Başbakan Davutoğlu, Dündar ve Gül’ün yargılanmasına ilişkin, "Türkiye Cumhuriyeti devletine, hükümetine ve halkına yönelik açık bir casusluk faaliyeti söz konusudur. Milli duruşa sahip herkesin farkında olması lazım" dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Türkiye ve KKTC hükümetleri arasında Su Temini ve Yönetimine İlişkin Hükümetlerarası Anlaşmayı imzaladıklarını belirterek, "Bu asrın projesidir. Çünkü bu dünyada çok ender ve belki de bu anlamda ilk deniz aşırı bir su aktarım hattıyla yavru vatan, ana vatana bir kez daha bağlanmış bulunuyor" dedi.
Başbakan Davutoğlu, Ankara'ya resmi ziyarette bulunan KKTC Başbakanı Ömer Soyer Kalyoncu ile Çankaya Köşkü'nde, heyetler arası görüşmesinin ardından ortak basın toplantısı düzenledi.
Kameraların önünde, Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında Su Temini ve Yönetimine İlişkin Hükümetlerarası Anlaşma’yı imzalayan iki lider, daha sonra gazetecilere açıklamalarda bulundu.
KKTC Hükümeti Başbakanı Kalyoncu’nun resmi ziyaretinden dolayı memnuniyet duyduğunu vurgulayan Davutoğlu, bu resmi ziyareti önemli anlaşmayla, asrın projesi gibi anlaşmayla taçlandırdıklarını ifade etti.
Türkiye’de hükümetler kurulur kurulmaz, Başbakan'ın ilk ülke ziyaretini KKTC’ye yaptığını, kendisinin de yeni hükümet kurulduktan sonra KKTC’ye ziyarette bulunduğunun altını çizen Davutoğlu, şunları kaydetti:“Su Temini ve Yönetimine İlişkin Hükümetlerarası Anlaşmayı da imzaladık. Bu asrın projesidir. Çünkü bu dünyada çok ender ve belki de bu anlamda ilk deniz aşırı bir su aktarım hattıyla yavru vatan, ana vatana bir kez daha bağlanmış bulunuyor. Asırlarca aynı kaderi paylaşan ana vatan ve yavru vatan, 1974’de oraya giden şehitlerimizin akan kanıyla ebedi ezeli bir birlikteliğe dönüşmüştü şimdi de buradan akan suyumuzla. Su gibi aziz KKTC’ye, ülkemizin, benim de büyüdüğüm Torosların suyunu gönderiyoruz. Bu önemli proje. Temeli atıldığı zaman birçok kişi bunun hayal olduğunu düşündü ama tarih, verdiğimiz zamanda gereken adımlar atıldı.”
ANADOLU SUYU, STRATEJİK YATIRIMDIR
Davutoğlu, söz konusu projenin açılışı için 17 Ekim 2015’te hem Türkiye tarafında hem KKTC tarafında düzenlenen törenlerle Cumhurbaşkanlarının da katılımıyla çok büyük bir mutluluğu birlikte yaşadıklarını anlatarak, şöyle devam etti:“Bu asrın projesiyle hem Kıbrısımıza, KKTC’mize, yavru vatana, Türkiye’nin ana sütü gibi onlar için helal olan suyunu gönderiyoruz hem stratejik hamle yapıyoruz. Çünkü adaların dünyanın her yerinde en önemli problemi su kaynağına sahip olamamaları veya sahip olunan kaynakların sınırlı olmasıdır. Bu anlamda da KKTC’ye giden su Anadolu suyu, stratejik bir yatırımdır. İnşallah önümüzdeki dönemde bir barış gerçekleşirse, Türkiye-Kıbrıs arasında kurulan bu hat, suyu aktardığı gibi iki önemli ülkeyi de birbirine bağlamanın yanında Kıbrıs’ın geleceği, çözüm süreci bağlamında da geleceği çerçevesinde atılan önemli bir adım, yapılan önemli hamledir. Tekrar hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.”
Davutoğlu, söz konusu hatla aktarılacak suyla hem KKTC’nin içme suyu ihtiyacının karşılanacağını hem de Kıbrıs topraklarının daha bereketli hale geleceğini belirtti.
Başbakan Davutoğlu, görüşmede, KKTC Başbakanı Kalyoncu ile Kıbrıs ile ilgili birçok konuyu da ele aldıklarını aktararak, sözlerini şöyle sürdürdü:“Sayın Akıncı’nın yürütmekte olduğu müzakereleri gelen son aşamayı gözden geçirdik. Birlikte yapmakta olduğumuz çalışmaları değerlendirme imkanı bulduk. KKTC’de hükümetin yaptığı bazı yasama faaliyetleriyle ilgili Sayın Kalyoncu bize bilgi aktardı ve bu çerçevede biz de kanaatlerimizi paylaştık. KKTC’nin kendi ayakları üzerinde durması, kurumsallaşmış siyasi ve ekonomik yapıya kavuşması, Türkiye için en önemli stratejik hedeflerden biridir, hayati öneme haizdir. Bir çözüm olsun olmasın, bir kurucu devlet olarak bir çözüm halinde bir kurucu devlet olarak varlığını devam ettirecek olan KKTC, iki kurucu devletten biri olarak, en sağlam temeller üzerinde inşa edilmeli, çözüm olmaması halinde ise bu kez dünyada saygın ve tanınmış bir ülke olarak da yine kendi yoluna devam edebilecek birikime sahip olması iktiza eder.
