İlgi çeken din eğitimi
Bireye sunulan eğitim hizmetinin ilgi çekicilik düzeyi, onun ihtiyaçlarını, beklentilerini karşılama düzeyiyle paralellik arz eder. Bireyin ihtiyaçlarını karşıladığı oranda eğitim, onun işine yarayacaktır. İşe yarayan eğitim ise, ilgi çekici olacak; öğrenci tarafından hararetle talep edilecektir. Öyleyse genel eğitim gibi din eğitimi de, tabir caizse, ihtiyaçları ve beklentileri odağa yerleştirmek durumundadır. Din eğitiminin merkeze alacağı, odağına yerleştireceği ihtiyaçlar/beklentiler, öncelikle bizzat muhatabı olan öğrencinin ihtiyaçları/beklentileri olacaktır. Bunun gerçekleştirilmesi, eğitimin “öğrenci merkezli” olduğunun çok önemli bir göstergesi ve bir bakıma onun olmazsa olmaz şartıdır da.
Bireyin ihtiyaçlarından/beklentilerinden söz edince, ister istemez hemen akla gelen şey, onun varlığıdır, hayatıdır. Çünkü birey varoluş çabası içindeyken, hayatını inşa ederken bir çok sıkıntılara maruz kalmakta, engellere takılmakta, çeşitli sorunlarla karşılaşmakta ve bu sıkıntılardan kurtulmak, engelleri aşmak, sorunlara çözüm üretmek için bir şeylere ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyaçları karşılandığı oranda, başarılı; dolayısıyla mutlu olacaktır.
İşte öğrenci için düzenlenen eğitim, din adına ona sunulanlar, onun kapasitesine uygun düşüp hayatında işine yaradığı, kendisine katkı sağladığı oranda, onun nazarında önemli ve ilgilenmeye değer olacaktır. Onun için din eğitiminin öğrenciyi merkeze alması, onun hayatını, onun karşı karşıya kaldığı ve kalacağı sorunları merkeze almasını gerektirmektedir. Eğitimin “öğrenci odaklı” oluşu, “sorun ve hayat odaklı” olmasını kapsamaktadır.
ÖĞRENCİNİN HAYATIYLA DİNÎ BİLGİYİ BÜTÜNLEŞTİRME
Bu ilke, din eğitiminde belirlenen hedefler, muhteva gibi öğrenme-öğretme sürecine ilişkin bütün iş ve işlemleri, öğrencinin ihtiyaçlarına, ilgi ve beklentilerine, içinde bulunduğu sosyokültürel şartlara uygun gerçekleştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Böyle bir yaklaşımı beceremeyen bir din eğitimi faaliyeti, bireyin varoluşunu geliştirme, hayat standardını yükseltme, günlük hayatta karşılaştığı sorunlarını çözüme kavuşturma yönünde katkılar sağlama yükümlülüğünü asla yerine getiremez.
Bu yüzden din eğitimi, söz gelimi, yeniden üretilmiş güncel dinî bilgiyle öğrencinin buluşmasını önemsemek, onun hayatta karşılıkları olan dinî bilgileri kazanıp bugünün dindarı olarak hayatıyla bütünleştirebileceği din anlayışını edinmesini kılavuzlamak durumundadır. Öğrenciye kazandırılmak istenen dinî bilgi ve beceriler, onun gerçek hayattaki ihtiyaçlarıyla örtüşmediği takdirde böyle bir kılavuzlama yapılamaz. Bunu yapacak din eğitimi, sorun ve çözüm ilişkisinin kurallarına uymak zorundadır.
Bu anlamdaki kılavuzluk görevini din eğitimi, salt gökte uçuşan soyut dinî bilgi kalıplarını aktarmak suretiyle yerine getiremez. Böyle bir din eğitiminin, çocuğa/bireye/öğrenciye yabancı kalması büyük bir ihtimaldir. Çünkü, soyutlanma düzeyi yükseldikçe bilgi, genelleşir.
