Atatürk Üniversitesi tarafından düzenlenen “Türkiye’de Yeni Anayasa Arayışları ve Hükümet Sistemi Tartışmaları” konulu panel Nenehatun Kültür Merkezi’nde düzenlendi.
Panele Vali Vekili Hatice Bayar Özdemir, Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Eyüp Tavlaşoğlu, Atatürk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr.Mehmet Takkac, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.
SETA Ekonomi Araştırmacısı Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl, SETA Siyaset Araştırmacısı Doç. Dr. Serdar Güleser, SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü Yrd. Doç. Dr. Nebi Miş’in konuşmacı olarak yer aldığı panelde anayasa oluşumları, arayışları ve hükümet sistemleri konularına değinildi.
Panelin yöneticiliğini yapan Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fahrettin Korkmaz, mevcut anayasanın yaşlandığını, değişime ihtiyacı olduğunu ve Anayasanın değiştirilmesinde zorluklar yaşandığını belirterek, “Her şeyde bir değişim var. Hukuk, bu değişimin altında kaldığı takdirde bir takım sıkıntıların kaynağı da oluşmaya başlıyor” dedi.
Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl, siyasi açıdan önerilecek sistemin ekonomik anlamda Türkiye’nin gerçekleştirmek istediği siteme nasıl bir katkı sağlayacağı konusuna değindi.
2008’DEKİ KÜRESEL KRİZDE, BAŞKANLIK SİSTEMİNİN OLDUĞU ÜLKELER ETKİLENMEDİ
Türkiye’nin son 13 yıllık ekonomik hikâyesinde kişi başına düşen gelirde bir sıçrama yaşaması gerektiğini söyleyen Karagöl “Türkiye’nin zengin ülke sınıfına girmesi gerekiyor ve bunun için geçmiş dönemlerde engel olan hukuki yapının, yabancı sermayenin gelmesini önleyen tartışmaların geçmiş dönemde özelleştirmenin yapılamaması, ortada duran yeşil sermaye, kırmızı sermaye şeklindeki ayrıcalıkların ekonomi üretimi için bu anlamdaki çelişkilerin ortadan kaldırılması gerekiyor.
Mesela G20 ülkelerine baktığımızda yaklaşık 9-10 tane ülkesi başkanlık sistemi ile yönetiliyor. Ağırlıklı olarak baktığımızda Türkiye’nin de içinde bulunduğu yükselen ekonomiler ya da gelişmekte olan ülkelerin başkanlık sistemi içerisinde 1 olduklarını görüyoruz. Türkiye’nin de bu grupta olan ülkeler gibi farklı mekanizmalarla farklı bir sınıfa geçmesi gerekiyor. En basit olarak 2008’deki küresel krize baktığımızda da başkanlık sisteminin olduğu ülkeler bu krizden etkilenmedi” diye konuştu.
1982 ANAYASASI HEM KURUCU HEM DE UYGULAMADA ANAYASAL ŞİDDET FORMU OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR
Yeni anayasaya neden ihtiyaç var ve olası planlanan bir anayasanın nasıl bir çerçeveye sahip olması gerektiği üzerine konuşan Doç. Dr. Serdar Güleser, 1982 anayasasını değerlendirdi. “1982 anayasası şiddet anayasasıdır” diyen Güleser, “Şiddetten kastım anayasal şiddet, anayasal şiddetin 2 formu var bunlardan bir tanesi anayasanın şiddet içeren araçları düzenlenmesi yani anayasanın politik alanı şiddet arenası haline getirmesi.
Bizim 1982 anayasası 3 temel saç ayağını kullanarak politik alanı kontrol mekanizmaları ile kontrol altına alıyor. Hem kurucu hem de uygulamada anayasal şiddet formu olarak karşımıza çıkıyor. Anayasa ile ilgili temelde yaşadığımız sorunlarda da bu iki konunun politik şiddet ortamından kaynaklanıyor.
Anayasanın hukuki bir çerçeveye dönüşmesi politikaların meşrulaşmasını sağlayan, politik organların paylaşım yetkilerini düzenleyen bir tekniği bize sunmaktır. Aslında siz hukuk yoluyla ki siz aynı zamanda bütün bir hukuk sitemini kuruyorsunuz anayasa ile hukuk sitemine kattığınız değerlerin genetik kodlarını siz anayasada düzenliyorsunuz ve onu bütün hukuk sisteminize empoze etmeye başlıyorsunuz. Dolayısı ile hep anayasal bir sorunla karşılaşıyoruz ama aslında bir hukuk sorunuyla da karşı karşıyayız. Anayasa hukuk yoluyla siyasi alanı kontrol ediyor” ifadelerini kullandı.
1982 ANAYASASI PARLAMENTER SİSTEM FALAN DEĞİL İDEOLOJİK YAPILANDIRILMIŞ BİR ANAYASADIR
Yrd. Doç. Dr. Nebi Miş konuşmasını, Türkiye’deki siyasal sistem arayışlarını tartışırken felsefi bir yaklaşım olarak mı yoksa ihtiyaçtan ötürü mü tartışmak gerektiği noktasında şekillendirdi. “Siyasal sistem arayışında parlamenter sistemin sorunları var ki yeni bir sistem arayışını gündeme getiriyoruz” ifadesini kullanan Miş, “Türkiye tipi sistem olur mu diye tartışmalar var. Ama Türkiye’nin 1870’lerin ortasından itibaren uyguladığı parlamenter sistem klasik bir parlamenter sistem değil. Bu sistemlerde vesayet mekanizmalarının güçlü olduğu, siyasal alanın sürekli parçalandığı ve Türkiye’nin tarihsel blok diyebileceğimiz, stratejik elit blokların hizmetine sunulan bir siyasal sistem çerçevesi ortaya koyuyor.
1909’da biraz daha çerçevesi demokratikleştirilen, çoğulcu bir yapıyı ortaya koyan parlamenter sistem 1913’den 1918’e kadar tek parti otoriterliğini, 1924 Anayasası ile klasik anayasa ile parlamenterizme yaklaşsa da yine 1950’lilere kadar demokratik bir çerçeveyi sağlayamayan bir sistem. Ve tüm kurucu dinamikleri de bu dönemde oluşmuştur. 1960 Darbesi’nden sonra İngiliz klasik parlamenterizmine anayasal olarak yaklaşsak da sistemi maalesef vesayetçi yapıları mümkün kılan bir sistem. 1982 Anayasası ise, parlamenter sistem falan değil kendine özgü, Türkiye’ye özgü yazılan cumhurbaşkanına geniş yetkiler veren, sistemi kendi içerisinde denge mekanizmasını fren mekanizmasını demokratik unsur olarak değil, ideolojik yapılandırılmış bir anayasadır” şeklinde konuştu.