Bu konuda Türkiye hangi şartta olursa olsun KKTC’nin, soydaşlarımızın yanındadır. Hiç kimse yanlış hesabın içine girmemelidir. Türkiye’nin verdiği destek, işte bugün olmazı olur kılan destek, su projesinde olduğu gibi hep sürecek ve KKTC’deki soydaşlarımızın, kardeşlerimizin huzur, güvenlik ve istikrar içinde yaşamaları için ne gerekiyorsa bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz."
Bir gazetecinin, Rum kesiminin KKTC'ye su temini anlaşmasını tanımayacağını açıkladığını hatırlatması üzerine Davutoğlu, "Zaten bizim tanımadığımız bir ülkenin yorumu da bizi bağlamaz. Böyle demek icab eder. Bu bir zihniyeti yansıtıyor. 'Olumlu da olsa hiç bir adımı biz benimsemiyoruz' demektir. Düşünün. Biz büyük bir alicenaplıkla, KKTC'yi kastetmiyorum, Kıbrıs adasının bütününe su gönderiyoruz. KKTC'ye biz zaten her şeyimizi vermeye hazırız. Hiç kimsenin tereddüdü olmasın. Bu herhangi bir ülkenin diğer ülkeye yardımı gibi de telakki edilmez bizim tarafımızdan. Onun için, 'Ana sütleri gibi ak ve helal Anadolu suyu gidiyor' dedim. Dolayısıyla, onu dikkat ederseniz Anadolu'dan gidip de orada akan şehit kanına da gönderme yaparak söyledim" ifadelerini kullandı.
Davutoğlu, yaptıkları şeyin, Kıbrıslı soydaşlarına kendi hakları olan suyu göndermek olduğunu dile getirerek, şu değerlendirmeyi yaptı:"Ancak aynı zamanda projenin en başından itibaren hep şunu söyledik. 'Bu aynı zamanda Kıbrıs adasına gidiyor'. Dolayısıyla Kıbrıs adasına ulaşan bir su ve inşallah barış olduğunda tüm Kıbrıs'a, sadece Türkler'e değil Rumlar'a da bir ab-ı hayat olacaktır. Bunu da söyledik. Bunu büyük bir barışın ilk adımı olarak da zikrettik. Biz ne kadar olumlu bir dil kullanıyoruz, ne kadar yapıcı bir yaklaşım sergiliyoruz. Şunu demedik; 'bu giden su sadece Türklere gidiyor ve Rumlar ilelebet istifade edemeyecek' demedik hiçbir zaman. Çünkü bizim için su tüm insanlığa, tüm beşeriyete Allah'tan bir lütuftur. Ne olursa olsun suyu kimseye kesmeyiz. Şimdi biz bu kadar olumlu bir dil kullanırken, karşı taraftan, 'Bu anlaşma bizi bağlamaz...' Bağlasa ne olur, bağlamasa ne olur. Bu su oraya gitti mi? Gitti. Anlaşma imzalandı mı? İmzalandı. Bu anlaşmayla KKTC'deki her soydaşımız bu sudan istifade edecek mi? Edecek. Onları da bağlamayıversin, bunu o kadar dert etmeye gerek yok. Ama zihniyeti yansıttığı için önemli. Bu zihniyet sebebiyle Kıbrıs'ta barışa ulaşılamıyor. Yani olumlu bir adımı bile engellemeye veya kötülemeye veya yok saymaya dönük bir tavır zaten Kıbrıs'ta barışın gelmesine engel oluyor. Biz ise bakın, ne kadar rahatız, her türlü çözüme açığız, her türlü şeyi konuşmaya açığız, su göndermeye açığız, gönül almaya açığız. Neden? Çünkü kendimize güveniyoruz, haklılığımızdan eminiz, gücümüzden de eminiz, durduğumuz pozisyondan da eminiz. Dolayısıyla çok ciddiye almamak lazım. Bir gün bu konular, şimdi ciddiye almadıkları veya kabul etmedikleri bu anlaşma, gelen suyu içmeye başladıklarında, herhalde bugünü anarlar, hatırlarlar. Türkiye'ye teşekkür ederler. Sayın Kalyoncu'ya bu anlaşmayı imzaladığı için teşekkür ederler, kendi yaptıklarından da gün gelir utanırlar."
ANAYASA MAHKEMESİNİN DÜNDAR VE GÜL'LE İLGİLİ KARARI
Anayasa Mahkemesinin gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül'le ilgili 'hak ihlali' kararına yönelik soru üzerine Davutoğlu, bu meseleye üç açıdan bakmak gerektiğini söyledi.
Her şeyin halkın ve kamuoyunun gözünün önünde olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, esas itibariyle konunun iki gazetecinin herhangi bir şekilde bir görüş beyan etmesiyle alakalı olmadığını kaydetti.
