YORUM:
Türkiye AB sürecinde hangi noktada?
Bugüne dek sergilenen çabalar, girişimler Türkiye’yi AB serüveninde nereye taşıdı?
Bu sualler hemen hepimizin zihnini kurcalamaya devam ediyor.
Aslında cevap bulması gereken suallerden birisi de Avrupalaşmak mı? Batılılaşmak mı?
AB sürecini Avrupalılaşmak olarak algılasak bile, Batılılaşma şeklinde tanzimattan beri fikir dünyamıza giren kavramın henüz net ve açık bir tarifi yok. Meseleye kültürel mi ekonomik mi bakacaksınız?
O halde kim kimin batısındadır?
Brüksel gezisi boyunca malumatımız ölçüsünde, bu suallere cevap arıyor, AB serüvenini sorguluyoruz.
AB’nin kendi mecrası içindeki gelişmeler, aslında bizim gibi AB üyesi olma yolunda girişim başlatan tüm ülkelerin gündemini oluşturuyor.
Gerek Yunanistan, İtalya, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerdeki ekonomik istikrarsızlık ve gerekse AB sürecini yönlendiren Almanya ve Fransa’nın yaklaşımları AB sürecinin yeniden sorgulanması gerektiğini de ortaya koyuyor.
Dün, Dünya basınında yer alan, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin geçen hafta AB'de mali siyasetler arasında uyumun artırılması için yeni bir anlaşma hazırlanmasına yönelik zirvede alınan kararlar ardından, 'artık iki Avrupa olduğu aşikar’ şeklindeki beyanatı bu savımızı da doğruluyor.
İki Avrupa varsa eğer, biz hangisinin kapısındayız?
Ve neden bu kapılar artık açılmıyor?
Türkiye’nin AB macerasının başladığı zaman dilimi içinde en yoğunluklu dönem AK Parti iktidarının başlangıcında görüldü.
Türkiye ciddi biçimde AB kriterlerini hayata geçirme çabası sergiledi, kriterlerin önemli bir bölümü günlük yaşamımızın bir parçası haline geliverdi.
Bu dönem içinde, Türkiye’de halkın yüzde 70’lik bölümü AB serüvenine destek verdi.
Bugüne bakın bir de..
AB içindeki çelişkiler, Türkiye’ye karşı alınan tavırlar, halkın AB’ye bakış yönünü oldukça değiştirmiş görünüyor.
Yunanistan’da ifade bulan AB içindeki ekonomik kırılganlık, gençler arasında AB ülkelerini bir umut kapısı olarak görme anlayışını tersyüz etti gibi.
AB’ye girersek bölgemizde lider ülke oluruz düşüncesini taşıyanların sayısı da gün geçtikçe düşüyor.
AB’nin Türkiye’yi kendi içine almamak için gösterdiği direnç ve ortaya koyduğu suni sebepler, AB Türkiye’nin olmazsa olmazı şeklindeki temel yargıları da bir hayli göçüştürdü.
Genel kanaat: Türkiye AB’ye girmek konusunda samimiyet sergiledi ama AB aynı samimiyeti göstermedi şeklinde artık..
AB serüvenini başında yüzde 80’lere yaklaşan destek bugün yüzde 30’lar düzeyinde..
Türkçesi ve açıkçası, vatandaş AB’nin türlü bahaneler ürettiğine ve Türkiye’yi içine almak istemediğine daha çok inanıyor.
Peki Türkiye ne yapmalı?
Hani bizde bir temel fıkrası vardır..
Temel Dursun’a borç para verir. Ödeme günü gelir geçer, Dursun borcunu ödemez. Temel ister, Dursun vermez..
Mahkemeye gider Temel, dava açar, parasını ister.
Duruşmada hakim borçlu Dursun’a Temel’i tanıyor musun diye sorar.
Dursun, ‘yok onu tanımıyorum’ cevabını verince, alacaklı Temel ortaya atılır, ‘O beni tanımıyorsa ben onu hiç tanımıyorum’ der…
Bizim AB’ye yaklaşımımız Temel gibi mi olmalı?
