DİN FELSEFESİNİN MENŞEİ
ERTAŞ: Yani din felsefesi kavramının Batı dünyasında ortaya çıkmasının nedeni, uzun zamandır var olan din ile bilim arasındaki çatışmayı bertaraf etmektir, diyebiliriz.
İMAMOĞLU: Evet. Avrupa’daki din ile bilimi uzlaştırma çabaları… Ortaçağ dünyasında din bilimi dışlamış, bilim adamları ortaya koydukları tezler yüzünden Engizisyon mahkemeleri tarafından yargılanmıştır. Bu dönemde bilime yapılan aşırı baskı dine yönelik bir düşmanlığın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu düşmanlık daha sonraki dönemlerde dinin tamamen dışlanmasını beraberinde getirmiştir. Aydınlanmayla birlikte artık her şeyin bilimle açıklanabileceği kanaati ortaya çıkmıştır. Ortaçağda nasıl her şeyin dinle çözümlenebileceği, bilime gerek olmadığı şeklinde bir anlayış varsa, aynı şekilde aydınlanma döneminde de bilimin dışında insanlığın ve evrenin problemlerinin çözümlenemeyeceği ve dine gerek olmadığı şeklinde bir anlayış ortaya çıkmıştır. Ancak bilimin insanlığın her çeşit problemini çözemediği daha sonra fark edilmeye başlanmıştır. İşte bu nedenlerden dolayı Hegel din ile bilimi uzlaştırmak için din felsefesi kavramını kullanıyor.
İSLAM DÜNYASI VE DİN FELSEFESİ
ERTAŞ: İslam dünyasında din ile bilim arasında bir problem var mı? Bu bağlamda İslam dünyasında Din Felsefesi’ne ihtiyaç var mı?
İMAMOĞLU: Böyle bir çatışma görülmediği için din felsefesi kavramından söz edilmemiştir. İslam dünyasında da din-felsefe uzlaştırmaları vardır. Ancak bu din ile bilimi uzlaştırmak için yapılmamıştır. İslam dünyasındaki din felsefe uzlaştırmasının yapılması üç nedenden kaynaklanmıştır. Birincisi, İslam dünyasına dıştan gelen bir ilim dalı olan felsefenin dine aykırı bir şey olmadığını ortaya koyabilmek. İkincisi, İslam dünyasında entelektüel canlılığı sürekli kılabilmek. Üçüncüsü, Razi ve İbn Ravendi gibi düşünürlerin din ve peygamberliğe yönelik ortaya koydukları eleştirilere cevap vermek.
Burada şunu özellikle belirtmek gerekir ki, bir dinin felsefesinin yapılabilmesi için, o dinin kendisini felsefeye açması şarttır. Din kaynağı itibariyle ilahi olmasına karşın, felsefe beşeri bir entelektüel etkinlikten ibarettir. Yani din, en temel varlığını aşkın bir bilgi kaynağı olan vahye borçlu iken, felsefi bir yolla edinilen bilgilerin kaynağı insanın bilişsel faaliyetleridir. Buradan, dinin, felsefi bir etkinliği dışladığı veya dışlaması gerektiği sonucuna gidilebilir mi? Böyle bir sonuca ulaşmak ancak bir dinin en temelde dayandığı vahyin dile getirdiği doğrular, kendisini akli muhakemeye kapatıyorsa söz konusu olabilir. Yani eğer din, gerek vahiy anlayışını gerekse vahyin içeriğini akli muhakeme ve gerekçelendirmeye açık tutuyorsa doğal olarak onun felsefi bir etkinliği dışlamadığı sonucuna varılmalıdır. Örneğin “saçma olduğu için inanıyorum” şeklinde bir söyleme müsaade eden bir dinin felsefesi olmaz. Bunun içindir ki Cumhuriyet döneminin en önemli âlimlerinden birisi olan, yazdığı tefsirle ilim dünyasına çok büyük katkılarda bulunan Elmalılı Hamdi Yazır; Paul Janet ve Gabriel Seailles’ten çevirdiği “Metalib ve Mezahib” adlı kitaba yazdığı önsözde, İslam dininin dışındaki dinlerin felsefeye açık olmadığını, Müslümanların dışındaki milletlere felsefe yapmanın haram olduğunu ifade ederek, başka dinlerin içinde garip kalmış felsefenin, İslamiyet’te aradığını bulacağını söylemektedir. Bu ifadeler abartılı olabilir, ancak bir tefsir aliminin kaleminden çıkması oldukça önemlidir.