Kendisinin de doğrudan bu anlamda taraf olduğunu söyleyen Davutoğlu, "Hatırlarsanız, 19 Ocak 2014'te Bayırbucak Türkmenlerine, yani geçmişte Kıbrıs Türklerine yaptığımız yardım gibi, ezilen, zulüm gören, baskı altında olan Bayırbucak Türkmenlerine yardım götürmekte olan ve siyasi otoritenin talimatıyla, o zaman Sayın Başbakanımızın, şimdiki Cumhurbaşkanımızın talimatıyla, benim de Dışişleri Bakanı olarak tüm misyonundan haberdar olduğum yardım konvoyuna dönük olarak devletin içine sızmış bir grup hain tarafından açık bir müdahale, tüm yasaları çiğneyen bir müdahale söz konusu oldu. Bunu yapmakla kalmadılar, bunu dünyaya öylesine bir şekilde takdim ettiler ki Türkiye Cumhuriyeti devletine ve bu talimatı verene Başbakanı, Dışişleri Bakanını, ilgili yetkilileri, MİT Müsteşarını, dünyaya şikayet edecek tavır içine girdiler" diye konuştu.
Bu haberin kökenine gitmek gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, şunları kaydetti:"Ne zaman yapıldı bu biliyor musunuz? Tam 17-18 Ocak'ta, BM Mülteciler Komiserini, Dışışleri Bakanı olarak dışişleri bakanları ve bölge dışişleri bakanlarını Harran'da ağırlarken ve dünya Harran'daki kamp üzerinden Türkiye hakkında olumlu bir intiba edinmişken, 100'ü aşkın büyükelçimiz de Adana'da Büyükelçiler Konferansı yaparken bu operasyon gerçekleşti.
Hedefi itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti olan ve algı operasyonu itibarıyla son derece titiz bir zamanlamayla yapılmış haince bir eylemdi. Çünkü hemen ertesi gün şimdi Cumhurbaşkanımızın Brüksel ziyareti vardı. Salı günü de Dışişleri Bakanı olarak 1. Cenevre görüşmelerine gitmek üzere yol hazırlığı yapıyordum. Şimdi öyle bir zamanda yapıldı ki, Cenevre görüşmelerinde tüm bu zulmü yapan ve dünya tarafından suçlu görülen Suriye rejiminin muhakeme edileceği bir yere, sanki Türkiye bir suça iştirak etmiş ve ediyor gibi bir yaklaşımı dünyada oluşturmak için yapılan, açık söylüyorum haince, alçakça bir operasyondu. kimse bunun üstünü örtemez. Günü geldiğinde Bayırbucak'ta dökülen her kanın müsebbipleri de bu operasyonları yapanlar olacaktır. Mesele Türkiye'yi, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ve o dönem muhalefeti karalamak, terörist olarak göstermek şeklinde bir yapıydı. Tüm devlet kayıtlarında, tüm çalışmaların ne olduğu bilinir."
Böyle haince yapılan bir eylem karşısında hükümetin dirayetli durduğunu, gereken cevabı verdiğini ve Türkiye'ye umut bağlayan yurt dışındaki ve sınır ötesindeki kardeşlerine o günden bugüne tüm komplolara rağmen yardımlarını sürdürdüğünün altını çizen Davutoğlu, ileride bu yardımların nasıl takdirle anılacağını herkesin göreceğini vurguladı.
BİR CASUSLUK FAALİYETİ SÖZ KONUSUDUR
"Bir taraftan Bayırbucak Türkmenlerine yapılan zulüm karşısında sessiz kalacak veya hükümeti sessiz kalmakla suçlayacaksınız, öbür taraftan onlara giden yardımları bir terörist faaliyetmiş gibi dünyaya yansıtan bir alçakça komplo karşısında sessiz kalacaksınız diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bu olmaz. İşin esası budur. İşin esasına gidildiğinde Türkiye Cumhuriyeti devletine, hükümetine ve halkına yönelik açık bir casusluk faaliyeti söz konusudur. Olayların gerçeğini saptırma faaliyeti, çalışması söz konusudur, milli duruşa sahip, insani hassasiyete sahip herkesin bir kere bu esasın farkında olması lazım.
İki gazeteci aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra, bununla ilgili bazı gizli kalması gereken belgeleri yayınlayarak tekrar Türkiye'yi, Türkiye hükümetini, tam da kritik vakitte, tekrar bugünkü konuyu gündeme getirmek için kendilerine verilen ve yayınlanması kanuni bakımdan sakıncalı olan belgeleri yayınlamışlardır. Bu da dünyanın neresinde olursa olsun yapılmaması gereken bir eylemdir. Dünyada hiçbir ülkede, bu ülkenin istihbaratının yürüttüğü bir çalışmayla ilgili devlet içine sızmış bir çetenin yaptığı faaliyetler bağlamında basın özgürlüğü değerlendirilmez. Bu gazeteciler veya diğerleri bizi Suriye politikamız dolayısıyla eleştirebilirler. Dış politikamızı eleştirebilirler, hiçbir kayıt, şart getirmeyiz. Ekonomik politikalarımızı eleştirebilirler, hiç kayıt getirmeyiz ama dünyanın her yerinde devletin güvenliği söz konusu olan bir operasyon yürütülmüşse bu operasyonun gizliliği tamamıyla kanuni güvence altına alınmıştır.