Ya da bize AB yolunda her türlü engeli çıkarmaya çalışanlar, bizden Temelce bir üslup mu bekliyorlar?
Gelişmeler Temelce bir tavrı gerektirse hatta farz kılsa da, Türkiye’nin AB macerası duygusal boyuta indirgenip hemen kesiliverilecek kadar sıradan ve basit değil..
Ama..
Dikkat edilmesi gereken bir diğer ve belki de en önemli gelişme, Türkiye’de AB heyecanının özellikle gençler arasında eski yoğunluğunda olmamasıdır.
Türkiye gündeminde AB eskisi kadar ne yer ne de önem bulmuyor.
Genel kanaat, ne yapılırsa yapılsın AB kapılarının açılmayacağı yönünde.
Bir de..
ERDOĞAN’IN GÖZ KAMAŞTIRICI KARİZMA VE VİZYONU
AK Parti iktidarı döneminde başlatılan sağlıktan eğitime, turizmden ticarete kadar hemen her sektörde gözlenen ve görülen reform ve hizmetler, halkın Avrupa’ya özentisi eğilimini etkiledi.
Başbakan’ın uluslar arası karizmatik duruşu, Türkiye’yi Önasya ve Afrika’da lider ülke konumuna taşıması, AB’nin yıldızlı ve parlak görünümünü eski konumundan uzaklaştırdı.
Davos’ta ‘One Minute ‘ uyarısıyla, küresel boyutta insan haklarına çekilen dikkat, Türkiye’nin dünya üzerindeki konumunu yükseltirken, Avrupa’nın Gazze başta olmak üzere pek çok yerleşim alanı ve ülkede yaşanan insan hakları ihlallerine bakışını da sorgulanır hale getirdi.
İnsan hakları savunucuları diye dayatılan pek çok Avrupa ülkesi, işgaller karşısında sükutu tercih ederken, Türkiye’nin Başbakan Erdoğan liderliğindeki çıkışı, Avrupa’nın özgürlük cenneti olmadığı şeklindeki bir genel kanaatin oluşmasına da yol açtı ve Yer yüzünde adaletsizlik ve haksızlığın karşısında ciddi ve samimi tek duruşun Türkiye’ye ait olduğu yargısını kararlı bir hale taşıdı.
Ekonomisi kırılganlaşan, uluslar arası ölçekte haksızlıklara karşı samimi duruş göstermeyen Avrupa özellikle gençler bazında artık bir hayal ve umut adresi olmaktan uzaklaştı.
Bunda hiç şüphesiz birinci etken AB’nin Türkiye’ye karşı ortaya koyduğu açmazlar ön plandadır.
Özellikle Türkiye’nin taşrasından bakıldığında, yaygın yargının, ‘Türkiye AB’ye uyum sürecini tamamladı, ama AB Türkiye’ye uyum sürecinde sınıfta kaldı’ halinde olduğu net biçimde görülecektir.
Biz AB sürecine övgüler dizmek yerine Avrupalı dostlarımıza böylesi bir ikazı yapmayı vazife biliyoruz.
Ve inanıyoruz ki, Türkiye artık AB’ye girmezse bir şey kaybetmeyecektir..
Ancak Türkiye’siz AB çok şey yitirecek ve imaj yitirecektir..
BRÜKSEL’DE AB SÖYLEŞİLERİ
İki bölümden oluşan toplantının ardından otantik görüntüsüyle büyüleyen Restaurant L’Atelier Europeen’e yemek için geçiyoruz. Programda Türk gazetecilerle öğlen yemeği var. Brüksel’in büyüleyici tarihi silüeti içinde zihnimiz AB süreciyle meşgul..
Acaba Türk gazeteciler Türkiye’nin AB üyeliği için ne düşünüyorlar?
Merak ediyorduk doğrusu.
Çok geçmeden Gazeteci Yazar Güven Özalp yemek için masamıza teşrif ettiler. Brüksel’de bulunan diğer Türk gazetecilerin haber başında olmaları sebebiyle yemeğe katılamayacaklarını duyuyoruz. Gazeteci Yazar Özalp’la Brüksel’de yaşamayı, AB’yi ve Türkiye’nin AB üyeliğini konuşuyor görüşlerini alıyoruz. Özalp, Öncelikle Brüksel’de yaşamanın memnuniyetini dile getiriyor ve Türkiye’nin AB üyeliği noktasında görüşlerini dile getiriyor.