Genelleştikçe muğlaklaşır, anlaşılması zorlaşır. Birey tarafından anlaşılması zorlaşan bilgi, onun tarafından özelleştirilerek uygulanabilir/kullanılabilir niteliğe kavuşturulamaz. Kullanılabilir/uygulanabilir nitelikte olmayan bilgi, işlevselliğini kaybedeceğinden dolayı talep edilmeyen, ilgi gösterilmeyen nesneye dönüşür. Haliyle böyle bir dinî bilgiye birey yabancı kalır, ondan uzak durur. Onunla ilgilense bile bu ilgi, o bilgi kalıplarını ezberlemekten öteye geçemez.
Onun içindir ki, öğretilmesi düşünülen dinî bilginin olabildiğince somutlaştırılarak birey tarafından uygulanabilir/kullanılabilir formata kavuşturulması gerekmektedir.
Kullanılabilir/uygulanabilir nitelikteki dinî bilgiyi üretmenin yollarından en önemlisi, eldeki soyut bilgiyi bizzat öğrencinin hayatıyla bağlantılandırarak onunla bütünleştirmektir. Bir başka deyişle, din alanından gelen bilgileri, öğrencinin içinde bulunduğu hayat durumları ile ilişki içine sokarak öğretim konusu yapmaktır. Ya da, öğrencinin hayat durumlarından hareketle dinin öğretime konu edilmesidir. Hatta, öğrencinin hayatının dinin öğretisi açısından öğretime konu edilmesidir, denebilir. Kısacası, öğrenciye, öğrencinin hayatına, sorunlarına rağmen bir din eğitimi düzenlemekten vazgeçmektir.
Tabii ki, öğrencinin hayatı, içinde bulunduğu toplumsal çevreden soyutlanarak ele alınamaz. Haliyle, din eğitimi, öğrencinin hayatını işe katarken, onu kuşatan genel çevreyi, toplumsal şartları görmezlikten gelemez. Yapılması gereken şey, din eğitimi olgusunu, öğrencinin, toplumun, çağın ve çevrenin ihtiyaçlarını görmezlikten gelerek değil, tam aksine onlarla ilişkilendirerek formatlamaktır.
Bu amaçla iki yönlü çalışma yapılacaktır: İnsanı ve toplumu vahiy/din çerçevesinde anlamaya çalışırken, vahyi/dini de insan ve toplum gerçeklikleriyle irtibatlandırarak anlamaya çabalamak. Derste öğrencinin kavrayış ve ilgi düzeyini de göz önünde bulundurarak, örnekleri olabildiğince öğrencinin günlük hayatından seçmek.
Dinin evrenselliği, zaman aşımına uğramaması ve kendinden beklenen işlevleri yerine getirebilmesi bunu gerektirmektedir. Hayatın içinden sorulara cevap vermekte, ortaya çıkan güncel sorunlara çözüm bulmakta zorlanmaya, tıkanmaya başladığı zaman din fonksiyonelliğini yitirir. Bu demektir ki, düzenlenen din eğitimi, insanların canını acıtan olayları, sorunları yok sayamaz. Bunları görmezlikten geldiği takdirde din eğitimi de işlevselliğini kaybeder. Böyle bir din eğitimi faaliyeti, bireyde dinin öğretisi doğrultusunda davranış değişikliğini sağlama amacına ulaşamaz.
Söz gelimi, “Doğrusu Allah, çok tevbe edenleri ve çokça temizlenenleri sevmektedir.” (Bakara, 222.) ayetini öğretime konu ettiğimizi düşünelim.
Kirlilik nedir? Kirliliğin kriterleri nelerdir? Temizlik nedir? Temiz olmanın ölçütleri nelerdir? Nasıl temiz olunur? Ve benzeri soruları sorup güncel cevaplarını bulmadan öğrencinin bu ayeti doğru anlayıp bu çağın Müslüman bireyi olarak kendi temizlik anlayışını oluşturması ve isabetle uygulayabilmesi pek mümkün değildir. Tarihte Müslümanların oluşturdukları temizlik anlayış ve uygulamalarını olduğu gibi bugüne taşımaya kalkışmak da doğru olmaz. Geçmiş asırlarda yaşamış Müslümanların temizlik algıları çerçevesinde bu ayeti anlayacak olursak bu çağın Müslümanları olarak temizlikte örnek olamayız. Mutlaka, bugünün kültürel ve bilimsel imkânlarını da dikkate alarak temizliğin ne olduğunu ve nasıl temiz olunabileceğini, kirliliğin nasıl gerçekleştiğini ve türlerini iyi analiz ederek bu ayetin bizden temizlik konusunda neler istediğini belirlemekle yükümlüyüz. Bugünün tıp ilminin temizlik kriterleri ve teknolojik imkânlar, biz Müslümanların bugüne özgü temizlik algılarını ve temizliğe ilişkin kararlarını belirlemede elbette yol gösterici olacaktır.