Bu belgeleri, olduğu addedilen bu belgeleri onlara verenlerin ve yayınlamayı temin etmek için çaba sarf edenlerin emeli, amacı açıktır. Aynen 19 Ocak 2014'te olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve devletini uluslararası düzlemde mahkum etmek, baskı altına almak ve demokratik bir şekilde seçilmiş ve sadece halkına hesap vermesi beklenen bir hükümeti sanık sandalyesine oturtmak. Şimdi meselenin esası bu."
DAVUTOĞLU’NUN ÖNEMLİ TESPİTLERİ
Olayla ilgili hukuki bir işlemin başladığını anımsatan Davutoğlu, "Başladığı gün ben dedim ki, 'Çok açık, tutuksuz yargılanma esastır. Arızi durumlarda mahkemeler, arızi durumdan kasıt, belge saklanması, kaçırılması vesaire, tutuklu yargılanmaya karar verebilirler' dedim. Burada karar verecek olan mahkemedir. Mahkemeye bir müdahalemiz de söz konusu olmamıştır. Yine aynı şeyi söylüyorum, eğer önemli bir gerekçe söz konusu değilse, tutuksuz yargılanma esastır hukukta. Çünkü daha ortada suç, onların suçlu olduğuna dair bir hüküm tecelli etmemiştir. Burada hakimlerimiz, bu kararı veren hakimler, bir belge saklanması, kaçırılması veya şüphe etmiş olabilirler. Onların kararıyla ilgili kendilerinin kullanacağı bir inisiyatiftir, bir tutumdur. Ama bir demokratik hukuk devleti mensubu, vatandaşı olarak da bu konudaki kanaatim hala şimdi aynıdır" değerlendirmesinde bulundu.
HAK İHLALİ KARARI
Davutoğlu, Anayasa Mahkemesinin gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verdiği "hak ihlali" kararına ilişkin soruyu yanıtlarken bireysel başvuru hakkını bir reform olarak AK Parti hükümetinin getirdiğini hatırlattı.
Bundan pişman olmadıklarını, doğru olanı yaptıklarını söyleyen Davutoğlu, "Ama dünyanın her yerinde de Anayasa Mahkemesine bu yetki verildiğinde bizim de temel hukuk umdesi (ilkesi) olarak benimsediğimiz husus şudur: Bütün yargı süreçleri tamamlandıktan sonra, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) önceki bir son aşama olarak bireysel başvuru hakkı kullanılabilir. Zaten anayasanın o anlamda da 148'e 3 hükmü de açıktır. Yargı süreçleri tamamlanmadan Anayasa Mahkemesine başvurulamaz" diye konuştu.
ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURU
Tutuklu yargılanmayla ilgili Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabileceğini söyleyen Davutoğlu, şöyle devam etti:"Ama işin esasına müteallik (ilişkin) olarak dava devam ediyor. Davanın esası tutuklu olup olmaması değil, davanın esası Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine, Devletine, gizli belgeleri ifşa etmek suretiyle bir zarar verme konusunda bir başka dava sürüyor. Şimdi o dava sürerken, bu davanın esasından koparılıp bir basın özgürlüğü davası olarak yansıtılması, sürmekte olan bir davaya açık bir müdahaledir. Anayasa Mahkemesinin burada verebileceği karar tutuklu yargılanmaya ilgilidir. Çünkü daha önceki birincil mahkemenin verdiği bir karar var. Daha birincil mahkemede süreç tamamlanmadan, Anayasa Mahkemesi verdiği bir kararla ondan sonra birincil mahkemenin kararını neredeyse yönlendirmesi, ona birtakım istikamet çizmesi, hatta belirlemesi, Anayasa Mahkemesinin yetkisini aşan bir tutumdur. Birincil mahkeme kararını verir. O karar da Yargıtayda onanır, bütün süreçler tamamlanır, son olarak Anayasa Mahkemesine gidebilir. Burada tutuklu yargılanma konusunda yapılan bir başvuruyu, sanki Anayasa Mahkemesinin kendisini birincil mahkeme gibi değerlendirip bütün bir o yargı sürecine hamlederek bir karar vermesi doğru değil. Maalesef Türkiye'de, demokratik hukuk devleti kurallarını işletirken sadece bu konuda değil, sadece Anayasa Mahkemesiyle ilgili değil, birçok kurum kendilerine verilen bir yetkinin sınırları içinde kalmaktansa, kendi yetkisini öne alan, onu diğer kurumların, diğer yapıların önüne çeken bir tutum takınmayı neredeyse usul haline getirmiş görünüyor. Hepimizin bilmesi ve riayet etmemiz gereken husus şu ki, hepimizi sınırlayan bir hukuki sistem var, demokratik hukuk devleti kuralları var. Hepimizi sınırlayan, sadece birimizi, bir kurumu, bir kesimi değil. Herkes buna riayet edecek. Yürüyen bir davaya bu anlamda müdahil olunmuş görüntüsü ve o davada çıkacak kararı önceden belirleme hakkı da kimsede yok. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınması, Anayasa Mahkemesine çok önemli ahlaki bir sorumluluk da yüklemiştir."