Özalp’e göre Türkiye’nin AB’ye girmesi şimdilik çok zor.
Niye, Niçin ve neden? Bu suallerin inandırıcı ve ikna edici cevabı yok..
Bol sohbetli yemeğin ardından yürüyerek geçiyoruz Avrupa Parlamentosu’na. Michel Plumbey ile yarım saatlik bir toplantı gerçekleştirmek için Parlamento binasından içeri giriyoruz, pasaportlarımızı uzatıyoruz ve beklemeye başlıyoruz. Yaklaşık 20 dakikalık bekleyişin ardından Basından sorumlu Michel Plumley ile görüşmek üzere salona alınıyoruz.
AB PARLAMENTOSU’NUN BÜTÇESİNİN 3’TE 1’İ ÇEVİRİYE GİDİYOR
Plumley ile parlamento binasında yaptığımız toplantıda 27 ülkenin üye olduğu Avrupa Birliği’nin 300 milyon kişi temsil ettiğine dikkat çekiliyor.. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ni istediği, ancak hızlı adımlar atmadığını ileri süren Plumley, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olması halinde Türk basının parlamento binasında konuşlanacağını ve her türlü imkanlardan faydalanacağını söylüyor.
ERTUĞ İLE SÖYLEŞİ
Görüşme sürecimize AP üyesi Türk asıllı Almanya milletvekili İsmail Ertuğ ile devam ediyoruz.
Ertuğ’a ilk olarak Almanya’daki ırkçılığı soruyoruz.
Ertuğ, 11 Eylül saldırılarına dikkat çekiyor ve ekliyor: ‘11 Eylül’de ABD’de yapılan terör saldırılarından sonra İslam’a ve Müslümanlara karşı bir tepki oluştu. Aşırı sağ çevreler azınlıklara karşı insafsız politika yapıyor.’
IRKÇI SALDIRILAR
Almanya’da yaşanan ırkçı saldırılar sonrasında, 3 milletvekilinin Almanya Cumhurbaşkanlık ve Başbakanlığı nezdinde girişimde bulunduğunu, araştırma komisyonu oluşturulmasını istediklerini aktaran Ertuğ, başvuruda, 182 kişinin aşırı sağcılar tarafından öldürüldüğüne dikkat çektiklerini ifade ediyor. Bunların içerisinde 9 Türk’ün yakılması ve son dönerci cinayetlerinin de olduğunu söylüyor.
Ertuğ, Almanya Başbakanı Merkel’in ırkçı saldırılar konusundaki açıklamalarını da samimi bulduğunu ifade ediyor.
Soruşturmaların sürdüğünü, ucu nereye kadar giderse gitsin araştırmaların sürmesi gerektiğini kaydeden Ertuğ, yabancı düşmanlığı tamamen ortadan kalkmadıkça toplumsal barışın zor olacağını vurguluyor.
ERTUĞ’UN KABULLERİ VE YARGILARI
50 yıldır Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin kapısı önünde bekletildiğini soran gazetecilere Ertuğ’un verdiği cevap soru şeklinde oluyor:
“Acaba Türkiye 50 yıldır ne kadar AB’yi istedi?”
“Türkiye başvurusunu yapmış ama, elle tutulur, gözle görülür bir ilerleme son 10 yıla kadar göstermemiş” diyen Ertuğ, “Türkiye AB’yi ilk kez bu kadar çok istedi” şeklindeki ifadesiyle geçmiş hükümetlerin AB için bir çaba sarf etmediğine dikkatleri çekiyor.
AB üyeliğini çok istediğini belirten Ertuğ, “Türkiye mutlaka Avrupa Birliği ülkeleri arasına girmeli. Türkiye’nin en büyük destekçisi benim. Almanya da Türkiye’nin Avrupa Birliği ülkesi olmasını isteyen ülkeler arasında.” Yorumunu yapıyor.