Her konu için böyle bir güncelleme ihtiyacı söz konusudur. Allah’ın varlığının öğretiminde bile mutlaka muhataba göre yeni bir dil ve yeni bir muhteva üretmeliyiz ki etkili olsun. “Bir Rus kozmonotla bir Rus beyin cerrahı din hakkında tartışıyormuş. Beyin cerrahı Hristiyanmış, kozmonot ise dinsiz. ‘Ben uzaya çok çıktım,’ demiş kozmonot kibirlice, ‘ama ne Tanrı’ya rastladım ne de meleklere.’ Beyin cerrahı yanıtlamış: ‘Ben de pek çok zeki insanın beynini ameliyat ettim, ama hiçbir yerde tek bir düşünceye rastlamadım’.” (Gaarder, 1994: 263) Muhataba ne kadar etkili bir dil ve muhteva ile ve tam da ona göre karşılık verilmiş!
TARİHÎ BİLGİYİ GÜNCELLEME
Bu çerçevede, geçmiş dönemlere ait dinî yorumların, din eğitiminin bu hayatîlik ilkesine göre değerlendirilmesine duyulan ihtiyacın altını çizmekte yarar var. Tarihe mal olmuş din anlayışlarının kültürel boyutunun değişebilirliği, onların bugünün öğrencisinin hayatıyla ilişkilendirilerek güncelleştirilmesini gerektirmektedir. Dinin sabiteleri değişmez. Ancak her kuşak değişmeyen sabiteleri bile yeniden yorumlamak, en azından yeni bir dile dökmek zorundadır.
Bu çerçevede, toplumda yaşanan dinin tanınması ve açıklanmasında Kur’an ve sahih sünnet kaynaklı anlayış ve yaşantılar ile örf, âdet, gelenek ve kültürel etkileşim kaynaklı olanların fark edilmesi/ettirilmesi gerekmektedir. Değerler canlılıklarını sürekli yorumlanmalarına borçludurlar. Toplumlar canlılıklarını koruyan değerleriyle uzun ömürlü olurlar. Haliyle, din eğitiminde güncel değer taşımayan mesele ve yorumlara yer verilmesi, olumsuz etkide bulunmaktadır.
Bu, kesinlikle din eğitiminde gelenek ve normların dışında hareket edileceği anlamına gelmez; aksine daha çok hayat durumlarından, yani öğrenenlerin beklenti ve ihtiyaçlarından hareket etmeyi ve bu çerçevede geleneği yenilemeyi gerekli kılar. Bu, nasların ikinci plana itildiği, belirleyici olmaktan çıkması anlamına hiç alınamaz.
Öğrencilerin hayat durumları, dinin açıklamalarından yararlanılarak imanla anlamlı bir ilişki içine sokulmak suretiyle öğretimin konusu yapılmaktadır. Din alanından gelen bilgiler, öğrencinin hayat durumları hesaba katılarak öğretime konu edilmekte ve hedefleri belirleyici olmaktadır. Böylece yapılmak istenen şey şudur: Öğrencilerin ihtiyaçları, ilgileri, sosyo-kültürel şartları ile dinî bilgileri bütünleştirebilmek suretiyle, öğrencinin kendine uygun dünya görüşünü oluşturma ve bu görüş doğrultusunda kişisel ve toplumsal alanda uygun davranışlar sergileyebilme gücünü kazanmasına yardımcı olmak.