BERAAT ETTİKLERİ ANLAMINA GELMEZ
Bütün yargı süreçleri bittiği andan itibaren son bir kapı olarak Anayasa Mahkemesinin değerlendirilmesi gerektiğine işaret eden Davutoğlu, "Bu, bütün yargı süreçlerinin Anayasa Mahkemesine bağlanması anlamına gelmez. Anayasa Mahkemesinin tutuklu yargılanmayı bir hak ihlali görmesi bir karar olarak değerlendirilebilir. Onun gereği de yapılıp tahliye edildiler. Ama dava sürüyor. Bu iki gazetecinin ya da benzer durumda başka yargılanan kişilerin bu karar sebebiyle beraat ettikleri anlamına gelmez. O mahkeme karar verecek, ondan sonra Yargıtaya kadar bütün temyiz işlemleri tamamlanacak. Sonra Anayasa Mahkemesi onunla ilgili karar verebilir. Tutukluluk hali dışında bir kararın, herhangi bir şekilde Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru çerçevesi ve sınırlar içinde olması düşünülemez" değerlendirmesinde bulundu.
BU SÜREÇLER DOĞRU YÖNETİLMELİ
Anayasa Mahkemesinin verdiği kararın ardından yapılan tartışmaları da takip ettiğini dile getiren Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:"Herkes kendisine tanınan yetki ve sorumluluk içinde karar alma iradesine, özgürlüğüne sahiptir. Demokratik hukuk devleti ve anayasal çerçeve bunu belirler. Ama herkesin de bu kararlarla ilgili görüş belirtme ve gerektiğinde eleştirme hakkı da söz konusudur. Nasıl ki siyasiler eleştiriden azade değilse... Bizler her gün eleştiriliyoruz. Aynı şekilde bütün kurumlar da aldıkları kararlar dolayısıyla eleştiriye tabii tutulabilirler. Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifadelerini o bağlamda değerlendirmek icap eder. O eleştiriler değerlendirilir, kurumlar kendi görevlerini yapar ama burada esas itibarıyla hepimizin riayet etmesi gereken, bu süreçlerin doğru yönetilmesi ilkesidir. Ve temel hukuk prensiplerine herkesin saygı göstermesi, riayet etmesi esastır."
GEREKİRSE BÜTÜN KURUMLARIN MUTABIK KALDIĞI BİR DÜZENLEME DÜŞÜNÜLEBİLİR
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı konusunda "Bu, Türkiye'de bizim iktidarlarımız döneminde yapılmış bir reformdur. Kesinlikle bu anlamda, reformu savunmak anlamında bireysel başvuru hakkını savunuyoruz" ifadelerini kullanan Başbakan Davutoğlu şöyle devam etti: "Bu, AİHM öncesinde çok önemli bir filtre sistemi de görmüştür. Ama bu tür yetki aşımları söz konusu olacaksa bunun doğru tanımlanması için bazı ilkeler konması, böyle bir şeye de ihtiyaç olduğu aşikar. Çünkü bir konuda verilen hak ihlali kararı, bütün yargı sürecini etkileyebiliyor. Herkesin, öncelikle Anayasa Mahkemesinin bunun bütün yargı süreçleri bittikten sonra kullanılan son hak olduğu temel ilkesini benimseyerek davranması bu sorunları çözer. Gerekirse o bakımdan bütün kurumların üzerinde mutabık kaldığı bir düzenleme düşünülebilir. Ama bireysel başvuru hakkı, tamamıyla ucu açık bir hak olarak değerlendirilmedikçe, korunması gereken önemli bir mekanizmadır. Bunu getiren de Sayın Cumhurbaşkanımızın, başbakanlığı döneminde önemli bir reform olarak bizim için kıymet ifade eder. Bütün bu yaşanan tecrübelerden sonra hep beraber oturup bunun ilkelerini tekrar birlikte değerlendirmemize ihtiyaç hasıl olabilir."
OPERASYONLAR
Bir gazetecinin, "Sur'daki operasyonlarda sona yaklaşılıyor ama bir yandan da HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Sur'a yürüyüş şeklinde bir çağrısı vardı. Bu çağrıyı nasıl değerlendirirsiniz?" sorusu üzerine Davutoğlu, Sur'da, Cizre'de ve Silopi'de sokağa çıkma yasağının kaldırıldığını söyledi. "Bütün bunlar bizim, Türkiye'nin her yerinde, her şehrinde, her mahallesinde, her santimetrekaresinde kamu düzenini ihya etmemiz ve kamu düzeni ilkeleri ve hukuk kuralları dışında davrananları etkisiz hale getirme sorumluluğumuzun bir parçasıdır" dedi. Bundan asla taviz verilmeyeceğini vurgulayan Davutoğlu, şunları kaydetti:"Kimin elinde silah varsa, nerede olursa olsun, o silahı bırakıncaya kadar bütün güvenlik birimlerimiz tarafımızca talimatlandırılmıştır ve gereken yapılacaktır. Burada bazı sokağa çıkma yasaklarının uzun sürmesi, hiçbir şekilde teröre bulaşmamış vatandaşlarımızın bu operasyonlardan zarar görmemesi için alınan bir tedbirdir.
