Dinler söz konusu olduğunda, temelde üç ya da dört unsurdan bahsetmek yaygın bir tavır haline gelmiştir. Bunlar; itikat, ibadet, muamelat ve ahlak kısımlarıdır. Klasik ilmihal kitapları, genel olarak bu bölümleri muhtevi bir şekilde yazılmaktadır. Bu bölümlerin ilkinde inancın, imanın konusu olan unsurlar detaylı bir şekilde dile getirilmekte; ikinci bölüm olan ibadetler kısmında ibadetlerin tüm detayları ile uygulamaları anlatılmakta; muamelat ve ahlak kısmında müminlerin bireysel ve sosyal hayatlarındaki işlerin sınırları ve çerçevesi çizilmektedir. Edep ise, insanlar arası ilişkilerde ahlaki ilke ve sınır ve kodları belirlemektedir. Fakat edep, formel bir ahlak olmaktan ziyade, onun da ötesine geçerek insanlar arası ilişkileri estetikleştirmektedir. Hatta edep, toplumun insanilik anlamında ne derece olgunlaşıp yüceldiğine dair bir gösterge olarak da görülebilmektedir.
Bu çerçevede meseleye yaklaştığımızda, “edep” kavramının ahlak, davranış ve estetikle de ilintisini kurmuş olmaktayız. Nitekim geleneksel anlatımında “edebiyat”ın sıklıkla edep ile kurulan bağlantısı tam da bu noktada hatırlanabilir. Böylece güzel konuşmaktan, güzel sözlere, üslup ve davranış biçimlerine kadar insan hayatının birçok noktasında “edeb”in önemli bir yeri olduğunu; dolayısıyla insan hayatını kuşatıcı genişliğe sahip bulunduğunu anlayabiliriz. Diğer yandan “edeb”in insan hayatı için bir gerek, şart olduğuna dair sözler, edebin olmazsa olmaz mahiyetine işaret etmektedir. Nitekim ilim elde etmekle ilişkileri bağlamında söylenen “ilim ta gerilerde imiş; illa edep illa edep” sözü, aslında edebin insanın hareketlerinin başlangıç noktasına yerleştirilmesi gerektiğini ima etmektedir. Hatta “edep ya hu” şeklinde yazılar (bunlar daha çok Osmanlıca hatlarla duvarlara asılmaktadır), geçmişten günümüze miras kalan önemli ikazlardandır denilebilir. Yine klasik kitaplarımızda açılan “edep” bahislerini, bu konunun bitmek bilmeyen önemi açısından tekrarlamakta fayda vardır.
Biz burada, günümüzde vulgarize olan dil ve konuşmalar ile sosyal nezaketi zorunlu adres gösteren ilişki ve davranışlardaki etik ve estetik kayıplarına kısaca değinmeye çalışacağız. Son kertede edep kaybı olarak değerlendirebileceğimiz bu durum, hayatımızn birçok alanlarında görünürlüğünü arttırmaktadır. “Dün akşam sevinçli bir telaş içindeydiniz. / Neden beni görünce başınızı öne eğdiniz” gibi şarkı sözlerinden “Allah belanı versin” ya da “yatağıma gel; yeter ki onursuz olmasın aşk” lara doğru gelmiş bulunuyoruz. Hayatın içinde “üstadım”, “azizim”, “lütfen efendim siz buyrun” türünden sözler yaşlı neslin imtiyazı olarak kalmış görünmektedir ve hayatın içinden büyük oranda çekilmiş durumdadır. İşte bunlara dair daha çok sorun odaklı kısa mülahaza ve analizlerde bulunmaya çalışacağız.
Klasik kitapların vazgeçilmez bölümlerinden birisinin edep bahisleri olduğunu görmekteyiz. Bu bahislerde yemek, yürüyüş, sohbet, konuşma, oturma vb. tüm alanlarda nasıl bir adaba riayet edileceği maddeler halinde anlatılmaktadır. Söz gelimi; İmam Gazali’nin bu konuda hatırı sayılır kitap bölümleri ve risalesi olduğunu bilmekteyiz. Yine Ahi zaviyelerinde eğitim amaçlı okunan fütüvvetnamelere baktığımız zaman, bunların da edep ve ahlaka uygun insanlar yetiştirmek üzere hazırlandığını görebiliriz. Temel kaynakları dinî metinler olan bu fütüvvetnameler, esas olarak toplumda ahlaklı, edepli insanlar yetiştirmeyi hedeflemişlerdir. Bunu anlayabilmek için fütüvvetnamelerin kapsayıcı ilkelerine kısa bir bakış bile yeterlidir. Ancak bunun da ötesinde Ahilik içerisinde gerek meslekî yaşamda gerekse gündelik sosyal yaşamda geliştirilen pratik ilişkilere, edebin sadece teoride kalmadığını göstermesi açısından dikkat çekilmelidir.