DİN-BİLİM ÇATIŞMASI VE İSLAM
ERTAŞ: İslam dünyasında Avrupa’daki gibi bir din-bilim çatışması olmasa da, bir zaman sonra aklî ilimlerin gerilediğini görüyoruz. Bu durumun Din Felsefesi’yle açıklanacak tarafı olabilir mi?
İMAMOĞLU: Burada şunu özellikle belirtmek gerekir ki, İslam dünyasında da belli bir dönemden sonra akli ilimlerin gerilemeye başladığını görmek mümkün. Bunu birçokları Gazali’ye dayandırmaktadır. Ben şahsen bu kanaatte değilim. Gazali kendinden önceki filozofların görüşlerini eleştirmiştir. Bu gayet doğaldır ve düşüncenin gelişmesi için eleştiri mutlaka olmalıdır. Batı düşüncesine baktığımızda her bir filozofun kendinden önceki filozofları eleştirdiklerini görürüz. Bu Batı dünyasında bir ilerlemeye neden olmuştur. Bence burada suçlu olan Gazali değil, Gazali’den sonraki insanlardır. Keşke Gazaliye yönelik de çokça eleştiriler ortaya konabilseydi. Gazali sonrası dönemde Gazali’nin görüşleri idolleştirilmiş ve Gazali’nin felsefe düşmanı olduğu şeklinde bir anlayış ortaya çıkmıştır. Hâlbuki Gazali, eserlerinde felsefeyi değil, filozofların görüşlerini eleştirmiştir. Nitekim onun filozofları eleştirdiği kitapların isimlerine baktığımızda bunu daha net anlayabiliriz. Örneğin Gazali’nin “Tehafüt el- felasife” adlı eseri felsefenin tutarsızlığı değil, filozofların tutarsızlığı anlamına gelmektedir. Yine “Mekasid el-Felasife” adlı eseri de felsefenin maksatları değil, filozofların maksatları anlamına gelmektedir. Eleştirel düşünceyi donduran Gazali değil, Gazali sonrasındaki faaliyetlerdir. Bana göre İslam dünyasında ilimlerin tasnif edilmesinden sonra yanlış bir kanaat oluşmuştur. İlimler akli ve nakli olmak üzere iki kısma ayrıldıktan sonra Hz. Peygamberin “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” şeklindeki ifadesi bu tasnif doğrultusunda yorumlanmış ve sanki Hz. Peygamber’in faydasız ilimden kast etmiş olduğu şey akli ilimlermiş gibi bir kanaat oluşturulmuş, bu da akli ilimlerin geri kalmasına neden olmuştur. Halbuki, ne Kur’an ne de hadisler ilimler arasında bir ayrım ortaya koymaz. İnsanlığa faydalı bir şey ortaya konulacaksa ister akli, isterse nakli olsun hepsi de gereklidir. Önemli olan onların insanlığa sağladığı faydalardır.
İLİM VE İMAN İLİŞKİSİ
ERTAŞ: Yaptığınız açıklamalar ışığında Batı düşüncesinin en önemli filozoflarından birisi olan Kant’ın “İmana yer açabilmek için bilgimi inkar ettim” sözü, bilgi ile imanın bir başka şekilde söyleyecek olursak, akıl ile imanın bir arada bulunamayacağını açıkça dillendirmektedir. Bu düşünceden hareketle Avrupa’da ve İslam dünyasında ilim ile imanın ilişkisini karşılaştırmalı olarak biraz daha açabilir misiniz?