İSTİŞARE
Diyarbakır'da, Sur'da her gün valimiz bizimle de istişare ederek çağrıda bulunuyor. Hepimiz çağrıda bulunuyoruz. Diyoruz ki, 'içeride olanlar, kim kalmışsa çıksınlar ve sivil vatandaşsa Diyarbakır'dan, Sur'dan zaten çıkabilirler, yok suça bulaşmış kişilerse teslim olsunlar.' Bizim, mutlaka operasyon yapma gibi bir beklentimiz veya bu anlamda atılmış bir adımımız yok. Gerek olmadıkça hiçbir yerde operasyon yapılmaz. Niye başka bir yerde yapılmıyor? Nerede silah varsa, nerede barikat varsa, nerede kamu düzenini yok eden bir uygulama varsa orada yapıyoruz. Niye başka bir şehrimizde yok, niye başka bir ilçede yok? Niye kamu düzenine riayet edilen yerde yok da belli yerlerde odaklanıyor? Çünkü oralarda bunlar var ve her seferinde de teslim olmaları için çağrıda bulunuyoruz."
Davutoğlu, Türkiye'nin demokratik bir hukuk devleti olduğunun altını çizerek, "Suçu işleyen kişi dahi teslim olduğunda, hukukuna riayet gösterilir. Demirtaş'ın 6-7 Ekim olaylarında nasıl provokatif bir dil kullandığını herkes biliyor. Nasıl son dönemlerde halkı isyana teşvik ettiğini ve 'silahlanın' diye çağrı yaptığını, 'ayaklanın' diye çağrı yaptığını herkes biliyor" dedi.
"Ankara saldırısı ve başka nice olaylarda, olayın faili tetkik edilirken, cenazelerimiz, canlarımız sokakta yatarken, devleti 'katil' diye tanımladığını biliyoruz. Bunların hepsi Demirtaş'ın sicilidir" diyen Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:"Şimdi de yine Sur'da, Diyarbakır'da provokatif açıklamalarına devam ediyor. Allah aşkına, bunların ağzından hiç 'silahları bırakın, biz Ankara'da siyaset yapıyoruz, elinize niye silah alıp bizim siyasetimizi lekeliyorsunuz' dediklerini duydunuz mu? Günlerdir Sur'da çağrı yapılıyor. Oraya gideceklermiş, yürüyeceklermiş. Bunların meselesi, herhangi bir şekilde ülkede sükun ve huzur olması değil, aksine teröristlerle işbirliği yaparak Türkiye'yi kaosa sürüklemek. Buna izin vermeyiz. Bir kez daha söylüyorum. Söylediğimizin ne kadar ciddi olduğunu herkes zamanla görüyor. Orada tek bir silahlı birey kalmayıncaya kadar gerekli çalışmalar yürütülecek. Bunlar teslim oldukları anda da mesele bitmiştir. O anda da biz açıkladığımız birlik, huzur ve demokrasi eylem planı çerçevesinde Silopi'de hayatı normale döndürüyoruz, Cizre'de adım adım döndürüyoruz. Sur'u da en iyi şekilde, tarihi niteliklerini koruyarak yeniden inşa edeceğiz. Sur'dan çıkmış bütün vatandaşlarımıza barınma yardımı dahil her türlü yardımı yapıyoruz. Onlar, bizim canımız, ciğerimiz.
Bütün Diyarbakır'da yaşayan vatandaşlarımızın, diğer şehirlerde yaşayan vatandaşlarımız gibi canları, malları, namusları, güvenlikleri bizim şerefimiz olan vatandaşlarımızdır. Kimse burada teröristlerin yanında durarak... Düşünün biz bunu yapmak zorunda kaldık. Diyarbakır'da, Sur'daki vatandaşlarımız bize başvurdular. Şu ifadeleri kamuoyunun bilmesini artık gerekli görüyorum. Sur'daki vatandaşlarımızdan bir kısmı, ben Sur'a bayram namazına gittiğimde kulağıma eğilip söylenenleri biliyorum. Bu teröristler 'evlerinizin kapılarını açık bırakacaksınız, istediğimiz anda girebileceğiz, isteğimiz anda orayı kullanabileceğiz' demiş, yatak odalarına kadar girebileceklerini ifade edebilecek şekilde vatandaşları baskı altına almışlardı. Bu yüzden Sur'daki vatandaşlar, 'namusumuzu koruyun' diye devlete başvurdular. Bilinsin ki Diyarbakır ve Sur'daki her vatandaşımızın, hayatını da şerefine de namusunu da korumaya kararlıyız. Burada teröristlerin yanında durarak, insanların evlerini işgal eden, oraları silah odağı yapan bir anlayışı temsil eden Demirtaş'ın söz söyleyecek hakkı yok. Söylenecekse bir söz, dönsün desin ki 'Silahlarınızı bırakın, sizlerin hukukunu koruyacağız' diye çağrıda bulunsun."