TÜRKİYE’NİN GÜCÜ KORKUTUYOR
Ertuğ’un aktardıklarından satırbaşları:
Türkiye’nin Avrupa Birliği ülkesi olmasını isteyen çok sayıda üye ülke var. Ancak Fransa ve Güney Kıbrıs Türkiye’nin AB ülkesi olmasını istemiyor. Çekiniyor, korkuyorlar. Türkiye’nin AB ülkesi olması, söz sahibi en güçlü ülke olması anlamına geliyor ki, bundan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy çok ciddi endişe duyuyor. Zaten açık bir şekilde Türkiye’nin AB ülkesi olmasını istemediğini her platformda ifade ediyor. Kıbrıs Rum Kesimi de Türkiye'den korkuyor. Nüfus ve dinimizi sorun olarak gösteriyorlar.
Ancak konjonktür değişecek.
2014’E KADAR BİR MUCİZE BEKLEMEYİN!
Türkiye’nin son yıllarda AB’ye ciddi ilgisinin olduğunu gözlemlediğini aktaran Ertuğ, ancak 2014’e kadar Avrupa Birliği’nden bir mucize beklenilmemesi gerektiğini de sözlerine ekliyor. Ertuğ, “Türkiye başvurduğu tarih itibariyle ciddi girişimlerde bulunmuş olsaydı, bugün çok farklı olabilirdi.”
Diyerek kendi tespitlerini paylaşıyor gazetecilerle..
KIBRIS SORUNU KULLANILIYOR
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesinde en önemli etkenin Kıbrıs sorunu olduğunun altını çizen Ertuğ, bu sorunun AB'ye girmemizi engelleyen ülkeler tarafından hep dolgu malzemesi olarak kullanıldığına da dikkati çekiyor. Kıbrıs Rum Kesimi’nin Türkiye'den korktuğunu ve travmatik bir durum yaşadığını belirten Ertuğ, Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs tarafından işgalci olarak gösterildiği tespitinde bulunuyor.
Kıbrıs'taki askerlerin oradan çekilmesinin Türkiye'yi zayıflatacak pozisyona düşürmeyeceğini düşünen Ertuğ, aksine bu durumun Avrupa'da Türkiye'yi destekleyenlerin elini güçlendireceği tezini savunuyor.
AB BARIŞ PROJESİ SAVI
Avrupa Birliği’nin bir barış projesi olduğunu öne süren Ertuğ, Türkiye’nin AB içinde yer alması gerektiğine vurgu yaparak, Bunun için AB uyum yasalarının hızlı bir şekilde çıkarılması gerektiğinin altını çiziyor. “Türkiye ödevlerini yerine getirmelidir” diye devam eden Ertuğ, yeni sivil anayasanın AB yolunda pek çok sorunun aşılması noktasında da önemli olacağı inancı taşıdığını belirtiyor.
HAVLU ATMADAN YOLA DEVAM
Türkiye’nin müzakere sürecine devam etmesinin her anlamda faydalı olacağına dikkat çeken Ertuğ, “Avrupa Birliğini ekonomik birlik olarak görmeyin. Ancak Bugün Türkiye’nin yüzde 70’le yakın Avrupa ülkeleriyle ticari ilişkisinin varlığını da göz ardı etmeyin. AB’ye coğrafi ve stabil bakın. Güçlü bir Avrupa Türkiye içinde güçtür. Havlu atmadan yola devam edilmeli.”diyor.
AKŞAM YEMEĞİ
Bu verimli toplantıların ardından akşam yemeği için Rouge Tomate Restaurant’a yönlendiriliyoruz. Restaurantta bize ayrılan yere geçiyor ve genç diplomatımız Sinan Ertay’ı bekliyoruz. 2 dakika geçmeden genç diplomatımız kendini gösteriyor. İnce, uzun boylu, karizmatik bir diplomat. Üslubu ve duruşuyla gazeteci arkadaşlarımızdan tam not alan Ertay’la tanışma faslına geçiyoruz. Gazeteci arkadaşlarımız bulundukları ili, görev ve gazetelerini tanıttıktan sonra, Söz Ertay’a geçiyor.
DEVAM EDECEK