İMAMOĞLU: Kur’an “Allah’tan en çok korkanların âlimler olduğunu” belirtmektedir. Yani Kur’an akılla imanın bir arada bulunabileceğini açıkça ifade etmekte ve bir insan ne kadar çok bilgi sahibi olursa Allah’tan o kadar korkacağını ve iman edeceğini söylemektedir. İnanma ile bilme arasında Kant’ın gördüğü anlamda bir ilişkiyi, daha doğrusu ilişkisizliği savunmak çok zordur. İman konusunda nazari aklın sınırlarını göstermek başka bir şey, aklı büsbütün kapı dışarı etmek başka bir şeydir. Nitekim Gazali aklın sınırlarını Kant’tan çok daha önce göstermiştir. Muhammet İkbal’e göre, Gazali ve Kant arasında birçok benzerliğe rağmen önemli bir fark vardır. Kant, kendi ilkeleriyle tutarlı bir biçimde, Tanrı’yı bilmenin mümkün olduğunu söyleyemedi. Analitik düşüncede hiçbir ümidi kalmayan Gazali ise, tasavvufi tecrübeye yöneldi ve orada din için bağımsız bir muhteva buldu. Bu şekilde dinin bilim ve metafizikten bağımsız bir şekilde var olma hakkını korumayı başardı.
İslam dünyasında hiçbir düşünür, “saçma olduğu için inanıyorum” şeklinde bir söylem ortaya koymamıştır. Batı dünyasında “saçma olduğu için inanıyorum” şeklindeki söylemi Hırıstiyan din bilimcisi Tertullian dile getirmiştir. Aynı söylem modern dönemlerde de Kierkegaard tarafından tekrarlanmıştır. Tertullian, “Atina’nın Kudüs ile yapacak ne işi var?” diye soruyordu. Burada Atina ile Yunan felsefesini, Kudüs ile de Hırıstiyan Kilisesini kastediyordu. İma edilen cevap “iman ve felsefe ortak hiç bir şeye sahip değildir; onlar tümüyle birbirlerine zıttır” şeklindedir. Kierkegaard, imanın teslimiyet ve risk almadan ibaret olduğunu, dolayısıyla onun rasyonel bir temelinin olmadığını belirtiyordu. Aynı şeyi İslam düşüncesinde görmek mümkün değildir. Bakın İslam düşüncesinin önemli isimlerinden olan Gazali, fideist (imancı) olarak görülmesine rağmen hiçbir zaman Tertullian ve Kierkegaard gibi söylemler kullanmamıştır. Gazali rasyonaliteye çok önem vermektedir. Akla verdiği önemi anlamak için burada onunla ilgili bir şeye işaret etmek istiyorum. Gazali der ki, bir insan gözümün önünde bir tepeden diğer bir tepeye uçsa, sonra oradan da başka bir noktaya uçsa ve daha sonra da benim yanıma gelip iki kere iki beş eder dese, ben onun yaptığı hiçbir şeye inanmam. Bu ifadeler onun akla ne kadar önem verdiğini göstermektedir. İslam düşüncesinde tahkiki iman taklidi imandan önce gelir. Yani bir insanın araştırarak öğrenmesi, iman etmesi, atadan dededen görülerek yapılan taklidi imandan önce gelmektedir. Hıristiyanlıkta iman aklı öncelerken, İslam’da akıl imanı öncelemektedir. Kur’an birçok ayette akıl sahiplerine seslenerek, onların düşünmelerini ve ibret almalarını tavsiye etmektedir. Hıristiyan skolastik düşüncesinde sırasıyla zan, iman ve bilgi şeklinde bir sıralama söz konusudur. Zan, son durağı bilgi olan yolun başlangıcıdır. İslam’da ise bu sıra, zan, bilgi, iman şeklindedir. Bunun nedeni, yani imanın bilgiden sonra gelmesi, her şeyden önce İslam’da imanın hakkında hiçbir malumata sahip olunmayan ve anlaşılmayan bazı şeylerin körü körüne kabul edilmesi demek olmadığını göstermektir.
