bir kargaşayla karşı karşıyayız. Kimi durumlarda Diyanet İşleri Başkanlığının hizmetlerini devlet gerekliliklerinin bir parçası olarak lanse eden ve bu minvaldeki çalışmalarımızı küçümseyen, hatta bu yöndeki ilgi ve gayretimizi zayıflatmak için görevlilerimize saldırmayı göze alan bir kumpası da burada açıkça tartışmak isterim. Ülkemizin hemen her yanında büyük bir sabır ve heyecanla sürdürmekte azimli olduğumuz hizmetler, yerel ve bölgesel dinamikleri göz ardı eden bir savruklukla devam edemez. Kimi noktalarda kusurlu bir şekilde ilerleyen alışkanlıklardan vazgeçmek ve Caferi vatandaşlarımız başta olmak üzere Alevi, Bektaşi ve Nusayri vatandaşlarımızın ihtiyaç ve taleplerine dikkat etmek zorundayız. Hiç kuşkusuz İslam herhangi bir etnik ya da kültürel grubun inhisarında ve tekelinde değildir. İslam’ın mesajını hemen her hanede canlandırıp güçlendirmek bizim nihai hedefimizdir. Böyle bir düstur içinde İslam’ın yüce rahmetinden Roman vatandaşlarımızı, Kürt vatandaşlarımızı, Çerkez vatandaşlarımızı mahrum bırakma hak ve salahiyetine sahip değiliz. Diyanet İşleri Başkanlığı, siyasi, mezhebi ya da kültürel düzeyde ayrışmış da olsa tüm Müslümanlara, onlar kendilerini İslam başlığı altında tanımlamakta ısrarlı oldukları sürece hizmet vermek zorundadır. Hatta bu ilgilerimizin sınırları azınlık mensubu vatandaşlarımızı bile kapsayıcı bir genişlik içermektedir. Bugün azınlık mensubu bir vatandaşımızın kendi inançları konusunda maruz kaldığı bir mahrumiyeti İslam ilim ve irfanı eşliğinde hiç birimiz açıklama kudretine sahip değiliz”