TERÖRDEN ARINDIRILMASI GEREKEN ÇOK AZ YER KALDI
Cizre'de bodrumda cenazelerin olduğunun söylendiğini anımsatan Davutoğlu, günlerce buraya ambulans gönderildiğini ancak ambulansların keskin nişancılar tarafından hedef alındığını anlattı. Davutoğlu, "Bütün meseleleri, provokasyon. Bütün meseleleri, oradaki masum ve devletine sadık, son seçimlerde de oylarını kullanarak demokrasiye sadakatini göstermiş vatandaşlarımızı devlete karşı isyana çağırmak, kaos çıkarmaktır. Biz bunları çok gördük" diye konuştu.
Dün İçişleri Bakanı Efkan Ala ile konuştuklarını anlatan Davutoğlu, "Oradan çıkışlar kolaylaştırılacak. Çıkmak isteyen herkes çıkacak. Teslim olmak isteyen herkes adalete teslim edilecek. Bu anlamda hiç kimsenin hakkı çiğnenmeyecek ama çok az bir yer kaldı zaten Sur'da terörden arındırılması gereken. Bu operasyon tamamlanacak. Türkiye'nin her yerinde de huzur olacak" değerlendirmesinde bulundu.
Selahattin Demirtaş'ın kendilerini de "katliamcı olmakla" suçladığını aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti:"Bizi de herkes tanır, onu da tanır. Yüreğimizin nasıl insan sevgisiyle çarptığını ve tek bir vatandaşımızın tek bir saç teli için nasıl yüreğimizin kavrulduğunu herkes bilir. Gerçek anlamda bütün bu kaybolan canlardan tek sorumlu, gencecik çocukları kandırıp, barikatlar, hendekler arkasına götürüp Türkiye'de kaos çıkarmak isteyen Demirtaş zihniyetidir. Kesinlikle, bu zihniyete hiçbir şekilde yol verilmez. Dokunulmazlıklar, kürsü dokunulmazlığıdır. Dolayısıyla, herkes TBMM'de istediği fikri ifade eder ve ifade ediyor. Ama dokunulmazlık zırhının arkasına saklanarak, kimsenin de suç işleme hakkı ve özgürlüğü yoktur.
Dolayısıyla, bu çerçevede gereken hukuki süreçleri yakından takip edeceğiz. Kimse dokunulmazlıkları istismar ederek, milletin vicdanını kanatan, 29 canımızı almış teröristin taziyesine katılarak, bütün bir millete hakaret etme özgürlüğü, milletin acısını yok sayma özgürlüğüne de sahip değildir. Dünyanın hiçbir yerinde de bunun örneği olamaz."
CUMHURBAŞKANIMIZIN DA ELEŞTİRİ YAPMA HAKKI VARDIR
"Sayın Numan Kurtulmuş, Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla ilgili 'Cumhurbaşkanı kendi kişisel konumunu ortaya koymuştur' demişti ama Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mustafa Akış 'Hayır, hükümetin başı sıfatıyla da konuşmuştur' açıklaması yaptı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?" sorusuna Davutoğlu, "Sayın Başbakan Yardımcımızın açıklamasında kastettiği, Cumhurbaşkanımızın da herhangi bir devlet yetkilisi veya vatandaş gibi eleştiri yapma hakkı vardır. Ben de aynısını söyledim" yanıtını verdi.
Davutoğlu, "Cumhurbaşkanımızın bahsettiğiniz başdanışmanının açıklaması... Bana böyle bir açıklama iletilmiş, gelmiş değil. Varsa, böyle bir açıklama bilmiyorum. Cevap verme gibi bir tutum içine girmem, girmedim. Türkiye'de devletin nihai başı anlamında Cumhurbaşkanının yetkileri de, hükümetin başı anlamında, Başbakanın yetkileri de herkes tarafından bilinir. Anayasal çerçeve açıktır. Bu anlamda da Türkiye'de şu anki anayasa çerçevesi dışında yerleşmiş çok kuvvetli bir siyasi gelenek vardır. Bunların tartışılmasını da doğru görmem. Hele hele dediğim gibi herhangi bir açıklamayı da bilmiyorum. Bunun için yorumda da bulunmak istemem ama bir başbakanın, bir bürokratın bir ifadesi üzerine de yorum yapmasını da doğru görmem" açıklamasında bulundu.
Yeni anayasa çalışmalarıyla ilgili olarak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Bu şartlar altında masada olmayacakları" açıklamalarını da değerlendiren Davutoğlu, kendisinin de hazırlıklarını tamamladığını, Meclis Başkanı'na, AK Parti Genel Başkanı, Başbakan ve Grup Başkanı olarak bir mektubu ilettiğini belirtti.