KELAM VE DİN FELSEFESİ
ERTAŞ: İslâm dünyasındaki “Kelam” ilmini nereye oturtacağız? Kelam, aynı zamanda Din Felsefesi değil midir?
İMAMOĞLU: Din felsefesinin belli bir dine ait disiplin olmadığını ifade etmiştik. Örneğin kelam ilmi de felsefi yöntemleri kullanan bir ilim dalıdır. Fakat bu ilim İslam dinine ait bir şeydir. Onun görevi İslam dinine yönelik olarak ortaya konulan saldırılara karşı bu dini savunmaktır. Kelam okullarına baktığımız zaman bunu görebiliriz. Kelam İslam coğrafyasının genişlemesiyle birlikte, farklı kültürlerden gelen unsurlara karşı İslam’ı savunmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Din felsefesinin ise böyle bir görevi bulunmaz. Bir dini savunmak maksadıyla din felsefesi yapılmaz. Din felsefesinin görevi dini rasyonel, objektif, tutarlı ve şümullü bir şekilde ele almaktır.
Burada din felsefesiyle kelamın farkına işaret etmek gerekmektedir. Konusu itibariyle din felsefesine en yakın olan saha kelamdır. İslam kültüründe genellikle kelam, akli ve nakli delilleri kullanarak, dinin temel hükümlerini açıklayan, sistemleştiren ve savunan bir konumdadır. Din felsefesi, sistematik kelamla sürekli ilişki içindedir. Her iki alan arasındaki bu yakınlıktan dolayı, bazıları, din felsefesine “Felsefi Kelam” diyebilmişlerdir. Hatta Mehmet Aydın’ın da ifade ettiği gibi, ona “Laik Kelam” diyenler bile olmuştur. Bunun nedeni, filozofun belli bir inanç sistemini dini bir düşünce ve niyetle savunmayı gaye edinmemesi ve yaptığı faaliyette dini bir karakter görmemesidir. Kelamcı açık veya üstü kapalı bir biçimde “tasdik” ile yola çıkmaktadır. Kelamda dini hükümleri sorguya çekme diye bir şeyin olmaması gerekir. Din felsefesi yapan kişi ise hiçbir şeyi inceleme ve araştırma konusu dışında tutmayı düşünmez. Mehmet Aydın’ın ifadesiyle “felsefeci, dinle uzaktan ve dışarıdan meşgul olur; oysa kelamda, inanma ve buna bağlı olarak ekzistansiyel bir kavrama ve anlama durumu, yüksek seviyede bir teemmül ve tefekkür vardır”.
POSTMODERNİZM VE DİN GELSEFESİ
ERTAŞ: Günümüz dünyasında Avrupa’da dine yönelen ilgiyi, modernizmin iflası olarak değerlendirdiğimizde, modernizmin yalnızlaştırdığı ve yabancılaştırdığı insanın modernizme tepki olarak postmodern arayışlar içinde olduğunu ve bu arayışlarının en önemlisinin de din inanç, iman arayışı olduğunu söyleyebiliriz. Postmodernizmi Din Felsefesi perspektifinden yorumlayabilir misiniz?