Öncelikle edep, insan hayatının tüm alanlarında ve tüm ilişkilerde tezahürleri izlenebilen kapsamlı bir kavram olarak görülmelidir. Belki gündelik kullanımda halim, selim, uslu gibi kelimeler çerçevesinde bir anlam kazanmıştır. Hiç şüphesiz edep, bu kelimeleri içermekle birlikte, daha geniş bir anlam portföyüne sahiptir. Aslında edebi, bir “insanlık formu” olarak tanımlamak, onun kapsayıcılığı konusunda fikir verebilir. Yani “insanlık” kavramının hayat alanları içerisinde tezahür ettiği her durumdaki olgunluk hali. Bu bağlamda konuşmalardan, giyim kuşama, tüketimden insanlar arası ilişkilere kadar bu insanlık formunun kazanılması temel bir hedef haline gelecektir.
Şimdi, günümüzdeki bazı problemleri bu çerçevede ele alabiliriz. Öncelikle konuşma dilinden başlamak istiyoruz. En başta ifade etmeliyiz ki, konuşma dili, güya açık olma ve dürüstlük adına gittikçe vulgerleşmektedir. Arkadaşlar arasındaki konuşma ve muhabbetler, bol küfürlü argolu bir biçimde gelişmektedir. İnsanların kalabalık olduğu ortamlarda da karşıdaki insana benzer şekilde küfürlü hitap edilmektedir. İşin enteresan tarafı, bu da muhabbetin, yakınlığın, sevginin ölçüsü gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Aslında kalp kırıcı olan bu ifadeler, giderek alışkanlık kesbederek insanı edep sınırlarının ötesine doğru sürüklemektedir. Böylece bir müddet sonra anormalin normalleşmesi gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Gençlerin bilhassa birtakım olaylar karşısında “oha falan oldum” türünden tepkilere dillerini alıştırmaları, farklı bir konuşma stili ortaya çıkarmaktadır. Çoğu zaman bu tür konuşma ve ifadelerin imtiyazlı hale getirilmesi söz konusu olmaktadır. Doğrusu televizyon ve diğer iletişim araçlarında kontrolsüz bir şekilde kullanılan küfürlü, argolu ifadelerin gençler üzerindeki olumsuz etkilerinin oldukça yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu tür dizi ve filmlere rağbetin fazlalığı da dikkat çekmektedir. Nitekim sinemalarda gösterime giren bu tür seri filmlerin Türkiyede çok fazla seyredildiğini biliyoruz.
İnternet dilinin kendi içerisinde şifreli hale gelmesi, konuşma dilini bozması bir yana, her türlü edep dışı ifade ve konuşmaları içermesi bakımından oldukça sorunlu bir alan olduğunu görmekteyiz. Tüm bunlar aslında insanlar arasında estetik bir dili öldürmekte, edebiyatı bozmaktadır. Konuşma dilinden edebiyat yazılarına kadar bu bozulma, aslında gündelik hayatta ahlaki, edebî kayıplar hakkında fikir verici olması bakımından anlamlıdır. Sözgelimi; Divan Edebiyatına dair ürünleri, onların dillerini anlayan insanların giderek azalması, bu konudaki kanaatimizin önemli bir göstergesidir. Bu açıdan günlük hitaplar, ifadeler ve konuşma dili, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir önem arz etmektedir. Küçüklerin büyüklere saygı ifade edici hitapları, insanlar arasında “beyefendi, hanımefendi” gibi hitaplar öne çıkarılmalıdır. İfadelerde de kalp kırıcı, yukardan buyurucu, aşağılama anlamına gelen sözlerden mutlak surette çekinilmelidir. Küçüklerle de, onların benliğini yaralamayan hatta öz saygısını ve edebini arttırıcı şekilde konuşulması gerekir.
Günümüzde başta gelen sorunlardan birisi de farklı güç araçlarını elde etmeye paralel olarak konuşma ve hareket tarzlarında edebin terkedilmesidir. Bu güç araçlarının başlıcalarını para, mekân, meslek oluşturmaktadır. Sosyolojik olarak piramidin üst kısmında olanlar, ya da bu güç araçlarını belirli oranda ellerine geçirenler diğerlerine istediği şekilde konuşabilme ve davranabilme hakkını kendilerinde görebilmektedirler. Tüm bunlar edep dışı konuşma ve davranış biçimi olmaktadır. Sıklıkla anlatılan aşağıdaki anekdot bu konuda iyi bir örnek olabilir: “Adamın bir oğlunun davranışlarından oldukça şikâyetçi imiş ve bu sebeple ona devamlı ‘sen adam olmazsın’ demekteymiş. Günün birinde oğlan tahsilini bitirmiş ve bir yere vali olarak atanmış. Sonra adamlarına emrederek yaşlı anne babasını makamına getirtmiş. Babasına: “Bak baba! Gördün mü? Adam olmazsın diyordun ya; ben...” deyince, babası: “Oğlum ben sana vali olamazsın demedim, ben sana adam olamazsın dedim.” İşte “adam olmak” ahlakın, edebin ve olgunluğun bir insanlık formu olarak ilişkilerde tezahür etmesi demektir.