Kılıçdaroğlu'nun mektubunda bir dayatmanın söz konusu olduğuna, ön koşul bulunduğuna dikkat çeken Davutoğlu, "Parlamenter sistem olursa geliriz, olmazsa gelmeyiz. Şimdi uzlaşı dediğiniz zaten karşı tarafa bir şey dikte etmeden konuşmaya hazır olmak demektir. Eğer siz 'benim pozisyonum şudur, bunun dışında da bir şey düşünmem' dediğiniz anda bir komisyonun, uzlaşma komisyonu olma niteliğini anlamamışsınız demektir. Açık bir tutum sergiledim, en başta kendileriyle görüştüğümde de. Bizim tutumuz, başkanlık sistemi, tercihimiz. Siz parlamenter sistemi tercih ediyorsanız modelinizi getirin, biz de getirelim ve önü açık bir şekilde, zaman olarak demiyorum, fikir olarak, oturup bunları konuşalım. Hiçbir kayıt koymayalım, hiçbir ön şart koymayalım. Önemli olan demiştim ve tekrar söylüyorum, bir anayasanın ruhudur, insan hak ve özgürlükleridir, güçler ayrılığı prensibidir, demokratik hukuk devleti kurallarıdır. Anayasanın ruhunda anlaşırsak, iskeletinin ne olacağını da halka sorarız. Yani sistemin ne olacağı konusunda gerektiğinde halka sorarız. Ama bunlarda mutabık kalmadan, daha önce formu belirleyelim. Diyor ki açık bir şekilde, 'Parlamenter sistem dışında bir sistem konuşmayız'. O zaman biz de 'başkanlık sistem dışında bir sistem konuşmayız' dediğimizde uzlaşı mantığı kalmaz. Ama biz bunu demiyoruz, halen demiyoruz, biz her şeyi konuşuruz" ifadelerini kullandı.
Siyaset anlayışında ve kişisel akademik hayatında da konuşmaktan çekindiği hiçbir konunun bulunmadığını dile getiren Davutoğlu, konuşmaktan çekinenlerin kendi fikirlerine güvenmeyenler olduğunu kaydetti.
Davutoğlu, "Birisi derse ki, 'Ben konuşayım da başkası beni dinlesin, başka kimse de konuşmasın', aslında o konuşacağı şeye güven duymuyor demektir. Nitekim Sayın Kılıçdaroğlu'nun 200 yıllık gelenek diye parlamenter sistemi atıfla anlatması... Mektubunda 200 yıllık gelenek diyor ama Türkiye'de biliyorsunuz meclis sistemi 1876'da başlıyor. 200 yıl olmadı. Belki Sened-i İttifaka kadar gidiyor ama Sened-i İttifakı da tartışmaya başlarsak apayrı bir olay çıkar. Kendisine de sormuştum. Milli şef kavramının olduğu bir yapıyı siz parlamenter sistem olarak değerlendirebilir misiniz o yıllar içinde? Yani bunların hepsi tartışılabilir ama birbirimizi itham etmek yerine fikrimize güvenerek tartışmaya açık olmamız lazım. Aslında bu tür tutum Sayın Kılıçdaroğlu'nun kendi fikrine güvenmediğini gösterme tutumu. Biz rahatız, 'her şeyi konuşalım' diyoruz. 'Halk dinlesin, konuşsun' diyoruz. Gerektiğinde 'halka soralım' diyoruz. Bu anlamda 'referanduma gidelim' diyoruz. Çünkü kendimizden eminiz, ne istediğimizi biliyoruz, Türkiye'yi özgürlükçü bir demokratik sistemi tahkim edici bir anayasayla da taçlandırmak istiyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
Bu çerçevede tutumlarını muhtevi bir mektubu Meclis Başkanı'na gönderdiklerini anımsatan Davutoğlu, "İnşallah CHP ve Sayın Kılıçdaroğlu bu katı tutumundan vazgeçer ve bu süreç işler" dedi.
Uzlaşma komisyonunun toplanamaması halinde tutumlarının ne olacağı sorusu üzerine Davutoğlu, "Bu çalışmamız, ayrıca parti içerisinde bir komisyon var. Onlar, çalışmalarını sürdürüyorlar" diye konuştu.
"Dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde milletvekillerinin görüşlerini de aldığınızı biliyoruz. Bununla ilgili nasıl bir adım atılacak?" sorusu üzerine Davutoğlu, milletvekilleriyle görüşmesinin sadece dokunulmazlıkla ilgili olduğu yönünde yanlış bir kanaatin bulunduğunu söyledi. Davutoğlu, "Hayır. Ben, milletvekillerimizin kanaatlerine her zaman önem verdim. Daha önce de gruplar halinde, 7 Haziran seçimlerinden sonra, yani 24. 25. ve 26. dönem milletvekilleriyle de gruplar halinde görüşmüştüm. Bu sefer grupları daha da küçülterek 10 veya 15 kişilik gruplarla oturup Meclis'te dün gece yarısına kadar süren görüşmeler yaptık. İllerin talepleri, Türkiye'nin geneliyle ilgili siyasi çalışmaları kendilerinden dinliyorum. Tüm milletvekilleriyle bu hafta ve en geç gelecek hafta görüşeceğim.
Vurguladığınız husus bizim çalışmamız içerisinde yoktur. Tek taraflı olarak, bugün bir uluslararası ajansta da yer almış galiba, tek taraflı olarak meclisi feshetme yetkisinin Cumhurbaşkanına verilmesi gibi bir husus da bizim yaptığımız çalışmalarda yoktur. Böyle bir şey aramızda da tartışılmamıştır. Bunlar hep başkanlık sistemi üzerinden bir şüphe uyandırmak için üretilen spekülatif haberlerdir" ifadelerini kullandı.