//ANLAMLI ÖĞRENMEYE MECBUR OLMA
Bu yaklaşım, dini ve hayatı birlikte kavrayıp anlamlandırma imkânını bireye vermektedir. Bu yapılırken de hem indirilen vahiy bilgisi hem de varlık dünyasıyla/hayatla ilgili bilgiler birlikte kullanılarak bütünleştirilmektedir. Bu durumda din eğitimi, ister istemez ezberciliğe değil, anlamlı öğrenmeleri gerçekleştirmeye yönelmektedir. Zira, hazır dinî bilgileri aktarma ve onları ezberleme, din açısından hayatı anlamlandırmaya, dinin esaslarını hayatla bütünleştirmeye ve bu esaslara göre dindarca tutum ve davranışlar/ahlak geliştirmeye asla imkan vermemektedir.
Böyle bir din eğitimi yaklaşımı sayesinde din üzerinde analitik düşünme yeteneği gelişen birey/öğrenci;
- İslam Dini’nin esaslarını/değerlerini, insan hayatına anlam kazandıran unsurlar olarak kavrayabilir,
- İslam’ın Allah-insan, insan-insan ve insan-tabiat/evren ilişkilerini düzenleyen boyutunu fark edebilir,
- Öğrendiği dinî değerlerden yaşanan hayata ilişkin prensipler çıkarabilir ve onlardan yardım alarak kendi dindarca çözümlerini üretebilir.
Öğrencilerin konuyla ilgili mevcut bilgi ve tecrübelerini sorgulayıp anlamlandırma, onları değerlendirme üzerinden dinî değerlerle buluşmalarını sağlayan din eğitimi, bilgilerin zihinsel işlemlerden geçirilerek anlamlı ve tutarlı bir din anlayışının oluşmasına katkı sağlar. Bunu yaparken öğrencilerin, sahip oldukları dinî bilgi ve anlayışlarındaki yanlışlık ve eksiklikleri gidermelerine de kılavuzluk eder.
Tefekkür derinliği olan bakış, görüş ve duyuş, yozlaşmayı, kirlenmeyi, bayağılaşmayı ve taklide dayalı dinî hayatın boy atmasını engeller. Dinî hayat, katı gelenekler ve görenekler toplamı haline geldiğinde hayatı karartıcı rolü öne çıkmaya başlar; sonuçta inancın hayatın içinde olmasını, hayatla birlikte akmasını ve hayat sevincini duymayı sağlayan etkisini önler.
Öğrencilerin hayat gerçeklikleriyle dinin ilişkisini kurmayı ilke edinen bir din eğitiminin, öğretime konu edineceği somutlaştırılmış bilgiler daha kolay anlaşılır; dolayısıyla kolay öğrenilirler. Üstelik, kendisiyle ilgili veya kendi ilgi alanına giren hususların konu edildiği dersle herkes özellikle ve zevkle ilgilenir. Bu bilgilerin hem kolay öğrenilmesi, hem de onların uygulanabilir/kullanılabilir niteliği, işe yararlığı, öğrenci için öğretimi çekici hale getiren güçlü faktörlerdir. Bu durumda öğrenci, öğrenimle ilgilenmekten başka bir şey düşünemez hale gelir. Böylece, eğitimde disiplini sağlama sorunu da kendiliğinden çözülüverir.
Din eğitiminde bu yaklaşım, öğretmenin düz anlatımına, bilgi kalıplarını aktarmasına dayalı ve öğrenciyi pasif alıcı konumuna mahkum eden öğretimi ister istemez ortadan kaldıracaktır. Böylece, dinî bilgi kalıplarını ezberletmekle yetinen anlayışın yerini, dinî bilgiyi bizzat öğrencinin keşfetmesini, elde ettiği bilgileri kullanarak yenilerini üretmesini, ürettiği bilgileri kullanarak sorunlarına çözüm bulmasını kılavuzlayan, hem öğreticinin hem de öğrencinin aktifliğini öngören din eğitimi anlayışı alacaktır.
Böyle bir din eğitiminin manyetik alanına giren hem öğrenci hem de öğreten artık öğrenme-öğretme sürecinden ayrılmak istemeyecektir. Bunu sağladığımızda, muhsince din eğitimi yapabildiğimizden söz edebiliriz.
KAYNAK
GAARDER Jostein, Sofie’nin Dünyası, Çev. Sabir Yücesoy, 1994, İstanbul.
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Temmuz 2010 sayısında yayınlanmıştır