Edep, aslında inceliği, olgunluğu ve karşısındakini anlamayı gerektirmektedir. Eskiden mahalleye girince hep önüne bakan, almaya hazır olanlara selam veren, pazarda, çarşıda satın aldıklarını mahalleden geçerken insanlar görmesin diye kapalı ve koyu çanta ve poşetlerde taşıyan insanlar vardı. Bunlardan bir kısmı hâlâ yaşıyor ve bu hassasiyetlere dikkat ediyorlar. Bu insanlar giydikleri, aldıkları, tükettikleri ile gösteriş yapmıyorlardı ve doğrusu bunları edep dışı davranışlar olarak nitelendiriyorlardı. Hakikaten insanların sahip oldukları şeyleri bir gösteriş unsuru yapmamaları önemli bir olgunluk düzeyi olarak düşünülmektedir. Bugün maalesef ihtiyaç olmaktan ziyade gösteriş yapma arzusu ve aşırı tüketim olabildiğince yaygınlaşmakta, insanlar bundan dolayı sürekli bir tüketimin baskısı altında ezilen zavallı kitlelere doğru dönüşmektedir.
İslam’ın alma ve verme konusunda edebi örgütleyen ilkeleri, bugünün insanına altın öğütler olma hüviyetini taşımaktadır. Yakın çevreye, komşuya, akrabaya yardımlar olabildiğince gizli ve incitmeden yapılır, yapılan iyilikler başa kakılmaz, sahip olunanlar paylaşılır. İnsan sahip bulunduğu şeylerde gösterişten uzak durur. Çevresindeki insanlara bununla üstünlük ve caka satmaz. Hatta son derece mütevazı davranarak karşısındakinin rahat hareket etmesini sağlar. Çünkü İslam ümmeti olabildiğince bireyselliğin, tüketimin ve gösterişin değil; kollektivitenin, yardımlaşmanın ve paylaşımın gerçekleştiği bir ortam olmalıdır. Bu noktadaki problemlere özellikle dikkat çekmek istiyoruz. Çünkü bundan sonra refah seviyesinin yükselmesine paralel olarak gösteriş ve tüketimin daha da artması söz konusu olacaktır. Bu da edep dışı davranışları daha görünür kılacağı gibi toplumsal barışın zedelenmesine de sebep olabilir.
Kılık-kıyafet konusu da günümüzde edep bağlamında üzerinde durulması gereken bir hüviyet taşımaktadır. Bunu da iki boyutta ele almak mümkündür. Birincisi, kılık kıyafette gösteriş sebebiyle ortaya çıkan anormal ilişkiler, konuşmalar ve tüketim yarışıdır. Hele günümüzde markaların elbiselerin görünür yerlerinde arzı endam etmesi, giyinmeyi bir ihtiyaç olmaktan ziyade bir prestij meselesi haline getirmiştir. Bu da toplum nezdinde “gökgörünmedik” şeklinde nitelenen edep dışı davranışları daha çok teşvik etmektedir. İkinci boyutta ise, kılık kıyafetlerin yeterince kapalı olmamasının ortaya çıkardığı anormal durumlardır.
Gündelik hayata baktığımız zaman, aslında edeple bağlantılı birçok sorunları görebilmek mümkündür. Nitekim çevremizde sıklıkla bunlara rastlarız: Arabadan yere izmarit ve çöp atmak, yerlere tükürmek, apartman balkonlarından halı, kilim silkmek, kaldırımlarda çarparak, omuz atarak yürümek, tecessüs yapmak, dedikodu yapmak, kabaca ve yüksek sesle konuşmak bunlardan sadece birkaçıdır. Davranış kalıplarının edebe uygun olması genel olarak sosyal nezaketin bir göstergesi olduğu kadar, insanlar tarafından beklenen ve arzu edilen de bir şeydir. Çünkü bir boyutuyla, saygısıyla ilintili bu davranışları, insanlar karşı taraftan beklemektedirler. Mesela; bir büyüğün yanında düzgün bir şekilde oturmak böyledir. Kimi zaman rahatlık ve özgürlük adına büyüklerin yanında ayak ayak üstüne atarak oturmak doğru bir davranış olarak görülse de, bunun bir memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk ve kekremsilik yarattığı da bir gerçektir. Saygı ve edebe dair bazı göstergelerin ve onların sosyal anlamlarının zaman içinde değişime uğramaları mümkünse de, saygı ve edebin her zaman ve durumda bulunması ve bazı tezahürlerin bulunması tabiidir. Dolayısıyla “Bu zamanda böyle edep ve saygı olmaz.” türünden sözlerin günümüz toplumunda ciddi bir edep kaybına da sebep olduğunu görmek gerekmektedir.
Hayatımızın her alanında yaşadığımız en önemli kayıplardan birisinin edep kaybı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat özenle belirtmek gerekir ki, edep bir insanlık formu olarak hayatın ilk basamağına yerleştirilecek olmazsa olmaz bir gerek şarttır. O hayattan çekildiği zaman, meslek de medeniyet de anlamsızlaşır.
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Eylül 2010 sayısında yayınlanmıştır