İMAMOĞLU: Günümüzde dine yönelen ilgi, Din Felsefesini, felsefe ve din bilimleri bölümlerinin en popüler alanlarından biri haline getirmiştir. Bu popülerliğin nedenini de kapsamını da salt akademik çevrelerle sınırlı tutmak mümkün değildir. Akademik çevrelerin dışından da din felsefesine yönelik bir ilginin var olduğunu görmekteyiz. Bunun çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Örneğin, pozitivizmin, insanların tüm problemlerini çözüp, yeryüzünde adeta bir cennet kuracağı Auguste Comte tarafından dillendirilmişti. Aynı yüzyılda iki dünya savaşının olması böyle bir cennet vaadinin geçerli olmadığını ortaya koymuştur. Her şeyin pozitivist yöntemlerle açıklanamaması, pozitivizmin insanların sorularına cevap vermede yetersiz kalması, insanları din üzerinde yeniden düşünmeye sevk etmiştir. Ayrıca post modernizmin, moderniteye yönelik eleştirileri de dine yönelik ilginin artmasının nedenlerinden birisidir. Modern dönemle birlikte insan merkeze alınmış; din, kutsal vb. her şey evrensel bir insan zihninin ürünü olarak görülmüştü. Postmodernite ve Postyapısalcılıkta ise modern dönemde yabancılaşan ve yalnızlaşan ve aynı zamanda da evrensel bir model olarak görülen insan anlayışı sorgulanmış ve bunun sonucu olarak da insanın kendisi üzerine yoğun düşünsel faaliyetler ortaya konulmuştur. Modernitenin tüm insanlığa dayattığı tek hakikat anlayışı post modernizm tarafından çokça eleştirilmiş, bu da modernizm tarafından etkisizleştirilmeye çalışılan din, gelenek vb. şeylerin yeniden canlanmasına neden olmuştur. Yine günümüzde dini ve metafizik söylemleri anlamlılık ve doğruluk sınırı dışına itmeye yönelik olarak ortaya çıkan doğrulama ve yanlışlama ilkelerinin insanları tatmin edici bir biçimde formüle edilemeyişi ve giderek gözden düşüşü, bilimcilik ideolojisinin felsefi, sosyolojik ve ekolojik çıkışlı eleştirilerle sarsılması, tüm dünyada dine yönelişin yaşanmasına neden olmuştur. Bu da gerek popüler, gerekse akademik düzeyde din hakkında daha derinden düşünme ve tartışmaya yönelişi ve ihtiyacı artırmıştır. Bunun sonucu olarak bu gün Batı dünyasında din felsefesi felsefe bölümlerinde ve ilahiyat fakültelerinde popüler konumdadır. Türkiye’de ise din felsefesi son zamanlarda popülerliğini artırmıştır. Türkiye’de ilahiyat fakültelerinde okutulan din felsefesinin Edebiyat fakültelerinin felsefe bölümlerinin bazılarında da okutulmaya başlandığı bilinmektedir. Bu bölümlerin bir kısmında değil tamamında din felsefesi dersinin verilmesinin çok daha faydalı olacağını düşünüyorum.
DİN FELSEFESİ LİTERATÜRÜ
ERTAŞ: Hocam sizin “Bir Tanrı Kanıtlaması Olarak Berkeley İdealizmi” ve “Tanrı’nın Doğası ve Mucize’nin İmkânı” adlı iki kitabınızın ve çeşitli kitap çevirilerinizin olduğunu biliyorum. Sizden son olarak din felsefesiyle ilgili Türkiye’de yazılmış bazı kaynakların isimlerini okurlarımız ve konuyla özel ilgisi olanlar için vermenizi istesem, hangi kitapları bize önerirsiniz?
İMAMOĞLU: Din felsefesiyle ilgili önemli bazı kaynak çalışmalardan şu an aklıma gelenlerden birkaçını okurlarınız için önerebilirim: Mehmet Aydın, Din Felsefesi, Cafer Sadık Yaran, Metinlerle Din Felsefesi, Necip Taylan, İslam Düşüncesinde Din Felsefeleri, Hanifi Özcan, Epistemolojik Açıdan İman, Cafer Sadık Yaran, Tanrı İnancının Akliliği, Mehmet Bayraktar, Din Felsefesine Giriş, Mehmet Aydın, Kant’da ve Çağdaş İngiliz Felsefesinde Tanrı Ahlak İlişkisi, Mehmet Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı.
ERTAŞ: Çağımızın yalnızlaştırdığı ve din problemi çeken insanı için gerekli önemli bilgileri söyleşimiz vesilesiyle bizimle paylaştığınız, bize çok değerli vakitlerinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
İMAMOĞLU: Din Felsefesi’ni problem edinip gazete sayfalarınızda bu konuya yer verdiğiniz ben de sizlere teşekkür ederim.